Emeklilik sonrası rahatsızlığım nedeniyle çalışmadığım kısacık sürede kendimi nasıl oyalayacağımı bilemediğim zamanlardı. O yıllarda yaşadığımız Beşiktaş'ta halk eğitim merkezi ve ismek'in thm, tsm, resim ve hatta ingilizce kurslarına bile yazılmış, oradan oraya koşuyordum sebebini o zamanlar bilemediğim içimdeki o korkunç boşluğu doldurabilmek umuduyla. Çocuklarım artık büyümüş, küçükken annelerine onca hayranken, onları büyütüp yetiştirme, bir taraftan geceli gündüzlü nöbetler tutup çalışma sebebiyle tek kitap bile okuyamadığım, kendimi geliştirmeye zaman ayıramadığım uzun yılların sonunda artık beğenmez ve sıkça eleştirir olmuşlardı. Onlara kötü örnek oluyormuşum meğer aşırı fedakarlığım, kendime zaman ayırmamamla.

İşte o günlerde ingilizce kursu hocamız ödev olarak bir sayfadan az olmamak üzere, evde en büyük hayalimizi yazmamızı söyledi. Ertesi gün sınıfta tek tek okuyacaktık. Elime kalemi alıp bütün akşam düşündüğüm halde, en büyük hayalim, o günlerde teslim alacağımız bahçe katı evimizin mutfağında, çocuklarım, gelinim, damadım ve torunlarıma hazırlayacağım mükellef bir pazar kahvaltısının ötesine geçemiyordu. Bu hayali anlatmam da bir paragrafta bitiyordu. Yapacak bir şey yoktu, benim en büyük hayalim buydu ve bu kadardı anlatması.

Zaten yeterince uzun olmadığından bir de çok hatam olmasıyla ertesi gün sınıfta mahçup olmama adına ödevimi oğluma kontrol ettirmeye karar verdim ve odasına giderek durumu özetleyip rica ettim. Zaten kısacık olduğundan okumasını bekledim. Okurken birden yüz ifadesinin değiştiğini gördüm, anlam veremedim. Yanlışın, eksiğin yok annecim, gayet doğru cümlelerin diyerek geri verdi ödevi ama ağlamaktan beterdi hali. Zamane gençlerine çok da soru sorulmuyordu ki, soramadım da, alıp çıktım ödevimi.

Ertesi gün çoğunluğu benim gibi emekli olan sınıf arkadaşlarım ödevlerini okumaya başlayınca hayretten hayrete düştüm ve daha da sıkıldım en büyük hayalim için. Arkadaşlarımın ne zengin, ne renkli hayalleri varmış meğer. Bilmem ne adalarında ünlülerle kahvaltılar, danslar daha neler neler. Sıra bana geldiğinde çaresiz okudum çocuklarım için pazar kahvaltısı hayalimi. Sınıfta buz gibi bir hava esti. Genç hocamız, sizin hayaliniz çok sönük kalmadı mı arkadaşlarınızın arasında, daha iyi bir hayaliniz yok muydu gerçekten dedi.

Konu biraz tartışıldı geçti diye sevinmişken asıl bomba hafta sonu Ankara'dan ODTÜ'de yüksek lisans yapan kızımın gelmesiyle patladı. Oğlum telefonda ablasına anlatmış en büyük hayalimin onlara pazar kahvaltısı hazırlamak olduğunu ve çok üzüldüklerinden benimle konuşmaya karar vermişler. Onca yıllık yorgunluğumun sonunda bu şekilde bir de suçlu bulunup hesabını vermek zorunda kalacağımı hiç düşünmemiştim, iyi bir şey yaptığımı sanıyordum, değilmiş meğer.

Kırmamaya çalışarak da olsa annelerine tavrının doğru olmadığı, aşırı fedakarlığının üzerlerinde kendileri için hayatını feda ettiği baskısı yarattığını izah ettiler. Kendin için hayal kur, nasıl bir hayat istiyorsan onu gerçekleştir, bizim üzerimizden hayal kurma, biz bu yükü istemiyoruz dediler açıkça. Artık anneleri için ne kadar geç ve zor olduğunu da onlar bilmiyordu. Benim o zamanlar onlarsız hayalim olmadığı gibi başka bildiğim alternatif yaşantı da yoktu ki. Çaresiz söz verip ayrıldım yanlarından ve düşünmeye başladım.

