Türk Milliyetçileri, toplumun birlik ve bütünlüğü konusunda çok hassastırlar. Toptancı ve kavrayıcı bir tutum ve anlayış içindedirler.

Türkiye Türklerindir !.

“Anadolu, tarihte Türk’tü ; bu gün de Türk’tür ; ebediyyen de Türk kalacaktır !.”

Büyük Atatürk’ümüzün -özellikle- Türk gençliğine gösterdiği büyük hedeflerden biri olan bu deyişi, “Ana Konu”yu ortaya koymaktadır.

Anadolu,dünyanın en zor coğrafyasına sahip bölgelerinden biridir. Stratejik açıdan bakıldığında, çok önemli bir kesişme noktası olduğu görülür. Asya ile Avrupa ve Ortadoğu’nun adeta kilidi gibidir. Başka bir deyişle “ Yolgeçen Hanı “ gibi bir konumu vardır.

Böylesi bir coğrafyayı vatan yapıp oraya hakim olmak, kolay bir iş değildir.

Nitekim, bu coğrafyanın Türk’lerden evvelki tarihine baktığımızda, nice kavimlerin ve devletlerin gelip geçtiğini ; ama burada uzun süreli bir hakimiyetin kurulamadığını görürüz. Bu coğrafyaya hakim olup orayı “ Vatan “ yapmanın bedeli, çok ağırdır.

Türk Milleti, en az bin yıldır bu ağır bedeli ödeyerek burayı, ebedi “ Türk Vatanı “ yapmıştır. Her Türk’ün gözünde Anadolu, mukaddes Türk vatanıdır.

 Vatanı koruyup-kollamanın ağır bedeli, Türk Milleti tarafından halen ödendiği gibi, sonsuza kadar da ödenmeye devam edilecektir.

Anadolu’nun Türk vatanı olarak kalmasının ilk ve en zaruri şartı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Türk’ler tarafından yönetiliyor olmasıdır. Bu zaruret, “ Olmazsa Olmaz “ bir mecburiyettir.

Aksi durum, - en azından - ödenecek bedelin ağırlığını arttıracaktır.

Anadolu’ya “ Türkiye “ adını biz koymadık. Yabancı tarihçiler tarafından konulan bu ad, bizim tarafımızdan kabullenilmiştir. Böylelikle “ Türkiye “ adı, Anadolu’nun “ Türk Vatanı “ olduğunun bir nevi tescilidir.

Peki “ Türk “ kimdir ?.

Yine büyük Atatürk’ümüzün tarifi ile “ İstiklal harbini zaferle sonuçlandırıp, cumhuriyeti kuran halkın adı, Türk Milletidir. “

Türk adı, bir kavminin , bir boyun, ya da bir aşiretin adı değil; ama bunların tamamını  kapsayan, birlik ve bütünlüğün sembolü bir terimdir.

Peki bu büyük şemsiyenin altında hangi boylar, kavimler, aşiretler vb. bulunmaktadır ?.

Bunları tek tek saymanın anlamı yoktur. Anayasamızın amir hükmü ve Atatürk’ümüzün tarifiyle, “ Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı ve kendini Türk Milletine mensup hisseden herkes Türk’tür.”

Bu tarif, ayni zamanda ne yapılması gerektiğinin de ölçüsüdür. Milli birlik ve bütünlüğümüzün sağlanmasının yol göstericisi, adeta pusulasıdır.

Bu pusula, bize farklılıklarımızın zenginlik değil, zaaf olduğunu, dolayısıyla bunların güçlendirilmesini değil, tam tersine, müştereklerimizin öne çıkarılıp güçlendirilmesini emreder.  Mozaik, ebru,  çiçek bahçesi vb. güzel sözlerle farklılıklarımızı öven söylem ve eylemler, bilinmelidir ki, bölücülüktür, ayrımcılıktır !. Hedef, daima sosyal ve kültürel  anlamda, toplumumuzun müştereklerini, ortaklıklarını arttırmak ve güçlendirmek olmalıdır. Atatürk, Tevhid-i Tedrisat Kanununu, bu maksatla uygulamaya koymuştur. 

