Demokrasi adam gibi adamların sağlıklı yürüteceği bir sistemdir. Açacak olursak bugün sadece adının arkasına saklandığımız Atatürk’ün işaret buyurduğu : “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” insanlara layık bir rejimdir. Bu tarifin dışında kalan insanlar birilerinin adamı yada adamın adamı olduğu için demokrasiyi büyüklerinin yada bağlandıkları şahıs ve çevrelerin işaret buyurdukları tarafa yönelmek olarak anladıklarından demokrasinin faziletinden ve insanlara sunacağı imkanlardan habersizdirler. Hatta demokrasi bizler için lükstür. Bizler için gereksizdir. Konuyu fazla uzatmadan sizleri Yeniçağ Gazetesi yazarlarından değerli öğretim üyesi Özcan Yeniçeri’nin “Şahsiyet ve Otorite” başlıklı yazısıyla baş başa bırakıyorum:
“Kendi ayaklarıyla kendi vücudunu taşıyamayan insan ne ise kendi aklıyla kendi yönünü tayin edemeyen birey de odur. Sürüngen olmak, bel omursuz yaşamak ve el etek öpmek bazı insanların kader olarak algıladıkları bir süreçtir. Bu türlerin temel davranış biçimleri başkalarının sırtına bir kene gibi yada eteklerine bir asalak gibi yapışmak suretiyle yükselmektir. Şahsiyet ve kişilik öncelikle özgür insanların işidir. Esaret ise bir takım insanlara yada otoriteye bağlı olmak değil; kendi güdüleri,ihtiyaçları ve saplantıları karşısında bireyin kendi iradesini bağımsız kılamamasıdır. Zira birey otoriteye kendi karşı koyamadığı saplantıları yüzünden tabii olmak gereğini duyar. İhtiyaç, güdü ve arzusu karşısında özgür kalabilen kişinin kendi inançlarının dışında; her hangi bir unsura bağlı olmak gereğini duyması söz konusu değildir.
İktidar putu karşısında şahsiyetli insan olabilmek hele insan kalabilmek oldukça zordur. Bu tür bir anlayışta Korkunç İvan’ın dediği gibi iktidar tanrıdır. “İktidara karşı gelen Tanrı’ya karşı gelir; Tanrı’ya karşı gelen ise kafirdir. Bu da günahların en büyüğüdür. Bu sözler bütün iktidarlar için doğrudur, kan ve savaşla elde edilenlerde bile…”
İrade koyma yeteneğini iktidara teslim etmek sistemle sözleşme yapmanın ilk şartıdır. Şahsiyet olmaktan çıkıp, bireyselliği terk edip kemiyet haline gelmekle otoriteye verilmesi mümkün olan en büyük bahşiş verilmiş olur. Bürokratik tarzda yapılmış olan bu sözleşme yabancılaşmayı doğurur. Birey kendi benliğinden ve doğadan ayrılarak yapmacık bir dünyaya her hangi bir külte ( ki bu kült; bürokratik devlet, lider, patron, yönetici vb. olabilir) teslim olarak kendi özünü, erkini, yaratıcılığını, farklılığını dışlayıp kendisine yabancılaşır. Böyle bir bireyin şahsiyeti yoktur. Artık o amaç olmaktan çıkmış araç haline gelmiştir. Tabi olduğu sistemin,bürokratın veya bürokratik devletin amaçlarına hizmet eden bir araç. Kendi aleyhine alışkanlık kazanmış bir başkasıdır. Onun bir kral soytarısı, yönetim dalkavuğu veya efendisinin uşağı olması bu gerçeği değiştirmez.
Bireyin kendi kaderi, işi ve hayatı üzerinde egemen olma duygusunun yüksekliği aynı zamanda onun şahsiyetinin derecesini gösterir. Hiçbir önemli sürece katılmayan, kovada taşınan kum taneleri gibi bir grubun, pasif, hareketsiz üyeliğini kabul etmiş olan bireyde şahsiyetin gelişmesi söz konusu olmaz. Örs yerine çekiçliği, diş yerine otluğu, yöneten yerine yönetilen olmayı peşinen kabul eden bireyin bir sayıdan farklı yanı yoktur. Pasifliği, seyirci kalmayı, etliye sütlüye karışmamayı ilke edinen bir şahsın kendi kapasite, yetenek ve değerinin bilincine varması söz konusu olmaz.
Adam olmak için adamcılıktan süratle vaz geçmek gerek. Herhangi bir grubun üyelerini şahsiyet olmaktan çıkaran önemli faktörlerin başında adamcıl bir tavır takınmak gelmektedir. Liderler, yöneticiler, patronlar, ağalar yada bürokratlar şahsiyet sahibi insanlar aramak yerine kendilerine kayıtsız şartsız tabi olacak kimliksizleri tercih etmektedirler. Onlar için esas olan düşünce ve uygulamalarını her şart altında destekleyecek,acınacak derecede kör bir sadakatle kendisine bağlı olacak insanlarla etrafını doldurmaktır. Bu türden insanlar;liyakat yerine ahmakça bir sadakat,üretmek yerine tüketmek,fikir yerine eylem,emretmek yerine emir almayı tercih ederler. Başkaları düşünür, planlar, karar verir, onlar da uygularlar.
Günümüzde ideolojiler, dinler, siyasi görüşler, doktrinler, liyakatler ya da üstün ahlak anlayışları esas alınarak insanlara değer atfedilmemekte; yöneticiler yada liderler etraflarında kendilerine muti, tabi ve uşak olacak kişiler istemektedir. Şahsiyet ve liyakat cezalandırılmakta kimliksizlik adeta özendirilmektedir. Ne kadar az kişilik sahibi olur, az düşünür, az üretir, az itiraz edersen itibarın o kadar fazlalaşır. Bu bakımdan özellikle ülkemizde birinci plandaki yönetici ve liderlerin yanında ikinci sınıf kişi yoktur. Adeta kurumlar ve diğer örgütler bir kez başa geçen insana sonuna kadar tahammül etmek zorunluluğunu bu yüzden hissetmektedirler. Son otuz yılın siyaset, sanat, iş dünyası ve kültür hayatının lider ve yöneticilerinin hep aynı kişiler olması sebepsiz değildir. Bir yerde bir kral bir de soytarıları, bir lider bir de dalkavukları, bir yönetici bir de yağcıları varsa orda üst makamlar kolay kolay boşalmaz. Hasbelkader boşalsa bile yerine yenisinin konulması kısa zamanda mümkün olamaz.”
Dersimiz demokrasi diyerek konuya girdik. Acaba biz demokrasinin neresindeyiz?

Görüntünün olası içeriği: Rifat Karaduman, ayakta