UNUTTURULAN KÜRT DEĞERLERİ YENİDEN ARAMIZDA

Abone Ol

Nurlar içinde uyusun rahmetli Sezai Karakoç ne güzel anlatmış hakikatin er yada geç aslına vardığını...

“Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak... Halbuki biz sussak tarih susmayacak tarih sussa hakikat susmayacak...”

Nurlar içinde uyusun rahmetli Sezai Karakoç ne güzel anlatmış hakikatin er yada geç aslına vardığını... Susturma ve unutturma çabalarının koca koca duvarlara çarpıp nasıl yerle bir olduğunu... Ve bu toprakların, değerlerinin gün yüzüne çıkmasıyla yerine oturan taşlar eşliğinde belirginleşen “Türkiye Tablosuyla” yüreklere dolmaya başlayan gücü ve huzuru...

Geçtiğimiz hafta Hakkari Derecikli kadınlarımız  ve genç kızlarımız Diyarbakır’daydı... Fahri Hakkarili olarak “başım gözüm üstüne” diyerek onları Diyarbakır’da misafir etmenin keyfiyle kendilerine eşlik ettim... Gezerken dilimin yettiğince Diyarbakır’ı, Diyarbakırlıyı, tarihini, kültürünü, yemeklerini, hikayelerini  anlattım genç kızlarımıza... Gittiğimiz her yerde bu topraklardan boy veren ünlü isimler de bize eşlik ediyordu... Ziya Gökalp, Cahit Sıtkı Tarancı, Sezai Karakoç, Ali Emiri, Hattat Hamid Aytaç, Süleyman Nazif ve nicesiyle birlikte çok daha eskileri bizimleydi... Büstleriyle ve isimlerine atfedilen sokaklarda, caddelerde, avlulu evlerde, mekanlarda hepsi yanı başımızdaydı... Bunca yüz yüze geliş arasında sayısız soru ve sorgu da bizimleydi... Yakın tarihe kadar neredeydi bunca değer? Neden kimseler anlatmamıştı ve tanıtmamıştı bu isimleri gençlere? Neden neden neden?

Size de olur mu bilmiyorum fakat bazen gözüme, gönlüme, zihnime kapılar açılır ve ben bir anda o kapılardan geçip kendimce anlamaya çalışırım çoğu şeyi... İşte o gün Derecikli genç kadınlarımızla Diyarbakır’ı gezerken yine açıldı koca koca manâ kapıları ve ben o kapılardan geçtim birer birer...

Ne çok alim-i, yazarı, şairi, düşünür-ü, ilimdar-ı vardı bu kadim toprakların... Ve ne acılar eşliğinde acımasızca unutturulmaya çalışılmıştı ayrıştırma oyunlarını rahatlıkla sahnelemek için...

Tarihine baktığımızda sadece Anadolu’ya değil dünyaya feyz olan büyük isimler de can bulmuştu Mezopotamya’dan... Ve Yaradan’ın üflediği nefesler eşliğinde güç bularak onlarda ilham olmuştu tüm insan nesline... Geçtiğimiz günlerde Kürt siyasetçi-yazar-düşünür İdris-i Bitlisi’yi köşeme konuk etmiştim... Bir kesimin bu toprakların pek çok değeri gibi “vatan haini” ilan ederek tarihe gömmeye çalıştığı Bitlisi taa o zamanlarda coğrafyaya dair önemli sosyolojik şifreleri çözmüştü ve bu çözümler doğrultusunda devrinde zaferlere vesile olmuştu... Ve onca karalama, yok sayma, yok etme çabalarına rağmen su akıp yatağını bulmaya başladı şimdilerde... İdris-i Bitlisi ve niceleri son yıllarda yeniden gönüllerde hak ettiği yeri bulmaya başladı... Yeterli mi derseniz elbette değil derim çünkü değerlerimizi genç nesillere aktarma konusunda sorunlu anlatımlarımız ve eksiklerimiz fazlasıyla var... Toprak altında işi sadece evlere su taşımak olan borular bile belli dönemlerde yenilenip güncellenme İhtiyacı duyarken, yeni nesillere değerlerimizi aktarırken neden “aktarım dilimizi ve tarzımızı” güncellememek konusunda diretiyoruz  diye sormak istiyorum... Bu konuda acil ve güncel formatlar gerekiyor kurumlarımıza, idarecilerimize, tüm kademelerimize... Korkutarak yada eski kalıpları dayatarak değil, yumuşatarak ve su misali ferahlatarak akmalı bilgiler gençlerin yüreklerine ve zihinlerine.... Ciddi, sıkıcı, asık suratlı, KALU BELA’dan kalan protokol kokulu programlarla değil günceli yakalayan sempatik, samimi, yerine göre esprili, kucaklayıcı anlatım çalışmaları gerekiyor bize; gençlere “aslımızı” götürecek köprüler inşa etmek istiyorsak...