Doğru söylüyorlardı gerçekten ve asıl ilginç olan evleninceye kadar hayalperestliğiyle ünlü, kendisini izlediği filmlerin, okuduğu romanların kahramanlarının yerinde hayal eden o cıvıl cıvıl kıza, o sınırsız renkli hayallerime ne olmuştu sahi! Galiba başa dönüp kendimi bir güzel sorgulamam gerekiyordu. Tek kitap okuyamadığım, ayağımı uzatıp bir film, televizyon bile izlemediğim, laboratuvarlarda ve mutfakta geçen onca yıl nasıl telafi edilirdi ki. Hele bunca yorgunlukla ve kansere kadar dayanmış tonla sağlık sorunuyla. Zordu ancak illa imkansız değildi, mutlaka telafi edilmeliydi.

İşte on üç yaşımda, katıldığım parasız yatılı sınavlarında dördüncülük derecesiyle İzmir Karataş Kız lisesinde okumaya hak kazanmışken okuldan alınıp, üstelik kendimden yirmi beş yaş büyük bir adamla evlendirilmeye kalkışılmam nedeniyle, anneme, babama, ağabeylerime karşı verdiğim, örselenmişlik dolu iki yıl süren okumaya devam edebilme mücadelemden sonra, hayatımın ikinci zorlu mücadelesi de çocuklarımı hayal kırıklığından kurtarma, kötü değil, olması gereken doğru örnek olabilme gayesiyle böylece başladı ancak bu kez de hiç kolay olmadı. Üstelik hala tamamlanabilmiş de değil. Rab'bimin lütfuyla , ömrüm yeter, sağlığım el verir de nasip olur tamamlanabilmek de inşallah.

2004 Yılında meme kanserini önlemek gayesiyle verilen anti hormon terapi ilacının henüz iki yıl bile kullanmamışken rahim kanseri yapması üzerine, apar topar ameliyatla rahim ve yumurtalıklarımın alınması ve bu sebeple hormonal dengemin de alt üst olması bardağı taşıran son damla olmuştu. Güven kaybına uğramış sorunlu evliliğim de nedeniyle içinde bulunduğum bunalım dayanılmaz hale gelmişti. Yıllarca sabır, özveri gösterdiğim, kendisinin hasta olduğu yıllarda adeta sırtımda taşıdığım çocuklarımın babasından hiç destek görememek, dahası evliliğin gittikçe sorunlu hale gelmesi ve parası için evli kalmaya devam ettiğim gibi onur kırıcı bir ithamı nedeniyle hiçbir şey istemeden, bağlanan nafakayı da almayarak tek celsede boşanmayı bulabilmiştim çare olarak. Boşanmıştım fakat yavrularımı bırakıp gitmeyi göze alamadığım gibi, tamda eğitimlerinin kritik döneminde etkilenerek mağdur olmamaları adına beş yıl daha kararı tebliğ etmeden düzelmesi için sabır, çaba göstermek zorunda kalmıştım.

2008 Yılında çocuklarımın peş peşe yurt dışına üst eğitime gitmesiyle de iyice boşluğa düşmüştüm. Tatil dönüşü geçirdiğimiz kötü bir trafik kazası da son travma olarak eklenmişti üstelik. Artık derin bir suskunluk dönemi başlamıştı. Halimden hiç memnun değildim. Ne okumak, ne bir film izlemek, ne de evden çıkıp bir yürüyüş, alış veriş yapmak geliyordu içimden.

Susuzluktan kuruduklarını gördüğüm halde çiçeklerime bir tas su bile veremiyordum. Bu yaşama sevincini yitirmiş, hayatında bir şeylerin yanlış olduğunun farkında ancak değiştirme düşüncesine bile cesareti olmayan, hiçbir şeyi tek başına başaramayacağına inanmış, yılmış, hayata küsmüş kadın ben değildim, olamazdım.

