“Hayal edin...”

Hayal kurmak insanın ufkunu geliştirir. Bir yazarın, bir liderin, bir bilim insanının ilk adımı “hayal etmek”tir. Yazar, yazmaya başlamadan evvel, yazacağı metni, metinde yer vereceği fikirleri ve kişileri, duyguları; metni yazdıktan sonra okuyucularının etkilenmelerini ve nihayetinde kendisinin duyacağı hazzı hayal eder. Bir lider, toplumu harekete geçiren söz ve fiillerini gerçekleştirmeden önce, belki tüm çocukluğu boyunca, neler yapabileceğinin fotoğrafını defalarca görmüştür. İşte, tam karşısında duran karede toplumu nasıl ileriye götürmüş; toplum ona nasıl da ihtiyaç duymuş, inanmıştır. Mimar Sinan, çocukluğundan beri köyüne bir köprü yapmayı hayal etmeseydi, o muazzam eserlerini gerçekleştirebilir miydi? Julles Werne, “80 Günde Devr-i Âlem” kitabında bir denizaltı hayal ettiğinde insanlar onunla alay etmişlerdi. Ama insanlık tarihi için kısa sayılabilecek bir süre sonunda, denizaltı insanlığın emrine girdi.

Oturduğumuz yerde, gözlerimizi gökyüzüne dikerek, biraz rehavet kokan pembe hayaller kurmuyorsak; hayallerimizi azmimiz ve cesaretimizle destekliyor, kendimize güvenerek, tüm eleştirilere rağmen belli bir plan dahilinde isteğimize odaklanıyorsak, hayallerimizin gerçekleşmemesi için hiçbir neden yoktur. Böylelikle, “güçlü hayaller, karşı konulmaz hakikatlere dönüşür.”

Hayatta, hiçbir dayanak noktası ya da bir şeyler yapma çabası bulunmayanlarla karşılarındaki insanların hayallerinin gücünü hesaplayamayanlar değil; hayallerinin peşinden ısrarla koşanlarla hayallerini gerçekçi temeller üzerine bina edenler ve bunlarla birlikte, başkalarının hayallerini küçümsemeyip ötekinin hayallerine de fırsat verenler hep kazanmıştır.

”Gerçekçi hayaller kurmak” birçok meziyetin bir arada bulunmasını gerektirir: Yeteneğiniz, ilginiz, merakınız ya da birikiminiz olan konularda hayallere sahip olabilirsiniz. İyiyi, güzeli, faydalıyı hayal edebilmeniz için tüm insanları, insanlığa hizmeti sevmelisiniz. Böyle yapmazsanız enerjinizi “yapıcı projelere” değil; “yıkıcı davranış kalıpları” na harcamış, hayatı teğet geçmiş olursunuz. Unutmayın ki, sadece istemek boş bir hayalden ibarettir. Bu boş hayalin içini doldurmak için, bizi saran gerçekleri görmek; bu gerçekleri birer fırsata çevirerek kendimizi, çevremizi ve insanlığı geliştirmek, insanları sevindirebilmek, onları mutlu edecek faydalı işlere imza atmak ise kuvvetli ve gerçekçi hayaldir.

Demek ki, hayal etmek, sanılanın aksine, boş bir fiil değildir. Hayalden gerçeğe giden çizgide; bir şeylerle donatıldığımızın farkında olmak, donanımlarımızı sürekli geliştirmek şarttır. Bunun için, kendimize sonsuz güvenle, başkaları ile birikimlerimizi paylaşma ya da başkalarının donanımlarını paylaşabilme yürekliliğini gösterebilmek; bu uğurda belli bir zaman, belli bir çaba harcamak; hayalden gerçeğe uzanan bu yol için bir “yol haritası”, rota çizebilmek; yani planlama yapabilmek gerekir.

Son dönemlerde, eğitimin gündemine “proje”, “proje tabanlı eğitim”, “proje hazırlama”, “proje yarışmaları” gibi kavramlar girdi. Ve bizler, her yeni şeye şüpheci yaklaştığımız gibi, bu kavramlara da mesafeli yaklaştık. Veya tam tersine, “birileri söylüyorsa, denemişse iyidir” mantığıyla sorgusuz sualsiz, özümseme ve anlama gereği duymadan her yaştaki çocuğa proje yaptırmaya kalkıştık. Bazen, öyle ileri gittik ki küçük bir çocuğa proje konusunu verirken; aslında o projeyi ancak anne ve babasının bir araya gelip yapabileceğini bile bile proje yaptırma sevdamızdan vazgeçmedik. İki yaklaşım da hatalıydı. Önce projenin özünü öğrenmeliydik. Anlatanlara, tecrübelerini paylaşanlara, proje üretmek isteyen her yaştaki insana eylemlerini gerçekleştirebilmeleri için cesaret ve fırsat vermeliydik. Onları dinlemeli ve onları anlamaya çalışmalıydık. Sonra kendi kararımızı verecektik. Belki de, tek başına karar veremeyeceğimizi anlayacaktık. İnanın bu bir hayal değil; hatta o zaman, ilk projemizi gerçekleştirecek ve projenin adını “uzlaşma ve anlaşma” koyacaktık.

