Kurunun yanında yaşın da yandığı, yok olduğu insanoğlu neden her yok oluştan bir ders almıyor peki?

Dünya kötülükten yana o kadar doldu ki belki de dönüşü olmayan bir sona girdi! Ve kim bilir bu kaçıncı sonu kaçıncı küllerinden yeniden doğuşu olacak dünyanın?

Kurunun yanında yaşın da yandığı, yok olduğu insanoğlu neden her yok oluştan bir ders almıyor peki? Bu sorunun cevabını aslında hepimiz biliyoruz fakat söz konusu itiraf etmek olunca ‘suç samurdan kürk olsa kimseler üstüne giymez’ mantığıyla hareket ediyoruz!
Farkında mısınız son yıllarda her yeni yıl gideni aratır oldu! Maddi manevi yorulduk ve yıprandık. Fakat enteresan olan şu; üst üste sorunlar geldikçe insanoğlu durup düşünmek, hatalarını bulup telafi etmek, sevgi ve saygı unsurlarına sımsıkı sarılmak, adaleti yeniden sağlamak yerine daha da hırslanıyor, daha da öfke kusuyor, daha da büyük entrikalara başvuruyor, daha da açgözlü oluyor, daha da çalıyor, gözlerini ve yüreğini daha da kan bürüyor...
Peki nereye kadar böyle devam edecek? İnsanoğlu kibiri, açgözlülüğü, egoyu bırakıp ne zaman ‘sadece insan’ olduğu gerçeğini kabul edecek? Her şeye ve herkese hükmetme arzusuyla kendini kaybeden, yüreği nasır tutan, merhametini ve en önemlisi ‘adaletini’ kaybeden insanlık ne zaman değişecek?
‘Belki bizi acılar değiştirecek!’ Öyle değil mi? Acılarla her yüzleştiğimizde Yaradan’a sığınıyoruz, sevgi ve yardım meleğine dönüşüyoruz, hay aklıma tüküreyim deyip keşkelere ve pişmanlığa boğuluyoruz...

Burada hemen bir paragraf açmak istiyorum. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkan eserleri ve yapıları anımsayın. Her seferinde ‘Allah Allah o zamanda bu yapıları nasıl yapmışlar, bu kayaları nasıl işleyip dağların zirvesine taşımışlar, bu kadar ince matematik ve fizik detaylarını nasıl hesaplamışlar, bu çizimlerde resmedilenleri binlerce yıl öncesinden nasıl akıl etmişler, beyin ameliyatını nasıl yapmışlar ve benzeri sayısız sorular soruluyor...
Bu soruları ben hiç sormuyorum biliyor musunuz? Ve hiç şaşırmıyorum! Çünkü dünya ve kainatta ilk, tek, son soy olduğumuza inanmıyorum! Kimbilir bizden önce kaç soy var oldu, ilerledi, belli bir noktaya geldi ve yok oldu! Nesiller boyu kalbinden hançerlediğimiz dünyanın kaderi bu değil mi zaten; bitip bitip milat öncesine dönmek ve başlamak... İnsanoğlu hançerliyor, kanatıyor, yok ediyor ve sonra her şey bitip yeniden başlıyor!
Bunca ölüm ve zulüm yaşanırken de herkes ‘ben haklıyım ben masumum’ diyerek suçlu arıyor olsa da bir türlü suçluları bulamıyoruz... Bulsak da suçluyu veya suçluları el altından koruyoruz, tüm suçlarını aklayıp paklıyoruz, yaptığı tüm kötülüklerin yanına kar kalmasını sağlıyoruz, sonra da nutuklarımıza devam ediyoruz...
‘Ortada suç var suçlu yok ise hepimiz suçluyuz ey insanoğlu unutma!’
Geçtiğimiz gün Beyrut’ta meydana gelen patlama gibi! Yüzlerce masum öldü ve binlerce yaralı var. Herkes kınadı, lanetledi, üzüldü, ağladı! Ya sonra? Unutulacak yeni bir felakete kadar! Yaradan acıyı hangi varlığa ve canlıya verdiyse çok etkilenmiş ve kaldıramamış! Taş bile ‘ya sabır’ demiş yine de kaldıramamış ve çatlamış sonunda! Sadece ‘burnu arsızca yanmayan’ insan her acıdan ders almadan çıkmış, hemen unutmuş, dejavular eşliğinde yeni acılara mahkum olmuş yine de bana mısın dememiş!
Evet Beyrut’ta gerçekleşen patlama sonrasında liderler de mesajlar yayınladılar ardı ardına... Fakat acı gerçek şu: Dünya, terör örgütlerini sahne konuşmalarında karalayan liderlerin yine aynı terör örgütlerinin arkasında durup desteklediğini ve hatta taşeronu olarak kullandığını çok iyi biliyor artık!
Bu sebepten dedim ya; kim bilir kaç kez adaletin, vicdanın, merhametin, emanet edilen canlara sadakatin yok olmasıyla acılarla yok olan dünya, küllerinden yeniden doğdu ve insanoğlu nefes aldığı sürece bu kısır döngü devam edecek...