Bir yağmur damlası usul usul gökyüzünden yeryüzüne süzülürken aşağıda çalkalanmakta olan ummanı görür de “Hey Tanrım ! “ der.”Ben ne kadar küçük ve acizim”.O’nun bu sızlanışını duyan bir istiridye damlacığı bağrına basar ve damlacık “İnci” olur.
Meslek hayatımın,Küre Dağlarına başı dik ve çalımlı bakan Paşalı’dan atılan ilk adımın da yol haritam,mesleki felsefem işte Mevlana’nın yukarıdaki ilim hazinelerinin en ışıltılı ifadelerinde çizgisini bulmuştu.
Kastamonu ili,Çatalzeytin İlçesi,Paşalı Köyü...Çam ormanları içerisinde kır çiçeklerinin yüzlerce ayrı çeşidini keşfettiğiniz,hayatınız boyunca bir daha başka hiçbir yerde göremeyeceğiniz her bir kanadı bir avuç büyüklüğünde renk ve desen harikası kelebekler,Akçay’a karışıp giden maden suları...
Küre Dağlarını yalayarak yamaçlara çarpıp yağmur olan sisi,evimin camından seyrediyorum. Bir yandan da karanfilli çayımı yudumlayıp.çaprazımda samanlıktan dönüştürme küçük ahşap okuluma bakıyorum.Karadeniz’in hırçın rüzgarları ile kucaklaşıp dalgalanan bayrağı olmasa okul olduğu hiç anlaşılamayacak,harabe binaya bakıp Veysellerin,Şerifelerin,Sevgi ve Sezailerin geleceklerini düşlemek...Bahçedeki ıhlamurun altında yazın çay yaptığımız taş ocak da benim gibi canlanmak için baharı bekliyor.Sümüklü burunlarını çeke çeke,almadan al yanakları ile itişe kakışa koşan,daha uzak başka köylerden derelere bata çıka ıpıslak gelen ve dudağının kenarında uçuğu hiç eksik olmayan Mehmetler,Satıları ve onların geleceğini düşlemek kaç öğretmenimize nasiptir bilemem.
Paşalının gündemi:
-Genel olarak ineklerin iyisi nasıl olur, kimin ineği daha iyidir,
-Kim Çatalzeytin’i görmeden İsviçre’ye (!) gitti ?
-Muhtarlık seçimini İsmet mi kazanacak ? Şirafettin mi ? gibi maddelerle meşgulken,bizler kendi iklimimizden,kurum kültürümüzden köye katkı sağlamak için didinir dururduk.Bazı arkadaşlarımız bu çabalarında yenilir ve kahvede “ fayans döşeme “ çalışmalarına hız verirdi.
Tabiatın olağanüstü,tarif edilemez güzelliği yanında monoton sosyal hayat beni de esir almıyor değildi doğrusu.Böyle zamanlardan birinde ellerimi başımın arasına alıp,Küre Dağlarına dalmışım.Evime en yakın ev Sıhhiye-Çankaya kadar mesafede.Su yok,elektrik yok,yol yok,dünya ile tek bağlantım pilli radyo.Yıl 1982 böylesine ümitsiz olduğum bir gün ,şu anda Hacettepe Üniversitesi İnkılap Tarihi Kürsüsünde Doçent olan ağabeyime bir mektup yazmış ve ne yapacağımı sormuştum. Aldığım cevap yazının girişinde Mevlana’dan alıntı olan ve meslek felsefem,yol haritamı oluşturan bir cevaptı.Sana minnettarım Derviş Ağabey.
Yol haritam belli oldu. Damlayım ama ummanın parçasıyım,bağrından inciler çıkaran istiridye olmalıyım.
Pilli radyom Kerkük Türkmen Radyosunu çekiyordu. Birçok mahnı ezberlemiştim. Kendim de mahnı yazmak için denemeler yapıyordum. Klasik Türk Sanat Musikisi parçalarının söz ve makamlarını dinleye dinleye ezberlemiştim. Hızımı alamamıştım,köyde konuşma dilinde kullanılan farklı kelimeleri kaydediyordum. İleride çok mizahi bulduğum bir muhtarlık seçimini bu kelimeleri kullanarak yazmayı düşünüyordum. Bulduğum kelimelerden biri “kodak” idi. Halen kullanılıyor mu bilemiyorum ama 24 yıl öncesine döndüğümde beni gülümseten bir hadisedir. Kodak kelimesini birbirlerine kartopu atarken çocuklar söylemişti.”Gelin bakalım,nedir kodak” dediğimde,utana sıkıla birbirlerinin gözlerine bakarak”çocuk örtmenim” demişlerdi.Unutmamak için bu kelimeyi cümlede kullanayım dedim.Karadeniz’in incecik patika yollarını bilenler anlayacaktır.Önde ben,arkada sıra sıra köyün eşrafından yaşlı teyzeler ev gezmesinden dönüyoruz.Tam sırası diye arkamı dönüp “ aman aman ne kodak gibi peşime takılmışsınız ya.” diyorum. Birden herkesin suratı asılıyor ve kimse benimle konuşmuyor. Mesele sonradan anlaşılıyor ki kodak “ eşek sıpası “ anlamına geliyor imiş. Çocuklar utandığından bana doğruyu söyleyememişler.Durum anlaşılıncaya kadar ben epey bir üzüldüm.Ancak köyde çizilen yol ve mesleki haritam doğrultusunda yoluma devam ettim.
Ben büyük şehrin hay huyuna,rantına,trafiğine,yalanına,hırsına,vefasızlığına,alışamadım.Köy öğretmeni masumiyeti ve ideallerim bir tarafımdan beni hep çekiştirdi ve uyardı,ona da minnettarım.Benim kalbimin bir köşesinde ve şuurumda Kurtuluş Savaşının çamurlu yolları,çıplak ayaklı ama bir avuç inanmış insanları ile emperyalist dünyaya kafa tutan Ankara’sı yatıyor.
Öteki köylerden ve Paşalıdan burnunu çeke çeke dere tepe aşarak gelen ve uçukları hiç geçmeyen küçük gülen masum yüzler,onların önderleri,modelleri öğretmenlerim,mübarek vatanımın hangi köşesindeyseniz ses verin.Heyyyy sizi çok sevmiştim,hala gözümde tütüyorsunuz,muhabbetle kalın....