Pandemi sürecinde yurt içi-yurt dışı ziyaretlerime devam ederek en fazla yerinde oturmayanlardan biri oldum sanırım...

“Bir tohumdum ben, Kainat’a doğru sevdayla üflenen...

Ve toprağa düşünce sımsıkı tutundum...
Her nimete şükrettim, her zerreyi kucakladım, can buldum...
Can buldukça; aradım, anladım, düştüm, kalktım, yara aldım, eridim, piştim “Can-daki beni“ ararken...
Bazen çıkmaz sokaklara vardım, bazen keskin uçurumlara, bazen de uçurumların ennn karanlık dibine...
Bazen güldüm, bazen ağladım, bazen de “ben bittim be dünya” dedim...
Ama sonra yine, yeniden, azimle, coşkuyla yediverenler misali açtım...
Kısaca “azim mücadelesinde” her şey oldum da; pes eden, korkup kaçan, yoluna ihanet eden asla olmadım...
Evet pes etmedim ve  “Can-daki beni ararken”; yanmaktan, pişmekten, imdat diyene el uzatmaktan, vefasına nail olduklarıma sımsıkı tutunmaktan hiç ama hiç vazgeçmedim...
Bazen “ben yandım, tutuştum, küle dönüp savruldum seni ararken” deyip Mevlana Yüreği ile aşk-a nail olmaya çalıştım...
Bazen de Sezai Karakoç’un Mona Rosa Hasreti misali “bir umuttu kavuşmak” hasretiyle yüreğimden dökülen nağmelere kulak verdim...

Ve bir umuttu hayat; Yaradan’ın iyisiyle kötüsüyle bize bahşettiği, ilk günden son nefese kadar bizi “insan damarımızdan” besleyen...”

Pandemi sürecinde yurt içi-yurt dışı ziyaretlerime devam ederek en fazla yerinde oturmayanlardan biri oldum sanırım... Yukarıda yer verdiğim yürekten sızan nağmelerde yine pandemi sürecinde Batman’da gerçekleştirdiğim söyleşimden bir kesitti... Batman’da eğitim camiamıza yönelik gerçekleştirdiğim “Pandemi ile Dünya Değişirken Güncellenen İnsanoğlu” başlıklı söyleşimin açılış konuşması işte böyleydi...
Batman Milli Eğitim Ar-Ge Koordinatörü Bilge Hanım “söyleşiniz öncesi dinleyicilere kendinizi anlatırsanız seviniriz” demişti... Kalıplara hapsedilmiş rutinleri kendimce istila etmeyi ve o koca koca duvarlara yürek fırçamın yardımıyla kendime ait renkleri yansıtmayı seven biri olarak “benim yüreğimden damlayanlarım dışında anlatacak hiçbir meziyetim yok” diyerek yukarıdaki dizeleri kürsüden salondakilere aktarmıştım...
Geçen hafta “biyografinize ulaşamıyoruz nereden bulabiliriz” diye mesajlar yine sıklıkla gelince Batman’da gerçekleştirdiğim konuşmam tebessümle aklıma gelmişti...