İlerleyen günlerde geniş bir şekilde ele almak üzere “tarz güncellemesi” başlığımızı şimdilik burada bırakalım çünkü en büyük nesil ayrışmalarını bu sebepten yaşıyoruz...

Evet İdris-i Bitlisi’yi köşeme taşıdıktan sonra muazzam mutluluk ve merak dolu dönüşler oldu felsefesini yakından bilenlerden ve yeni yeni tanımaya çalışanlardan... “Yeni yazılar, yeni yorumlar, yeni anımsatmalar istiyoruz” diyenlerin kulaklarını bugün ki yazımla çınlatmış olalım...

Mezopotamya(Kürtler) her daim Anadolu’nun kalbi oldu... Bereket, güç, güven, cesaret, birlik, beraberlik pompaladı tüm damarlarıyla... Ve Anadolu da; her daim renklerin saygı ahengiyle güç bulduğu yer oldu.. Kürttük, Türktük, Lazdık, Çerkezdik, Göçmendik... Ve hepsiyle birlikte  Anadolu’nun ayrılmaz değerleriydik... Sonra birileri geldi akıllara zarar planlarla sen-ben-o diye bizi ayırmaya ve “bir o taraftan bir bu taraftan” diyerek canımızı yakmaya başladı... Gençlere idol olan Kürt değerlerin üzerine simsiyah perdeler çekildi... Çünkü yön gösterecek, moral ve motivasyon verecek, rol model olacak değerlerin meşalesini söndürüp karanlıklar eşliğinde uçurumlara mahkum edilecekti Kürtler, Türkler, Anadolu, hepimiz... Ve fazla söze gerek yok sonrası malum! Neredeyse üç nesil değerlerinden uzak tutularak acılar eşliğinde rotasız bırakıldık...

Şimdilerde yeniden hak ettiği yeri ve değeri görmeye başlayan geçmişin “Kürt Üstadları” edebiyat, sanat, ilim, bilim ve Anadolu rehberliğinde gençlerin zihnine ve yüreğine fısıldamaya başladı yeni yeni umut rotalarını...

Kürtlerin “aslına dönüşüne” küçük bir kesim “aslımız unutturuluyor” diye baksa da şunu iletmek gerekiyor onlara; “bu toprakların aslı terör, şiddet, ayrışma, sen-ben-o değildi ki! Terör oyunlarıyla kadim aslından uzaklaştırılan bu topraklar asıl şimdi özlenen özüne dönmeye başladı...”

Doğu ve Güneydoğu’nun orta yaş üstü gerçek sahiplerine denk gelenler şu cümleyi çok iyi bilir; “eskiden böyle şeyler yoktu hepimiz huzur içinde Diyarbekirliydik...”

Zira bu topraklar 50-60 yıl öncesindeki gibi en üst çıtada fikri ve zikri yaşantısına geri dönmeyi ve ideolojik ayrışmalardan-çatışmalardan uzak huzurla yaşayan insanlarını, mutfak kültürünü, tarihini, hikayelerini, kültürel özelliklerini konuşmak istiyor artık...