Hep söylüyoruz: ”Hayat bir öğrenmedir ve öğrenmenin sonu yoktur.” Eski öğrendiklerimiz ve eski alışkanlıklarımız içinde vazgeçilmez güzellikler olabileceği gibi ayıklanması gerekenler de vardır. Yine aynı şekilde, belki de daha önce denenmişin, eskimişin halinden ders alınarak oluşturulan yenide de (yeni ortaya atılan bilgilerde, gruba yenilikleriyle katılan yeni kişilerde de) güzellikler, insanı daha donanımlı ve mutlu kılacak, ihtiyaçlarını karşılayacak çok değerli bilgiler olabilir. Burada önemli olan, önyargısız ama eleştirel gözle eskiye ve yeniye bakmak; eskiden ve yeniden ayrı ayrı veya beraber nasıl yararlanabileceğimizin yolunu bulmaktır. Tabii ki tüm bu fiilleri ne zaman hayata geçirebiliriz? Kendimiz ve insanlık için “Büyük Hayallere” sahipsek… Bu hayaller için samimi, azimli, kararlı ve cesaretli isek…

Proje konusuna yaklaşımımız, bana göre, şöyle olmalıdır: Önce aklımıza gelen soruları sıralamalıyız. Nedir proje? Bir yararı var mıdır? Proje, insanın hayallerini süsleyen, tüm insanlığın yararını düşünerek tasarlanmış, dışa vuramadığı isteklerinin gerçekleşmesi için bir fırsat mıdır? Böylesine bir fırsatı öğrencilere ve öğrenmek ( gelişmek/ geliştirmek) isteyen herkese hangi yollarla sağlayacağız? Proje, öğrenme etkinliğinin tamamı mı, yoksa sadece bir parçası mıdır? Son olarak; proje sevimli bir hale hangi şartlarda gelir? Şöyle bir çırpıda aklıma gelenleri sıralayıverdim.  Bu konuda sizin de aklınıza daha onlarca soru gelebilir. Zaten, biliyoruz ki, soru sormaya başladıysak çözüm yollarını da bulmaya başlamışızdır.

Tüm soruların cevabını birer birer yazmanın anlamı yok. Herkes, öncelikle de eğitimciler, bu soruları düşünecektir. Aslında, ne zamandır kafa yormaktadırlar da… Ben, bunun yerine sizlere eğitimin en önemli amaçlarından birini hatırlatmak istiyorum.

Bu önemli amaç: “İnsanın kendini gerçekleştirmesine imkan vermek”tir. Kendini gerçekleştirmek… İnsan olarak duygu, düşünce ve hayallerimizde saklı olanı dışa vurabilmemiz; kendimiz ve çevremiz için anlamlı, faydalı kılmamız; insanlığa ve hayat(-ımız-)a kalıcı bir iz bırakmamız demektir. Kendimiz için dileğimiz bu iken, bir eğitimci/ya da eğitimli olarak görev ve sorumluluğumuz “her yaştan öğrenciye” kendilerini gerçekleştirme fırsatı vermemizdir.

Görüyor musunuz? Hayal kurmak, kendini gerçekleştirmek ve proje üçlüsü birbirlerinden pek de uzak değildir. Maharet, bunları nasıl, ne zaman ve hangi amaçla bir araya getireceğimizdedir. İşte bir soru daha: “Pekiyi, neden ısınamadık, bu proje denen şeye?”

Cevabı oldukça basit. Öncelikle projenin ne olduğunda ya da ne olmadığında anlaşamadık. Bana kalırsa, “Bir insanın hayal ettiği, insana yararlı herhangi bir şeyi hayata geçirebilmesi PROJE”dir. Bir öğretmen sınıftaki on öğrenciyi, öğrenmeye katkısına inandığından, küme şeklinde oturtabiliyorsa; sınıfa bir pano yerine üç pano yerleştirebiliyorsa; kitap okuma saatlerinde “Çocuklar, okuduğunuz kitabın istediğiniz bir bölümünü sınıfta kostümle canlandırın.” diyebiliyorsa; öğrenciler, istedikleri bir konuyu öğretmen ve arkadaşlarına farklı materyaller ve farklı sunum yolları ile sunabiliyorlarsa; bunların her biri, birer projedir.

En başa dönersek; ”Projeler birer hayal midir?” Bir yönüyle evet, projeler kuvvetli birer hayaldir: Onlar, gerçeğe dönüştürülebilmeleri için “destek bulduklarında” çevreyi şenlendiren birer hayal gücüdür. Diğer yönüyle ise proje, boş bir hayaldir: Zorla ve amaçsızca yaptırılıyorsa, projenin başına oturtulanlar yaptıklarına inanmıyorsa veya projeyi gerçekleştirenler istekli iken projenin hayata geçirilmesini engelleyenler de bir o kadar istekli oluyorsa “proje” yeni ve süslü bir terim olmaktan öteye gidemeyecektir.