Çocukluğumdan itibaren tam bir kitap kurdu olduğum halde, yirmi yaşımda evlenip hemen peş peşe iki çocuk annesi de olunca, her şey gibi okumayı da bırakmıştım zamanım, halim yok bahaneleriyle. Gittikçe kendimden uzaklaşmış, kendimi çocuklarıma, yuvama, işime adamıştım. Emeklilik ve çocuklarımın evden ayrılmasıyla da doğal olarak hayata tutunma zorunluluklarım ortadan kalkmış, sudan çıkmış balık gibi çırpınır, can çekişir olmuştum. Ya ölümüne cesur bir hamleyle kayıp yılları telafiye cesaret edecektim ya da gittikçe daha da dibe vuracaktım. Dibe vurmadan yüzeye çıkılamayacağı sözüne uygun olarak vurdum da.

Psikologlara, psikiyatristlere koştum gecelerimi zindan eden karabasanlar, zihnime üşüşen kaygı dolu düşüncelerle baş edemeyip ancak çare de olamadı hiçbiri. Anlattıkça kendimi daha kötü hissediyordum. Biliyordum çare bendeydi, azim, irade gösterebilmemde, değişebilmemdeydi ama nasıl olacaktı hiç bilemiyordum.

Rab'bimiz imdada koştu hep olduğu gibi. Bir kitapta rastladığım Ayetel Kürsi’nin koruma duası olduğu bilgisi dikkatimi çekmişti. Peş peşe hastalık ve badireler nedeniyle kaygı bozukluğu belirtileri başlamış, hatta tanı konulmuştu. Her an kötü bir şey olacakmış korkusuyla kabus gibi yaşıyordum. İlaçlar da fayda etmiyordu. O gece yatmadan önce okumaya başladım hemen. İhtiyacım olan ilaçların verdiği geçici bir uyuşukluk değil, kendimi ve çocuklarımı güvende hissedebileceğim bir sığınak, güvenceydi.

İşte o tek emin sığınağa giden yol olmuştu o kutlu ayet şükürler olsun. Okuya okuya bir baktım ki ezberlemişim. Haydi şu duayı da okuyayım, hiç olmazsa arada bir namaz kılmaya çalışayım derken uzun zaman alsa ve arada engel pek çok tuzaklara düşsem de beş vakit namazımı kılabilmeye başlamış, artık korkmaz olmuştum çok şükür.

Dört yıl önce evden ayrılamama sebebim olan, çocuklarımın eğitimlerinin zarar görme riski, kendime ait evimin olmayışı, emekli gelirimin yetersizliği gibi engeller peş peşe mucize gibi gelişmelerle bir bir ortadan kalkmaya başlamıştı. Oyak evlerinden ev sahibi olduğum gibi bayram ziyaretinde tanıştığımız yaşlı bey İstanbul’daki büyük bir özel hastaneler zincirinin laboratuvarlar sorumlusu çıkmış 1500 liralık iş teklifinde bulunmuştu. Oyak bankın satılması, kar payı dağıtılmasıyla emeklilik sisteminde bıraktığım 18000 lira para birden 50000 liraya, oyaktan da emekli maaşı almaya başlamamla maaşım da 1500 liraya çıkmıştı üstelik.

Tam da o günlerde internette arama butonuna yazdığında her bilgiye ulaşılabildiğini de yeni keşfetmiştim. 2009 yılında, özel İtalyan Hastanesinde yeniden çalışmaya başladığım zamanlarda okuduğum bir kitap vesilesiyle tasavvuf okumaya iyice heveslendiğim, ancak ne okumam gerektiğini bilemediğim günlerde, o zamandan beri de eğitim sistemim olan metotla arama butonuna tasavvuf yazdım, Yunus Emre, Mevlana yazdım, bıkmadan usanmadan okudum, aradım. Ve sanıyorum ne çok istediğimi görüp, samimiyetime inanan Rab'bim ilk öğretmenimi karşıma çıkardı şükürler olsun.

