Bazen acıyoruz kendimize.
Demir parmaklıkların ardındaki tutsaklardan daha umutsuz bir ruh halini yaşıyoruz. Öyle sağa sola dönerek çırpınıp, ortalıklarda dolanıyoruz.
Mutlu değiliz, mutlu değilsiniz, mutlu değiller...
Yaşamın kısır döngüsünde, kendi eksenimizde dönmekten bile aciz bir durum sergiliyoruz.
Mutluluğu ne parayla ne de herhangi bir değer ölçüsüyle satın alamıyoruz.
Ruhumuzu güzelliklerle doldurmak isterken birden boşluğa düştüğümüzü görüyoruz. Tatsız tuzsuz düşüncelerle hayatımızı kendimize zehir zemberek etmeye çalışıyoruz.
Günün ilk ışıkları doğduğunda o kadar yorgun uyanıyoruz ki, sanki hastane koğuşlarında herhangi bir organı için nakil bekleyen hastalardan, daha hasta, daha yorgun, daha bitkin ve daha ümitsiz bir ruh hali içinde oluyoruz.
Bazen bir mercimek çorbasının sıcaklığında, bazen limonunu çok sıktığımız salatanın ekşiliğinde, yüzümüzü şekilden şekle vererek kapı komşumuza bir günaydın demeyi bile çok görüyoruz.
Bazen konuşmalarımızı yarım yamalak sürdürürken, bazen sevdiğimiz bir şarkının mısralarında kendimizi bütünleştirip, olanca coşkunluğumuzla adımlarımızı hızlı hızlı atmaya çalışıyoruz.
Neden?
Neler oluyor bizlere?
Bu girdaplarda boğulan ruh hallerimiz neden?
Kendi benliğimizi bile tanımakta güçlük çekiyoruz.
Konuşup içimizi dökmek isterken, kelimelerin acizliğine uğrayıp, kaba ve kırıcı konuşuyoruz.
Susmak isterken kelimelerin suskunluğuna değil, vurgulardaki ahenklikle birden lal oluveriyoruz.
Yine etkilendim.
Bir anne, bir kadın, bir birey olarak insanların duyarsızlaşmalarından, vurdum duymazlıklarından, güçlüden yana olmalarından, zayıfı itip kakmalarından etkilendim.
İnsanların küçük küçücük kalplerindeki merhametsizliklerden etkilendim.
Bu güzel ülkem de çok değil, daha bir kaç gün önce bir hekim ve bir avukatın öldürülmeleri yine nokta atişiyla  bizleri üzdü. Hekimlerimiz nasıl öldürülüyor bu nasıl bir kaba zihniyet hala anlamış değilim. 

Evet...
Günümüzün en kötü durumları şiddet ve ölüm.
Bu ülkede hekimler avukatlar kadinlar ve çocuklar öldürüldükçe bu güzelim ülkemin üstünde mutluluk sinyalleri hiç bir zaman yanmayacaktir.
Cezai muameler en ağır şekilde kanun hükmünde verildikçe caydırıcı olacağına inancimiz daha fazla olacaktir.
Bu satırları siz okurlarımla paylaşırken bir gün sonra dini bayramımız olan  Kurban Bayramınızı tüm yurtta kutlayacağız. 
Ama artan enflasyon ve zamlarla çarşı pazar o kadar durgun ki. 
İnsanlar değil kurban kesmek evlerine mutfak masrafı yapamıyor.
Parasızlık...
İşsizlik...
Kişinin ihtiyaçlarının karşılanamaması, kısacası yaşam savaşı kişilerin ruh hallerini bozup, bireyleri bunalımın eşiğine rahatça getirebiliyor.

Düşünsenize!
Toplumun farklı yaşayış tarzlarındaki insanların, bir yanda çok az bir nüfusun çok iyi bir yaşantı sürerken, diğer bir kısmı maddi yönden zor günler  yaşıyorlar.
Emekliler ve asgari ücretle geçinmeye çalışanlar sıkıntılar yaşarken, diğer bir kısmının çocuklarının  
 ellerindeki son model teknolojık haberleşme ürünleri, altlarındaki son model arabaları oyuncak gibi kullanabiliyorlar.
Markalı giyim ve oturdukları mekanların kalite ve gösterişinde içtikleri bir kahvenin bile asgari ücretle çalışan bir işçinin bir haftalık mutfak masrafını karşılarken aradaki eşitsizliğin emek değil, sadece aileden gelme bir zenginlikten kaynaklandığını kolayca görüp idrak edebiliyoruz.
İşte tüketim çılgınlığı olan  bir toplumda üretim olmayınca sıkıntılar her sektörde görülebiliyor.
Yarın Kurban Bayramı sevgili okurlarım Bayramınızı en içten dileklerimle kutlarken;

Bir anne, bir kadın, toplumun bir bireyi olarak  sizlere sesleniyorum. Hekimler avukatlar kadinlar çocuklar ve tüm insanlar sağlıklı mutlu huzurlu yaşasınlar. Ölümler olmasın. Tıp ve teknolojik açıdan  gelişen refah içinde yaşayan huzurlu bir ülke ve dört bir yanı denizlerle çevrili ülkemizde huzur diliyorum. 
Sevgilerimle