Bu hedefe de, ancak ve sadece Türk Milliyetçilerinin yönetimi altında ulaşabiliriz. Türk Milliyetçileri, toplumun birlik ve bütünlüğü konusunda çok hassastırlar. Toptancı ve kavrayıcı bir tutum ve anlayış içindedirler.

Ama bu gün Türk Milliyetçilerinin hali, -malesef- içler acısıdır !. Birbirine düşmüş, paramparça , hata atomize olmuş, parçaların da birbirleri ile kavga eder hale gelmiş olması, milli geleceğimiz açısından büyük bir handikap teşkil etmektedir !.

Benim ömrüm boyunca yapmaya çalıştığım şey, işte bu bölünüp parçalanmalara karşı mücadele etmek ve “Ülküdaşlık Hukuku”nun canlı ve geçerli olmasını sağlanmaktır. 

Ülkücü-Milliyetçilik, Türk Milliyetçiliğinin özel bir halidir. Bu “ÖZEL”lik, milliyetçiliğin hayat tarzı haline getirilmiş, Türk Milletinin milli ülküsünü hayatının gayesi olarak benimsemiş olmayı gerektirir. Başka bir deyişle ülkücülük, Türk milliyetçiliğinin eyleme geçmiş halidir.

Peki “Türk Ülküsü” nedir ?.

Tafsilâta girmeden, ana hatlarıyla belirtmek gerekirse, şöyle diyebiliriz : Türk Ülküsü, Türk’ün  insanlığı hak, adalet ve kardeşlik esaslarına göre bir düzen içinde yaşamalarını sağlamakla görevli olduğu şuurudur. Yaratılış sebebi budur. Türk Milleti, tarih boyunca bu görevini yapmaya çalışmıştır. Kurduğu devletlerin tamamının “İmparatorluk” seviyesinde olmasının ana sebebi budur. Türk ülkücüsü, dünyanın bu gün kargaşa ve kaos ortamı içinde olmasının en önemli sebebi olarak, Türk’ün bu ilahi görevini  yapamaz duruma düşmüş olması olarak görür. 

İşte Türk Ülküsü’nün öz olarak mahiyeti budur. Bilge Kağanımızın deyişi ile; “Üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldı. İkisi arasında da insanoğlu yaratıldı. İnsanoğlunun hak ve adalet üzere yönetilmesi için, atalarım İstemi Kağan ve Bumin Kağan görevlendirildi.” Kim tarafından ?. Göktanrı ya da Kök Tengri tarafından !. İslama girişten sonra Allah tarafından !.

Hasıl-o kelam; kendini Türk hisseden herkes, böyle bir misyonun sahibidir.

Aziz okuyucu…

GAP Gazeteciler Birliği Başkanı sayın Zeynel Abidin Kıymaz beyden aldığım “arada bir” sitelerinde yazmam konusundaki teklif üzerine, düşündüm…

Ne yazmalıydım ?.

O kadar çok konu ve problem vardı ki gündemde…

Hangi birini yazı konusu yapmalıydım; doğrusu zorlandım. 

En iyisi mi, ilk yazım olduğu için , şöyle genel bir ufuk turu yapayım dedim. 

Benim açımdan, Türkiye’miz ve Türk Dünyası’nın en önemli meselesi, Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in içine düşürüldüğü bölünmüşlük, parçalanmışlık ve birbirine düşman hale getirilmiş, hepimizi çok üzen durumudur.

Düşünüyorum da; iç tesanütünü, birlik ve beraberliğini korumuş ya da kurmuş bir Ülkücü Hareket, neler yapardı, neler…

Türkiye ve Türk dünyası, birlik ve Cihan Hakimiyeti yolunda hangi aşamaları geçmiş olurdu, bu uğurda neler yapılmış olurdu; bir düşünseniz ya!..

Hayal işte !..

Evet, bir güzel hayal !.

Ama her şey, önce hayal etmekle başlar..

Öyle değil mi ?.

Ben hayal etmeye devam edeceğim…

“Ülküdaşlık Hukuku”nun bizi bir araya getireceği günleri hayal etmeye devam edeceğim !..

Bu uğurda gayret gösteren herkese, selam olsun…