Doğru oturup doğru konuşmayanlar veya göze girmek için hamasetten beslenenler ilkesel duruşumuza zarar veriyorlar.

Hem ilkesel duruşumuza, yani ahlaki üstünlüğümüze hem de ülke siyasetine zarar veriyorlar.

Ak Parti’yi de olduğundan farklı bir parti gibi gösteriyorlar.

Ak Parti/Reis savunusu kisvesiyle kimilerinin Ayasofya üzerinden yaptığı şey maalesef Ak Parti’nin/Reis’in algısını bozmaya yönelik. Niyetleri ne olursa olsun sonuçta olan bu.

Önce temel bir tespitle başlayalım.

Danıştay’ımız bir kiliseyi camiye çevirme kararı vermedi. 1453’te camiye dönüştürülen ama 1934’te cami vasfı korunarak müzeye dönüştülen Ayasofya’yı tekrar asli hüviyetine döndürdü.

Türkiye’nin seçilmiş Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ise Danıştay’ın bu kararını idari bir kararnameye dönüştürdü.

Daha açık bir ifadeyle belirtelim:

Başkan Erdoğan kilise olan bir yeri camiye çevirmedi.

Şimdi Müslümanlar olarak Kur’an-ı Kerim’in çerçevelediği değerler sistemimize yaslanan ilkesel duruşumuza bakalım.

Hangi dine mensup olursa olsun mabetler kutsaldır. Mabetlere ve din adamlarına dokunulmaz.

Hz. Ömer Kudüs’ü fethettiğinde hiç bir kiliseyi camiye dönüştürmemiştir.

1453’te Fatih’in yaptığı şey, tarihsel bir olgudan ibarettir.

Dönemsel ve tarihsel şartlarla alakalıdır.

Fatih Hıristiyanların dinine ve mabetlerine asla düşman değildi. Öyle olmuş olsaydı fetihten sonra toplu kıyımlar gerçekleşir ve tüm kiliseler camiye dönüştürülürdü. Osmanlı devletinin değerler sistemi buna izin vermezdi.

Fatih herkesin hükümdarıdır. Fatih’in nezdinde Hıristiyan tebanın en üst derecede temsilcileri olmuş ve gayrı müslim tüm unsurlar dinlerini yaşamak ve yaşatmak konusunda özgür olmuşlardır.

Ayasofya sadece fethin sembolü olsun için camiye dönüştürüldüğünde eski hüviyetine karşı düşmanca/vandalca bir tutum sergilenmemiştir.

Ayasofya meselesinin bilir bilmez ağızlarda sakız yapılması hoş değildir.

İç siyaset malzemesine dönüştürülmesi yakışıksızdır.

Başkan Erdoğan’ın yaptığı Ayasofya üzerinden siyaset değildir ama Osmanlı hukuku-Cumhuriyet hukuku metaforu üzerinden yapılan saldırılar Erdoğan düşmanlığının Ayasofya vesilesiyle dışa vurumudur.

Sanki Ayasofya bugün kiliseden camiye Erdoğan tarafından çevrildi algısı oluşturanlar bilsinler ki bu algı operasyonlarıyla siyaset yapmış olmanın ötesinde ülkelerine kötülük etmiş oluyorlar.

Başkan Erdoğan’ın Ayasofya üzerinden Atatürk düşmanlığı yaptığı iddiası kocaman bir yalandan ibarettir. Siyaseti bu kadar düzeysizleştirmenin anlamı da gereği de yok.

Osmanlı adına Cumhuriyet düşmanlığı yapmak ne kadar yanlış ve zararlı ise Cumhuriyet adına Osmanlı düşmanlığı yapmak da bir o kadar yanlış ve zararlıdır.

Hakeza Atatürk-Erdoğan düşmanlığı da öyle. Bir dönemin yanlış bir uygulamasına vurgu yapmak Atatürk düşmanlığı biçiminde yorumlanmamalıdır.