Eğitim; insanın kendini gerçekleştirmesini hedeflemek gibi kuvvetli bir hayalin hayata geçirilmesine imkân veren planlı bir proje olmalıdır. Burada sözünü ettiğim şey, eğitim ve öğretim programına bağlı yıllık plan değil, öğretmen ve öğrencinin ( ya da koordinatörün, gönüllü katılımcıların) birlikte planladıkları eğitim ve öğretim senaryosudur. Öğreten ve öğrenenler “okullara” ve “sınıflara” girdiklerinde attıkları her adımın, beyin fırtınası sırasında sundukları her fikrin, yazdıkları her yazının büyük bir projenin önemli birer adımı olduğuna inanmalıdırlar. Sadece, uygulayıcı konumundaki öğreten ve öğrencilerin inanması yetmez; kurum içi ve dışındaki uygulamaya yardımcı konumdakilerin de onlara ve projelerine inanmaları, destek vermeleri gerekir. Destekleyiciler, projelerin kolektif çalışmayı gerektiren “biz”lik ruhunun bir ürünü olması gerçeğini unutmamalıdır. Kurum çatısı altındaki herkese eşit şartlarda proje üretme ve üretilen projeleri uygulama fırsatı verilmelidir. Projeyi ve projeyi uygulayacakları önceden ve sessizce belirlemek yerine, yeni projeleriyle gelen uygulayıcılara her aşamada fırsat sunulmalıdır. Hatta, okulda (kurumda) geçen her saniye, önceden planlanmış bir projenin safhaları olmalıdır. Ve herkes projenin neresinde yer aldığını, tüm gerçekliğiyle bilmelidir. Projenin büyüğü, küçüğü yoktur. İnanılanı, benimseneni, destek göreni, yarar getireni vardır. Okullarımızı (kurumlarımızı) gerçekçi projeler aracılığı ile dinamik, bilim üreten, sosyal, diyalog yeteneğine sahip, uzlaşmacı, empati sahibi, toplumun her bireyini eğiten kurumlar haline getirebiliriz.

Projeler, birer hayal değildir; hayal ettiğimiz eğitimli insan kalitesine ve dolayısıyla üst seviyelerde toplum barışına sahip olabilmek için kafa kafaya vererek üzerinde düşünmemizi ve süratle harekete geçmemizi gerektiren BİRER GERÇEKTİR. Yeter ki, hayal kuralım, ezberden kurtulalım, risk almaktan korkmayalım, tüm insanları sevgi ve samimiyetle kucaklayalım…

Not: Bu yazı, 2006 yılında Türk Edebiyatı Eğitim-Öğretim programının değişmesinin hemen ardından,  katıldığım 2007 yılındaki MEB-TEV-Vodafon ortaklığında düzenlenen “Öğretmene Proje Yaptırma Eğitimi Projesi” eğitiminden sonra, “okul toplum”unu yeniden tanımlama çalışmalarım içinde, ilk defa Şubat 2008’de kaleme alınmıştır. “OKUL MODELİ” projemi kaleme alıp okulumun “Sancaktar” adlı dergisinde yayınlamıştım ilk kez. Sonraları defalarca farklı yerlerde yayınladım ya da okul içi ve dışında yüzlerce insanla paylaştım. 2016 yılı itibarı ile Bakanlığımıza bağlı “Proje Okulları”mızın bulunması eğitimimiz adına sevindiricidir. Temennimi tekrar ediyorum; inşallah, okullarımızda(kurumlarımızda) –ülkemin duyarlı her bir ferdinin ve başta da idealist, fedakar öğretmenlerin, eğitimcilerin özlediği gibi- geçen her saniye önceden planlanmış bir projenin safhaları adım adım hakikate ulaşır ve okullarımız hak ettikleri performans ve dinamiğe kavuşur.

            Elbette ki, insanlık adına bütün temenni ve hayallerimize “insan”ımızın kalitesi ile ulaşacağız. İnanıyorum. Biz eğitimcilere, öğrencilere, velilere, kısacası “insanlara”, hayat yolunda emin adımlarla yürümek için taze ve heyecanlı bir eğitim rüzgarı sağlayan, yeni ufuklar açan Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ziya SELÇUK Beyin de okumaları dileğimle…Zira tüm çabalara ve  eğitim adına oluşan gelişmeye dair olumlu iklime rağmen proje okullarımızda dahi  hâlâ ezberi ve sadece test çözmeyi/ çözdürmeyi öğretimin/ eğitimin en başarılı çözümü ve tek çaresi gibi gösteren eğitimci(!)ler büyük ve ezici bir çoğunluğu oluşturmaktadır.

Rânâ İSLÂM DEĞİRMENCİ

Eğitimci / Şair-Yazar –ANKARA