Herhalde dünyada mühendisten, doktordan ve öğretmenden çok “ekonomi ve iktisat” mezunu diplomalı uzman (!) vardır.

Yine üniversitelerde en fazla öğretim üyesi herhalde, “Ekonomi ve İktisatla” ilgili fakülte ve bölümlerde istihdam ediliyordur.

Çöken bir binada mühendisin, ameliyatta ölen hasta için de doktorun yakasına yapışanları çok gördük de; çöken, krize giren ekonomilerde yakasına yapışılan hiç ekonomist görmedik.

Hacıyatmaz gibiler. Her durum ve sonuca yorum ve idda hazır.

Ne de olsa kitabını yazıp okumuş adamlar.

Hedefte hep siyasiler. Çünkü ekonomi tek başına bütünü ile bir ilim değil. Virüs benzeri bir ilim. Yarısı canlı, yarısı cansız. Canlı kısmı zayıflayıp ölmek üzere iken cansız kısmında hemen kendi yeni yazılımını değiştirip modifiye ediyor.

Ve ardından ekonomistlere de bir sürü rakam bir sürü teoriyi söylemek kalıyor.

İşi sadeleştirmeden anlamak mümkün değil.

Aslında sadeleşince de kolay anlaşılır.

Kısa bir tanım yapalım.

“İhtiyaç olan bir mal ve hizmetin üretilmesi ve üretilen bu mal ve hizmetlerin ihtiyaç sahibi olanlara bir takas değeri üzerinden devrini sağlayan piyasa kurallarının tümünü inceleyen ilmin adı “ekonomi” diyelim.(bu tanım bana ait iktisatçılar bozulmasın. Tartışırız. Zaten işleri tartışmak deği mi?)

Bu tanımın kısa bir özeti de var : Arz ve talebin karşılaştığı takas pazarının ilmi iktisat, bu pazardaki her çeşit işlerin tümünün pratiğine de Ekonomi diyoruz.

Bu tariflerden sonra bugüne gelirsek,

Erdoğan’a ve AKP iktidarına dış para piyasalarının güveni kalmadı.

Artık tek kuruş vermeyecekler gözüküyor.

Çünkü Batıya verdiği sözlerin finalini

yapamadı.

Gücü yetmedi.

Bize anlatılan ekonomik kuralda, güven ve istikrarın olmadığı ülkeye para gelmez olmuştur.

Bu idda Brezilya, Arjantin gibi stratejik konumu kâlpgâh olmayan ülkeler için doğrudur.

Oraya dış sermaye yüksek ve garantili kar için gider.İktidarlar, yüksek kar ve verdikleri paranın güveni için desteklenir ya da devrilir.

Fakat Türkiye için bu doğru değildir ve bu kurallarla çalışmaz.

Türkiye’ye para hem yüksek kar ve hem de Batının siyasi taleplerini yerine getirmesi şartı ile verilir.

200 yıldır bu kural hep aynıdır.

Kapitülasyonlardan ve Tanzimat fermanından beri bu kural değişmemiştir.

Menderes, Demirel, Özal, Yılmaz, Dervişli Ecevit ve Erdoğan hep BATI’ya önceden verdikleri siyasi taviz sözleri ve tavizler ve anlaşmalar ile kredi musluklarının açılmasını sağlamışlardır.

Ve Türkiye borçları ile her zaman sıkıştırılmıştır.

Her zora girildiğinde yeni krediler yeni siyasi taleplere bağlı olarak serbest bırakılmışlardır.

Ekonomi tarihimizin bu gayri milli ve iktidarların koltuklarını garantilemek için “memleketin tersanelerinin teslim, kalelerinin işgal edildiği” dönemler siyasi tarih arşivcilerimizin işi.

Daha, siyasi yasaklı iken kırmızı halılar ile ABD başkanı tarafından Vaşington’da uçak kapılarında karşılanan Sn.Erdoğan’nın şimdi yüzüne bakılmaz oldu.

