İnsanımız birbiriyle dertleşirken yazımıza başlık yaptığımız soruları “bize böyle ne oldu?” ya da “biz böyle değildik ne ara bozulduk” şeklinde dillendiriyorlar. Ayrıca sosyal medya paylaşımlarında da hırsızlık, yolsuzluk, haksızlık, adam kayırma, kavga, dövüş, yaralama, cinayet gibi olaylardan büyük üzüntü duyarak yine “bize böyle ne oldu” diye başlık atıyorlar.
Hâlbuki insanlık tarihini ya da sadece kendi bölgemizin tarihini bilsek bu kadar kötümser olmazdık. Sosyal medyada uzun yazının fazla okunmadığını düşünerek kısaca bölgemiz geçmişinde olanlara kısaca değinmek istiyorum:
Silifke ve civarı derebeylerin ve eşkıyaların zulmü altında inlemekte canı, malı, ırzı güvence altında değildi. Devlet İstanbul’dan sürekli emirler göndermesine rağmen yöneticiler acziyetinden, korkaklığından veya işbirliğinden dolayı bir şey yapamıyorlardı. Araştırmacı-Tarihçi Ensar Köse, Ahmet Uçar ve Sait Uğur’un kitaplarını okuyanlar durumun vahametini bilirler.
On altıncı yüzyılda İçel ve civarı Arap eşkıyaların saldırısı ve zulmü altında inin inim inlemiştir. Yine aynı dönemde medrese öğrencileri köyleri basıp insanların mallarını gasp edip öldürüyor, hayvanlarını, kızlarını ve oğullarını dağa kaldırıyorlardı. Bırakınız köyleri kasabalar basılıp, insanlar öldürülüp, şehir komple yakılıyordu.
Yine aynı yüz yılda Musli Çavuş bölgenin başına bela olmuş. Osmanlı hakkından gelemeyince İçel Bey’i yapılmış daha sonra öldürülerek kurtulunmuştu.
1740 yılında Tarsus ve havalisinde toplanan vergiler İstanbul’a gönderilmemiş taşeronlar tarafından gasp edilmişti.
1744 yılında eski Valilerden Sunullah Paşanın oğlu Mahmud ben subaşı olarak görevlendirildim diye halktan yüzer kuruş para cezası toplamaya kalkmış ve ahaliye zulüm etmişti.
Hatta eşkıyalar o kadar çoğalmıştı ki Silifke, Mara ve Akliman kalelerine yerleşerek zulüm ve soygunlarına uzun süre devam etmişlerdi.
Silifke’de 1790 yılında devletin görevlendirdiği kişi görevini yerine getirmediği gibi topladığı vergileri zimmetine geçirmişti.
Çolak Ali oğlu Hüseyin isminde bir eşkıya Silifke Müftüsü Ahmet Efendi’nin evini basıp yağmalayabilmişti.
Bölgede yüzlerce eşkıya köy ve kasabaları basıp adam öldürüp, yağma yapıp, mal ve eşyalarına el koyuyorlardı.
Birçok insan bazı ağa ve beylerin (eşkıya-soyguncu) kendilerinden para alındığını ve ödenmediğini bildirerek kadılara şikâyete gidiyor, İstanbul’a şikâyetler yazıyorlar, yıllarca sonuç alamıyorlardı.
Uzatmayayım son olarak Abdulhalim oğlu Ahmed eşkıyası on köyü basmış, 18 kişiyi öldürmüş, sekiz kadının oğullarını ve ayrıca bazı kadınları yanına almışlar, halkın mal ve eşyalarını yağmalamışlar; köylerden on sekiz bin altı yüz elli koyun, bin iki yüzün üzerinde sığır ve merkebe el koymuşlardı. Bu zulümlerin ve başıbozukluğun asırlar boyu devam ettiğini gözden uzak tutmayın.
Anılan bu eşkıyaların yüz ile üç yüz arasında adamları olduğunu düşünürseniz durumun vahameti ortaya çıkar sanıyorum. Dikkat ederseniz daha toplumdaki etkili insanların garibanları ezmesine falan değinmedim.
Sanki eskiden çok iyi, çok namuslu insanlar varmış ve sosyal hayatımız çok güzelmiş gibi “bize böyle ne oldu?” ya da “biz böyle değildik ne ara böyle olduk” demekten vazgeçsek… Geleceğe ümitle baksak… Laik, demokratik, hukuk devleti idealine odaklanarak temel hak ve özgürlüklerimize sahip çıksak diyorum.

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar, ayakkabılar, takım elbise ve iç mekan