Okuyacağınız satırlar, bir seçim öncesi atmosferinin verdiği ilhamla yazılmıştı.
Şimdi de aynı atmosfer hakim bütün şehirlerimize. Şimdi de aynı yarıtanrılar doluşuyor güzel ülkemin parti merkezlerine.
Siyasetin yarı tanrılarının resimlerini kelimelerle çizmenin tam yeri ve zamanıdır yani. Tanırsınız, bilirsiniz; görmüş ve hatta konuşmuşsunuzdur.
***
Cisimleri bizim gibi etten-kemikten ve sudan ibaret..
İsimleri pek lazım değil ama, sizin gibi Ahmet, Mehmet..Tanju, Tarık, Çetin, Metin veya başka bir karın ağrısı olabilir. Hatta siyasete hakim renge göre, asıl adlarının başına bazan “Muhammed”, “Bekir”, “Ömer”,”Osman”,”Ali”, “Hasan”, Hüseyin” ya da “Nazm”, “Deniz”, “Mustafa Kemal” gibi benzeri isimler ekleyebilirler.
Fizikleri-kimyaları, boyları-posları, işveleri ve nazları da sonucu değiştirmez.
Akropolis’te yaşamamış, hiçbir mabede resimleri, heykelleri ve freskleri konulmamış olsalar da; Antik Yunan’ın büyük tanrısı Zeus kendilerine sahip çıkmasa da, onlar postmodern siyasetin yarı tanrılarıdırlar.
Onlar hiçbir şeydirler, hiçtirler gerçekte. Ne var ki, görünüşe aldananlar onları bir b.k zanneder!
Kendilerinden önce terle karışık gülyağı kokuları sarar girecekleri mekanların dört bir yanını. Bu kokuya aşina olanlar, hemen anlarlar kimin, siyasetin hangi yarı tanrısının teşrif ettiğini.
Siz bakmayın bol soğanlı-sarmısaklı yemeklerden nefeslerinin ve terlerinin leş gibi koktuğuna.Elbiselerinin altında bir can ve hele de bir adam olmayışı da yanıltmasın sizi.
Bu gelen siyasetin yarı tanrılarından şey beydir...Başkası olamaz asla!. Bu kadar rengarenk ve marka giysileri bu şehirde başka kim giyebilir? Kimin haddine yaz günü Temmuz’da siyah renk kumaştan mamül Pierre Cardin takım elbise giymek?
Kol ağzı manşetli, fıstıki yeşil renkte Abbate marka gömlek, politikanın yarı tanrısından başkasına yakışır mı? Versaje saf ipekten çingene pembesi kravat ve mendile ne demeli? Ayakkabıları elbetteki Togo’dan olacak. Çorabının çiftine ödediği para ile üç kişilik bir aile, üç gün, üçer öğün sofra kurup karın doyurmadıktan sonra, yarı tanrı olsa ne yazar, olmasa ne yazar!..Her gün yıkanmak veya duş almak gibi bir adetleri yoktur ama, antik Yunan’ın yarı tanrılarına inat, bizimkiler sinek kaydı traşlarını olmadan evden dışarı adımlarını atmazlar.
Ah bir de politik serüvenleri boyunca çektiği çileler gür saçlarına ak düşürmemiş; davetleri geri çeviremedikleri için bu kadar fazla kilo almamış olsalar var ya, onları görenler kesin kes “Kadir İnanır yarım metre kısalmış”, ya da “Red Kit çok kilo almış” derler.
Ya o rahmetli Yılmaz Güney’i andıran siyah gözlere ve uzun kirpiklere ne demeli?
Bu krizde nasıl olur diye sormayın. Sözünü ettiklerimiz siyasetin yarı tanrıları. Herkesi delik-deşik edip kevgire çeviren kriz, yarı tanrılara elbette teğet geçer.Hepsi değil belki, ama tamamından bir eksiği harbi kırrodur bu yarı tanrı müsveddelerinin. Edep erkan pek bilmezler ama, paralarıyla çok kolay kapatırlar gundiliklerini. Ölçü ve değer diye kavramlara yabancıdırlar. “Rabbena hep bana” tekerlemesini ciddi ciddi Allah’ın ayetlerinden bilirler. Deveyi havutuyla beraber mideye indirmeleri “Rabbena hep bana” hükmüne sadakatlerindendir.
Bunun içindir ki en ağır ekonomik krizde bile, abartmak gibi olmasın ama, sadece ve sadece yarı tanrılara yakışır bütün bu tantana, bütün bu debdebe ve saltanat.
Aslında siz de biz de farkında değiliz ama, onlar kendilerinin, şahsen ve bizzat gerçekte bir b.. olamadıklarının farkındadırlar..