Kim ki Atatürk’ün arkasına geçerek Erdoğan düşmanlığı yaparsa bu ülkeye kötülük etmiş olur. Kim ki Erdoğan adına Atatürk düşmanlığı yaparsa sadece Erdoğan’ın şahsına ve hareketine değil ülkenin bizatihi kendisine kötülük etmiş olur. Herkes kendi düşmanlığını kendisi adına yapsın, illa da düşmanlık meraklısı ise.

Başkan Erdoğan’a Padişah/Halife misyonu giydirmek isteyenler bilsin ki o bakış açılarıyla Erdoğan’a yönelik malum çevrelerin algı operasyonlarına alet oluyorlar. Dahası Erdoğan’ın demokratik ve birlikçi siyasetine zarar veriyorlar. Ülkemizin algısını da bozuyorlar.

Başkan Erdoğan’ın Ayasofya’nın ibadete açılacağı gün imamlık yapmasını veya hutbe okumasını salık verenler bilsinler ki bu akıl faydadan çok zarar getirir.

Erdoğan Ayasofya’nın imam-hatibi değildir; bu ülkede yaşayan herkesin başkanıdır.

İstanbul yeniden fethedilmiyor ve biz yeni bir ordu kurup fethe açılmıyoruz. Kimsenin topraklarında gözümüz yok. Dünün fetih anlayışını bugüne taşımak isteyenler sadece hamasetlerinin kurbanı olmazlar, ülkelerini de felaketlerin eşiğine sürüklerler.

Siyasi akıl hamaset üzerine oturursa felaket kaçınılmaz hale gelir.

Yanlış savunulara gerek yok.

Yanlış savrulmalar ilkesel duruşumuza ve ahlaki üstünlüğümüze zarar verir.

“Biz egemen bir ülkeyiz, istediğimizi yaparız. Gerekirse bugün bile kiliseleri camiye çeviririz. Bu bizim egemenlik hakkımızın bir gereğidir. Kimse bizim içişlerimize karışamaz!” türünden açıklamalar getirenler bilsinler ki egemenlik hakkı denilen şey bu değildir.

Egemenlik anlayışını bu çerçeveye oturtup Ayasofya üzerinden yanlış tartışma mecraları açanlar bilesiniz ki ilkelerimizi zehirleyerek bizi olduğumuzdan farklı göstermek isteyenlerdir.

Aynı bakış açısının Esed ve Sisi gibi diktatörler tarafından kullanıldığını düşününüz.

İsrail terör devletinin egemenlik hakkı üzerinden daha tehlikeli şeyler yaptığını varsayınız.

Ne yapacağız bu durumda, ne diyeceğiz?

Birilerinin “Ee onlar zaten yapıyor!” dediğini duyar gibiyim.

Biz de sonuna kadar eleştiriyoruz ve tavır koyuyoruz inançlarımız ve insanlık adına. Bizim farkımız bu işte. Bizim ilkesel üstünlüğümüz bu farklılığımızdan geliyor işte.

İspanya’yı ve Yunanistan’ı emsal gösterip “Onlar ülkelerinde cami mi bıraktılar?” demek, İslamiyet düşmanlığı eksenindeki Avrupa vandalizmine yönelik haklı bir eleştirinin ötesine taşarsa yolumuzu şaşırırız. Onların yaptığını biz hiç yapmadık. Yapmayız. Yaptırmayız.

Şimdi onlar da kalkıp “Biz egemen bir devletiz. Gerekirse camileri kiliseye çeviririz. Hatta ahır yaparız!” derlerse ne farkımız kalır bizim?

Biz kendimizi ne bu yanlış egemenlik anlayışının içine yerleştiririz ne de onlara benzemek gibi azim bir günahın içine gireriz.

Ayasofya meselesindeki haklı ve asil duruşumuza kimse gölge düşürmeye kalkışmasın. Bizi de biz olmaktan çıkartmaya yeltenmesin.

Yeterince düşmanımız var zaten.

İlkesel duruşumuza ve moral üstünlüğümüze halel getirmeye çalışanlar bilinmelidir ki bize asıl kötülüğü edenlerdir.