Dünya bilhassa da içinde bulunduğumuz coğrafya akıllara zarar devrini yaşıyor... İnanıyorum ki sonrasında “Deliler ve Veliler Devri” olarak adlandırılacak bu süreçte çoğunluğu oluşturan “Deliler” çıldırmak, zarar vermek, yakmak, yıkmak, yok etmek adına elinden geleni ardına koymazken diğer azınlık kesimi oluşturan “Veliler” ise sabırla, azimle, vefayla, inançla, tüm olumsuzluklara rağmen insani duygularını kaybetmemek adına sükutla ellerine aldıkları iğnelerle kuyular kazmaya çalışıyor... Böylelikle yanan dünyaya kazıkları kuyularından bir damla da olsa su bulup serpmeye, nefes olmaya, moral ve motivasyon vermeye çalışıyorlar...
Laf aramızda onların sabrı da nereye kadar gider orasını Allah bilir artık! Çünkü sabır taşı misali bu insanları frenleyen tabuların zembereğinin birer birer boşaldığını çok net görüyorum... En büyük patlamada şurada; hak etmedikleri halde türlü oyunlarla mal, mülk, makam, “sözde” itibar sahibi olanlardan yana! Düşünün bir taraf işi, evi, ekmeği, ülkesi, vicdanı, adaleti için gece gündüz çalışıyorken diğer taraf pat diye doğuyor “karanlık gecelerden” ve her şeyde her yerde haklı olmak tavırlarıyla emekçi gönüllerin tüm inançlarını tarumar ediyorlar...
Sonra da gelsin küskünler, kırgınlar, umudunu yakıp küllerini rüzgara savuranlar...
“Akıl bir kuştur en küçük kıpırtıyla uçar gider” demiş büyükler vaktiyle ve evet neredeyse son on beş aydır kıpırtıdan ziyade zelzeleler yaşıyor dünya uçup giden akıllara dair...
Sosyalleşmeyi, yakın teması, akraba-komşu-aile ziyaretlerini, kalabalıklardan beslenmeyi, koloni halinde yaşamayı misyon edinen bir ülke olarak bizde de tablo aynı... Ruhumuzu teslim etmiş gibi çok mutsuz ve umutsuz hissediyoruz kendimizi... Ve pandemiyle tüm sosyal, ekonomik, kültürel, sevgi, topluluk, aile, dost, arkadaş düzenlerimiz alt üst oldu...

Dünya zaten son yıllarda “Arap Baharı ve Suriye ateşini körüklerken bir yandan da Sarı Yelekliler ile azıcıkta Avrupa nasiplensin dediği isyanları hemen ardından Irak’a ve çoğu Ortadoğu ülkesine yeniden taşıyarak” kapitalizmi kapatıp yeni bir devri açma, yeni sınırları çizme hazırlığındaydı...
Şiddet yansımaları, artan suç verileri, isyanlar, adaletsizlikler, yükselen şikayet sesleri ile dünyanın cepleri kaoslar ile tıka basa doluyken makam ve unvanlardan yana afilli etiketlere sahip her şey ve herkes yavaş yavaş anlamını yitirmeye başlamıştı...

“Makamınız, eğitimleriniz, servetiniz, havalı cümleleriniz, etrafınızdaki kuru kalabalıklar sözünüzü geçirmek adına artık kimsenin umurunda değil” cümlemi son bir yıldır çok sık dile getiriyorum biliyorum fakat uyandığımız her yeni gün ve karşılaştığımız her olay dejavu misali aklıma getiriyor bu cümlemi... Dünya insanları “yürekten yana kendinden olmayanı” takmıyor artık!
İşte tam da bu cümlem doğrultusunda yapmıştım Batman’daki kendimi anlatmaya çalıştığım konuşmamı...
Evet  “kalıplara hapsedilmiş etiket rutinlerini kendimce istila ederek yüreğimdekiler dışında yansıtacağım hiçbir meziyetim yok” derken önüme atılan tüm kösteklere ve fırtınalara inat verdiğim var olabilmek mücadelem ile tam da gerçekleri yansıtmıştım...


Velhasılı kelam her kademede “özüne ve yürek zulasına” yönelme işini hızla baş köşeye oturtmamız gerekiyor... Sadece biz değil iş dünyası, siyaset camiası, bürokrasi kademesi, sanat emekçileri, basın ve medya curcunası derhal odağına “yürekli yansımaları” koymalı...
Şu yaşıma kadar öğrendiğim en önemli öğreti şu oldu; en kısık sesi bile işitin, elinizden geldiğince ulaşın, vicdan-adalet-merhamet duygularınızı görev uğruna olsa dahi asla törpülemeyin, size emek veren-inanan-vefasıyla-sevgisiyle-saygısıyla ve samimiyetiyle gelen, duasını ve desteğini esirgemeyenlerin ahını asla ve asla almayın! Zira Kainat’a yolladığınız her eylem ve her söylem bumerang misali bazen dualar bazen de aldığınız ahlar eşliğinde er yada geç misliyle döner gelir ve sizi mutlaka bulur...