Farkında oldukları içindir ki, kartvizitlerini kağıda değil dillerine bastırmışlardır. Girdikleri her ortamda, elini sıktıkları her kişiye önce adlarını-soyadlarını söyler. Tabi ancak kendilerinin duyabilecekleri bir sesle. Arkasından:
“.... Partisi Yönetim Kurulu” Diye dört kelimeyi makinalı tüfek gibi peşpeşe çıkarırlar ağızlarından. Gerisi yılan tıslaması gibi bir ses, yani yönetim kurulunun nesi olduğunu ne kendileri duyar ne de karşılarındakine duyururlar. Neyin nesi, kimin fesi, hangi mahlukatın tersi olduklarını sır gibi saklarlarDavet beklemeden geçer mümkün olduğu kadar baş köşeye otururlar. Ne de olsa bilmem ne partisi yönetim kurulunun şeyi veya bir şeyidirler. Siyaset mabedinin yarı tanrılarıdırlar.
İlk işi cep telefonlarını kılıfından çıkarmak olur. Sanki her an aranacakmış gibi sessize alıp önlerindeki sehpa ya da masaya, gözönünde bir yere bırakırlar. Yaptıkları günümüzde pek kabalık olarak kabul edilmese de:
“Sayın Bakanımız her an arayabilir diye telefonu böyle şettim, particiliğin pis tarafı bunlar” derler ve çoğunlukla “particilik” sözcüğünün altını çize çize. Güya mazeret beyan edermiş gibi yapıp, havasılarını basarlar gerçekte. Yarı tanrı olduklarını ima yoluyla anlatırlar güya. Tabi muhattapları yerse. Ki böylesine debdebe ve bu denli alay-yü vala ile arzı endam eden yarı tanrının aslında yarı tanrılık şöyle kalsın, adam müsveddesi dahi olmadıklarını kim, nerden bilebilirki.
İster istemez: “Ya... öyle mi? Ne güzel... Siyaset memlekete ve millete hizmetin en kestirme yoludur. Ne mutlu size beyfendi, tebrik ederim” cinsinden günde belki on adet bunun gibiler ve yoldaşları için ezberlediği cümleyi tekrarlar yapmacık bir gülümsemeyle.
Sıcak veya soğuk içeceklerden birer yudum alındıktan sonra, aslında bilmem ne partisi 50 asil ve 50 yedek üyeden oluşan yönetim kurulunun sonuncu yedek üyesi olan adam, “Telefonumu bir yere yaz müdürüm. Seninkini de şuraya kaydet” diyerek sıcak temas sağladıktan sonrası kolaylaşır. “Her hangi bir sıkıntın olursa, istediğin saatte ara. Malum bizim gibi siyasetçilere uyku haramdır, telefonları 24 saat açık olmak zorundadır. Evel Allah çözemiyeceğimiz iş yoktur.” cinsinden çeşitlemelerle süslediği konuşmasını noktalar. Bardağında her ne varsa, son bir yudum daha alır ve asıl hamleyi yapar. “Mehmet’i.. şey.. pardon.. ağzımdan şeyoldu yani.. Samimiyetten işte.. kucağımda büyüdü.. Ha.. onu diyecektim, bizim Bakan’ı o listenin başına ben koydurdum, duymuşsundur muhakkak. Sonra kapı kapı dolaşıp bütün batılı oyları topladım” diyerek değil iki, birkaç kuşu birden vurur. Hem de hepsini tam da alınlarının ortasından. Hem küçük dağları kendisinin yarattığını, cumhuriyet hükümetinin paradan-puldan sorumlu bakanını kendisinin atadığını ima ederek yarı tanrılığını resmen ilan eder hem de mindere çıkarmadan mekan sahibinin belini orta yerden kırar.
Gerisi rica bile sayılmayan, küçük ricalar. “Seni fazla meşgul etmeyeyim müdürüm, şu kanalizasyon ihalesi işini benim yeğenin şirketine hallet.. Sen de kazan yeğenim de kazansın. Ha yeğen dediğim öyle hasso cello takımından değildir.. Benden çok Sayın Bakan’ın yakınıdır. Öz amcası oğlunun kayınbiraderinin kapı komşusunun eniştesinin eniştesidir.Bu kadar yakındırlar yani..”
Yazdıklarıma dudak büküp hiç yaşamadım, tanık olmadım, hatta duymadım diyenler beri gelsin. Ha unutmadan bir not daha düşerek noktalıyayım yazımı. Yukarıda anlatılan olay, mekan, zaman, kişi, kurum ve kuruluşların gerçek olay, mekan, zaman, kişi, kurum ve kuruluşlarla uzaktan yakından alakası yoktur. Dolayısıyla kimse üzerine alınmasın, kimse kendini yarı tanrı sanıp etrafındaki şakşakçılara hava basmasın.

Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, oturan insanlar ve ayakta duran insanlar