İnternetteki bir gazete röportajında, o zamanlar hiç tanımadığım, emekli öğretmen albay, Hz. Mevlana aşığı, son mesnevihan Şefik Can Dede, (Allah'ımız ondan ebeden razı olsun.) aynen şöyle diyordu; "Demek sen bu güzel yola niyetlendin, neler okumam gerek diye soruyorsun öyle mi? O halde hemen bunlardan başlamalısın."
Aradığım tam da böyle bir şeydi. Kur'anı Kerim mealinden, Mesneviye, Niyaz-i Mısri Şerhlerine kadar yaklaşık on beş kitaplık bir liste idi. Daha sonra o röportajı, listeyi yeniden aradığımda hiç bulamadım. Zaten bilgisayar başındaydım, hemen üye olduğum kitap satış sitesinden siparişlerimi verdim. İki gün sonra kitaplarım geldi ve hemen heyecanla okumaya başladım. Kitaplar bittiğinde Salihli'ye hicretim gerçekleşmişti bile.

Yeni sıfırdan düzen kurmuş olmam, çalıştığım özel hastaneden de yolsuzluklarına, hasta hayatını hiçe sayan sorumsuz uygulamalarına göz yummadığım için işten çıkarılmamla da parasız kaldığımdan artık yeni kitap alacak durumda değildim. Halk kütüphanesine üye oldum ve on beş günde bir üç kitap alıp bitirip yenisini aldım. Her gittiğimde o süreçte neyi okumaya ihtiyacım varsa o kitap kütüphane raflarından elime geliyordu adeta. İki yıldan fazla bir süre yoğun bir şekilde okudum. Okuduğum her şeyi hayatıma geçirmem gerektiği söyleniyordu kitaplarda. Tıpkı disiplinli bir öğretmen gibi azarlıyorlardı bile hatta hata yaptığımda.

İmam Gazali zikirlerimi veriyordu, zikrin “La ilahe illallah” olsun diyordu, başlıyordum hemen, 70.000 çektiğimi hatırlıyorum. Balkonumda, ay ışığında zikir sefalarımda bazen dalıyor, yakaza halinde bembeyaz ayva çiçekleri içinde geziniyor, kocaman salonlarda bembeyaz tennureleri ile dönen semazenler görüyordum. Kitaplardan öğrendiğim tavsiye edilen sure ve lafzlardan kendime bir vird bile oluşturmuş her gün yapmaya başlamıştım. Komşularım evde tek başıma kapalı olduğumu düşünüp üzülüyorlardı belki gelip geçerken bakışlarından anladığım kadarıyla ama ben hiç yalnız değildim, hatta ev çok kalabalıktı. Böyle neredeyse kimseyle görüşmeden sadece okuma ve ibadetle geçti iki yıla yakın süre.

Sonra ay ışığında gelen ilham, yazma aşkı, Ay Işığında adlı ilk yazımla küçük küçük yazma faslı başladı. Rab'bimize yönelmek, sığınmak ve her gün beş vakit, her rekatte namazlarımızda okuduğumuz Fatiha/5 de söylediğimiz gibi O'na inanmak, sadece O'nun rızasını ve O’ndan yardım dilemek ilk şart. O tek emin sığınak, yol gösterici, yardımcı ve öğretmen. Bir güzel sözde dendiği gibi, dilerse kulunu sahte şeyhle bile irşad ettiği gibi, okumak, öğrenmek isteyene cümle alemi öğretmen de tayin ediyor elhamdülillah. Ne hallerden bu hallere eriştiren Rab'bimiz devamını, tamamlanmayı, hakkını verebilmeyi, layık olabilmeyi de nasip eylesin inşallah. Amin.

Herşey aşk’dan; okuma, öğrenme arzusu, değişebilme gücü de illa aşk’la!

İlla Aşk/ Adevviye Şeyda

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, gözlük ve yakın çekim

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ayakta ve oturuyor