GİRDAPLAR..
Ey kasemli tufanlar,ey debdebeli hayat;
Daha ne kadar,daha-ruhumu döveceksin!
Ey güneşli ufuklar,ey gizemli kainat;
Ne zaman sana meftun kalbime doğacaksın??

Ruhları derdest etmiş menzilinde riyakar;     

   Kara günler doğuyor-sürdükçe yolculuğu,                                                                                         

Namahremin şerefi yerlerdedir aşikar;                                                                                        

Erdemliği boğuyor-Onun/bunun çocuğu..

Doğun ufkuma doğun,Ay,güneş ve yıldızlar;                

    Aydınlansın şafağım,hayat bulsun varlığım,                  

   Sağın dünya’yı sağın,Ey aç kurtlar,sansarlar;                                                                                            

Elbet bir gün geçecek bu puslu karanlığım!!

Soyun durmadan soyun-bıkmadan/usanmadan;                                                                                  

 Soyun “BEYT-ÜL MALINI” pervasız ve korkusuz,                                                                                           

Yiyin tıkının yiyin-sormadan/utanmadan;                                                                                                  

   Sofrasını süpürün besmelesiz/destursuz!

Ben -ezelden ebede-vuslat’a pervaneyim;                                                                                                              

  Boynumda emanetin ağır/aksak yükü var!                                                                                                              

Düşe/kalka çektiğim o yüke amadeyim;                                                                                                      

   Yüreğimde devinen “GİRDAPLARIN” şoku var..

Silkinin ve dikilen,kurtulun ataletten;                                                                                                           

  Eyzulüm ve talana bigane insancıklar,                                                                                             

   Bırakın despotluğu,uyanın şu gafletten;                                                                                               

  Ey bir dilim ekmeğe diz çöktüren kancıklar..

Ben çorak toprakların eğri bir dikeniyim;                                                                                                                    

  Ey yağmurlar,boranlar,yağın üstüme yağın..                                                                                                    

  Ve derdest lisanların sesi ve figanıyım;                                                                                                              

     Bir damla suya hasret-Boğunruhumu- boğun!!

(İHB-29.Ocak.2013-İstanbul)

…………………………………………………………………………

Tevfik FİKRET;Yaşadığı kasemli/karanlık  döneminin aymazlık ve biganeliğini ile arsızlık ve hırsızlığını yani devlet malının talan edilmesini“HAN-I YAĞMA” şeklinde ifade etmiş..Bu bakımdan FİKRET, ülkemizde belki de-bu işe parmak basıp/dikkat çeken-ilk düşünürlerdendir..

Tevfik FİKRET’TEN günümüze epey bir zaman geçti ama,Onun işaret ettiği “Han_ı Yağma” işi, onun yaşadığı dönemi de utandırıp/kıskandırarak-aratacak bir yoğunlukta hala berdevamdır..                    

Çünkü o dönemde;Osmanlının çöküp/dağılmaya meyyal devlet yapısına baktığımızda,aslında öylesine yenecek içilecek ve yağmalanıp-iç edilecek-bir zenginliğinin olabildiğini de pek sanmıyorum.. Ama FİKRET yazar/çizerdir ve şairdir üstelik!Şair demek ise,muhalif demektir; Etrafında gördüğü her olumsuzluğu toplum adına elbet irdeleyip,yorumlayacaktır ki,O da bunu yapmıştır..

Bilemiyorum,FİKRET eğer içinde bulunduğumuz  bu dönemde yaşasaydı neler yazardı ama,yazacağı şeyin çok anlamlı- bir şaheser-olabileceğini  de düşünmekten kendimi alamadığımı söylemeliyim..

Zira ülkemizde!

