Hayat bazen bendede bulanık akar

Bir gün durulursam

İşte ölüm o gün ensemde olur

Hayat bazen öyle acımasızdır ki hiç hak etmediğiniz olaylarla, acılarla karşı karşıya getirir sizi. Belki de sızlanırsınız kendi kendinize. “Bunu hak etmemiştim bu böyle olmamalıydı” diye. Bazen kadere bazen de dostlara ve sisteme isyan edersiniz ama nafile. Olan olmuş, ok yaydan fırlamıştır artık. Acı da olsa gerçeklerle yüzleşmenin zamanı gelmiştir ve gerçeklerle yüzleşme vaktinde yalnızsınızdır artık.

Mutluluğunuzda dostlarınız vardı, neşeli günlerinizde hiç yalnız kalmadınız. Ama acılar tek kişilikti. Tıpkı yalnızlık gibi… Alırsınız başınızı iki elinizin arasına hıçkıra hıçkıra ağlamak istersiniz ama gurur eder yapamazsınız. İşte o an sizi tek anlayacağına inandığınız kişi gelir aklınıza… Anneniz… Çünkü “ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar” demişlerdir.

Peki o da yoksa… O çoktan çıkmışsa ebedi yolculuğa… Yummuşsa gözlerini ebedi uykuya… O zaman kim anlar sizi? Kim yanar halinize? Artık kalmışsınızdır bir başınıza yapayalnız. Titrek, ağlamaklı sesinizle türkü mırıldanmak istersiniz .

Niye böyle anne

Niye başım dönüyor

Niye böyle anne

Niye içim geçiyor

Ama yapamazsınız! Ne ağlayabilirsiniz nede türkü söyleyebilirsiniz! Derdinizi kimseye açamazsınız ama başucunuzdaki radyoyu açarsınız buğulu bir ses…

Vakitlerden bir sabah namazı
Yatarım
Kanlı, upuzun.
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hâllarımı aynen böyle yaz
Rivayet sanılır belki…

Diye devam eder üstat Ahmet Arif…

Dökülmeye başlar gözpınarlarında biriken yaşlar.

İşte o an hıçkırıklarla alırsınız kâğıdı kalemi elinize Azrail’e mektup yazar yazar ağlarsınız. Vefasız dostlara kızar kızar ağlarsınız.

                                                           Sevgi ve saygılarımla…