O yıllarda cumartesi günleri okullar öğlene kadar olurdu. Saat 2'de başlayacak sinema ‘ya gitme telaşı başlardı, hele birde ortaokula gidiyorsan ve öğlenci isen sinemaya yetişeyim diye İstiklal marşından kaçarken, küllüğün karşısında duvar dibine saklanan Arif Doğru'ya yakalanırsan artık canına  :-)  okurdu. Biletler altmış kuruş?  ama elli kuruşa bırakımısın? Diyenlerden, altmış kuruş verecekler geçecek yer bulamazlardı. Trafik sıkışınca kapıdaki Mustafa dayı bir gürledi mi,  o zamanlar gözümüze çok büyük gelen merdivenlerden her seferinde birkaç kişi yuvarlanırdık.

      Sinemanın yapı şeklini düşünüyorum da; taban tahta, sandalyeler tahta, loca tahta, birde bunlarda yetmezmiş gibi altıda Halil Ağar'ın çırçır fabrikasıydı daha da kötüsü gizli gizli sigara içen çocuk irisi gençleri düşündüğümde bir ara hepimizi gerçekten Allah esirgemiş demekten kendimi alamıyorum. Bunca olumsuzluklar içerisinde zar zor girdiğimiz sinema içinde duruma göre ya toplu gazozu yada  siyah  fertek gazozu aldın mı değme keyfine, ama gazozu açtırırsan hemen biter, peki ne yapacaksın? Sandalyelerden çivi ayarlayıp kapağı deleceksin ki hemen bitmesin, tabi içindeki asit ve hava yüzüne fışkırırsa artık orası da şansına, birde iki kardeş veya arkadaş ortak almışsan bir birinin elinden çeke çeke bir gazozu bitirirsin.

           Sinemanın içerisindeki o mazotla birleşen tahta kokusunu ve çekirdeğin lezzetini, birde karanlık içerden dışarıya çıkarken ki o duygulara anlatacak söz bulamıyorum.

 Neyse sinema dağılır eve gelirsin ki annen düğüne gidiyor, hemen takılırsın peşine, ama tam düğün evinin kapısında uzunca bir değnek seni annenden ayırır. Danacı dayı veya kalbur içinde halkalı şeker satan İbiş'in oğlu, kadınların düğün ettikleri yere biraz büyümüş erkek çocukları bırakmazlar, hani hamama

girdiğinde çuheder veya ciro teyze vardı ya  "Bee anam belli başlı babalarını da getireydin barı" derlerdi  ya işte onun gibi bir şey. Bu arada kırk yalan söyleyip işte babam anneme  para verdide vs şeylerle becerip içeri girersin ki, kadınlar üstü işlemeli par par alman gadifesinden fistanları giymiş tülbentler iki tarafıda katlanmış baş üstünde duruyor, kör çalgıcı  çalıyor, demir paralar tükürüklenip alınlarının ortasına yapışıyor, tabi sonraları düğünlerin sayısına kör çalgıcılar yetişemeyince mecburen gözü gören çalgıcıların önünde de oynadı kadınlar, ama buna da çözüm bulundu, uzun salonların  köşelerine oturttular çalgıcıları ve  önlerine savanlar gerildi, bayanın biri savanın ucunu açar,  Mevlaneyi veya çiftetelliyi çal derdi.

            Bu arada düğün evinde akşam yemeğini yer, kaçamak da olsa ilk sigaralarımızı içerdik, yakalansak da düğünde sigara içmek o kadarda kötü sayılmazdı. Bu arada erkek düğünüde başlar ve bizler sarhoşları seyretmeyi çok severdik. Sabah olur bu seferde aynı düğünün gelincisine gidilirdi. Bir arabaya canını attın yada gelin kız evinden alındıktan sonra ip tutarsın, sonra hemen oğlan evinin kapısında yerimizi alırdık, çünkü damat gelini damda bekler, elinde bir kese kağıdı dolusu şeker ve  bozuk para vardır, hele birde heyecanlanıp yırtmadan atarsa,  artık gelinin başı mı olur yoksa senin başın mı olur orası da şansın kalmış.

            Bu arada gelinin ayağında kesilen oğlağı da bir düşünürsen seyret şamatayı, bir tarafta gelin, bir tarafta yerler  al kızıl kan içinde, oğlak ha bire atıyor tekmeyi , öte yandan düğün sahipleri gelinlik kan olur diye önüne gelene savuruyor tekmeyi, yerde paralar  şekerler top oynuyor, bir tarafta da sabah okul kapısında ki seydi amminin ciğer kebabı, datlıcı ahmet dayının pambıklı şekerinin hayali gözüyün önünde, gelde işin içinden çık.

Paralardan Altı sıfır atılınca belki sinemalar yine altmış kuruş,gazozlar yine elli kuruş olacak ama, bizlerin yaşından  hiç sıfır atılmayacağı gibi o günler hap anılarımızda kalacak...