Yapılan devlet özelleştirmelerinden(kamu malının elden çıkarılması)dolayı hazineye sıcak para gibi likit kaynakların girmesi sağlanmış ve buna bağlı olarak-Yabancı sermaye akışının girmesi,dolayısıyla da yatırımlarının gelmesi ile ekonomik hayata yani istihdama,tedarik ve üretime,sanayi ve ticarete olumlu bir katkı yapan göreceli bir zenginlik- var..Evet ülkemizde inkar edilmeyecek boyutta göreceli bir zenginlik var..Var Ancak! Bunun gerçek ve kalıcı kazanımsal bir(SOMUT/Milli kalıcı) zenginlik mi, yoksa sanal/suni geçici-genellikle de yabancı sermayeye dayalı (SOYUT/Yabancı gidici)bir zenginlik mi olduğu tartışmalıdır..

Ama var olduğu aşikar..Bu zenginliğin; Bir bölümünün (Sağlık ve sosyal,eğitim ve kültür, ulaşım ve iletişim,enerji ve kentsel) hizmetsel/yapısal alanlara ayrılmasıyla-kentsel değişim ve dönüşümün- de olduğu bir gerçektir.   

  Bir bölümü de bazı işsiz ve dar gelirli insanımızla yaşlı,hasta-bakıma muhtaç  kesimlere  iaşe ve  iane olarak yansıtılıyor..

Bunlar iyi ve güzel şeyler de!       

  Acaba-gerçekten de böylemi yapılıyor?

Dışarıdan ve uzaktan bakıldığında görüneni böyle,ama-içten ve yakından bakınca-durumun hiç de öyle olmadığını hayret ve esefle görmek mümkün..

Çünkü devleti yönetenler, her şeyin sadece parayla ve paranın oluşturduğu yapısal norm ve desenlerle hal edilebileceğini sanarak-İNSAN’A YATIRIMI-nedense yok saymış ya da-Onu her zaman-başka baharlara-ötelemişler. Böyle olunca da,insanımız mali bakımdan belki zengin  olabiliyor ama,insani erdemlik açısından daha kaba ve yabani oluyor;değişim ve dönüşüme ayak uyduramıyor,onu algılayamıyor,zengin ama cahil ve  aymaz/bağnaz kalıyor.. O zaman, yukarıdaki iş ve işlevleri de insan yapacağına göre, onu kavrayamayan bir figürün de yapabileceği iş ve işlevlerinin anlamsızlığı da zaten ortadadır..

İnsanların idrakleri ve algılama biçimleri insani/evrensel normlara paralel- değişip/dönüşmedikçe-Yaptığınız hiçbir toplumsal ve ülkesel hizmetin -yerinde yapılıyor olsa da;beklenen fayda ve yararının olabileceğini hiç sanmıyorum..

Çünkü bu insanlar!

Yaptığınız “kentsel,sosyal,sağlıksal,eğitsel,kültürel” yapısal ve hizmetsel norm ve desenlerin değerini ve onu koruyup/kullanmasını, kendilerinden sonrakilere taşınmasını asla bilmeyecekler ve onu zalim ve insafsızca kendi nefislerinin istediği biçimde hoyratça kullanıp tahrip edecekler  ya da talan ederek, ona/buna peşkeş çekip/yok edeceklerdir..

Evet,böyle yapacaklar ve vebalini de-Onları  ihmal edenler olarak/robotlaştıran-Siz etkin yöneticiler çekecek ve zulmün müsebbibi olarak da hep anılacaksınız..          

  Çünkü,Onları insanileştiremeyerek-kendi kısır döngüsünde debelenip,durmasına bigane kalarak göz yumanlar -Siz Yöneticilersiniz!

İslam Halifesi Hz. Ömer de bir yönetici olarak demişti ki;                                                                                                                   

“Fırat’ın kıyısında kaybolan koyunun hesabını Ömer’den sorun!

Biz; bırakınız onun/bunun kaybolan şahsi koyunların hesabını/kitabını da,utanmadan çalınıp/gasp edilen “devlet malının hesabını” kimden soracağız acaba?

Evet,Bilhassa!

Büyük kent Belediyelerine bakıldığında, buna benzer yapıların ile arsızlık ve hırsızlıkların yoğunluklu olarak berdevam olunduğu ve bunun sıklıkla basın ve medya’da dillendirildiği görülecektir..

Görünen o dur ki!Ülkemizde ve özellikle büyük metropollerde yoğunlaşan “kentsel gelişim ve dönüşüm olgusunun” bir sonucu olarak- haksız ve adil olmayan bir rant paylaşımı-gündeme taşınmıştır,ülke insanını sarıp rahatsız etmektedir ve kimse de buna müdahale edememektedir..

Eskiden en küçük bir yolsuzluk bile toplumu derinden sarsıp/rahatsız ederken,bu anlamsız/yersiz  rant paylaşımından  ötürü-ahlaken yozlaşan genel toplum katmanların da-ne yazık ki;Sosyoloji Bilimi ile Sosyologların o meşhur ekonomik  kuramı (Bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar!) algılanması gibi, nerdeyse yeni bir algılama biçimi (Canım,bir yönetici eğer hizmet yapıyorsa,buna karşın biraz da yese ne olur ki..)olarak  idraklerde yerini almıştır ve almaktadır..

Evet!

Dün toplumu rahatsız eden-arsızlık ve hırsızlıklar-ne yazık ki,bugün artık toplumu hiç rahatsız etmiyor ve onu aksine çok normal bir-Hak Paylaşımı-olarak da niteleyebiliyor..

Bu da,Türk toplum katmanlarının, artık eski  duyarlı/geleneksel  yapısından koparak,bu genel rantsal yozlaşmanın etkili rüzgarından esinlenip/etkilenerek değiştiğini göstermektedir..

Halbuki istenen!

Türk toplumunun da genel olarak “kentsel gelişim ve dönüşüm olgusundan” etkilenerek,idrak en  değişip/dönüşmesiydi..                                                                                                                                           

Zira;Çağdaş ve medeni kentler “ancak “çağdaş ve medeni idraklerle yüreklerden” yükselebilir..

Eh.demek ki-olsun demekle-olmuyor bunlar..

O halde;Biraz daha sabır ve sebatla direnecek,idrakleri gelişip/dönüştürmeye azmederek çalışacak ve sonucunu bekleyeceğiz!

Yukarıdaki Şiirimizde! Bu ve benzer nefsani aymazlıklara dair ipucu verildiğinden,bununla yetinecek ve bu konuyu şimdilik fazla deşmeyeceğim…

Ben Tevfik FİKRET’İN ne demek istediğini anladığıma göre,eğer günümüzde yaşasaydı herhalde o da beni anlayıp/anlamlandırabilecekti..Yukarıdaki şiirimi sabır ve dikkatle okuyarak-anlayıp/anlamlandırabilenler,Sanıyorum ki;                                                                             

Beni de,Ülkemizde olan/biteni de,Ve ne demek istediğimi de anlayıp/anlamlandırabilenler olacaktır..”

Ya da;Yahu,Bu adam yine ne diyor ki?Diyecekler ve kendi karanlık dehlizlerinde sükun edip/kalacak ve hayatlarına büyük bir vurdumduymazlıkla  yine devam edeceklerdir..

SON/SÖZ;

Eğer rahmeti Erbakan Hoca yaşasaydı-bugün muhtemeldir ki şunu diyecekti!

“Biz 40 yıl dişimizle tırnaklarımızla, bize zulmü reva gören-Siyonist Ahlaksızlara karşı Milli Ve manevi gücümüzle çarpışa-çarpışa iktidar’a geldik, ancak sonradan geriye dönüp baktık ki; Bizde var olan-Ahlakımızı/Milli Ve manevi değerlerimizi/de bu arada kaybetmişiz”

O halde..

“Yiyin efendiler yiyin; Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yiyin!”

Sevgilerimle..