Niçin ?

Siyasi İslamcı politikalar izleyerek Cumhuriyetin kuruluş değerlerini hiçe saydığı için mi?

TC harflerini devlet kurumlarından sildiği için mi?

Türk Milliyetçiliği dahil her Milliyetçiliği ayağımın altına alırım, dediği için mi?

Andımızı okullardan kaldırdığı için mi?

İdamı kaldırıp, çözüm sürecini başlattığı için mi?

Özgürlükleri ve hukuku tek adam rejimi ile tartışılır kıldığı için mi?

Türkiye’nin zenginliklerini ve imkanlarını sadece kendi siyasi görüşünün çekirdeğinde olanlara paydaş kıldığı için mi?

Daha örnekleri çoğaltabiliriz.

Elbette bunların hiç biri için araları bozulmadı.

Bunları yaparken parada boldu, araları da gayet iyiydi.

Tek gerekçe AKP, Orta Doğuda planladığı 18 ülke haritasının değişmesinde vereceğini söylediği desteği zamanında veremedi.

BOP projesinin gerçekleşmesi gecikti, uzadıkça uzadı.

Çünkü AKP’nin ve Sn.Erdoğan’ın gücü bir yere kadardı.

Artık AKP ve Sn.Erdoğan’la yapabileceklerinin sınırına gelmişler ve bir adım daha atmaları imkansızdı.

Çünkü Türk Devletinin binlerce yıllık vatan ve millet bütünlüğüne yönelik tehdit ve tehlikeleri görüp emin olduğu anda ortaya çıkan “milli refleksi” artık her cephede vaziyet almaya başlamıştı.

Şimdi parayı ben bulurum diyen siyasetçi çıksın ve desin ki “Ben Türkiye’nin ihtiyacı olan parayı dış piyasalardan bulurum. Bana güvenirler.”

İnanalım mı?

Sana niye güvenip versinler?

Erdoğan aldığı paraları faizi ile ödemedi mi?

Türkiye dış borçlarına sadık olmadı mı?

Dış sermaye tahsilat zorluğu endişesinde mi?

Verdikleri proje kredilerini gizlice başka projelere mi harcadılar?

Siz gelince size verilecek borçla, borç mu ödeyeceksiniz yoksa yatırım mı yapacaksınız?

Size niye para verecekler?

Faizi mi çok vereceksiniz yoksa sizin kara kaşına, kara gözüne mi hayranlar?

Ya da gelin gerçeği söyleyelim.

AKP’nin, Erdoğan’ın BATI’ya söz verip yapamadığı, istediğiniz nihayi siyasi taviz ve adımları biz atarız mı diyeceksiniz?

Siz, 200 yıldır BATI’nın siyasi taviz almadan verdiği kredileri hiç siyasi taviz vermeden alacağınıza bizim inanmamızı mı istiyorsunuz?

Hele şu Babaca’nın ben ekonomiyi iyi bilirim, ben parayı bulurum, bana güvenir para musluklarını açarlar havası yok mu?!..

Senin, “ben ekonomiyi başarı ile yürüttüm” diye böbürlenerek anlattığın dönemde ABD ve AB’nin her siyasi isteği iktidar tarafından trak diye yerine getiriliyordu.

Üniter devlet yapılarımızın kaleleri tek tek vesayetten kurtulma masalı ile yıkılıyor darma dağın ediliyordu.

Bakanı olduğun iktidar FETÖ tezgahı ile Türk Ordusunun Genel Kurmay Başkanını içer atmasaydı sana kim tek kuruş verecekti sanıyorsun?

FETÖ sinsice paralel devlet kurarken sen görmemezlikten gelmesen, gözünü yummasan sana tek kuruş vereceklermiydi acaba?

Bana güvenir para verirler diye “Babacan, Babacan” geziyorsun.

Erdoğan’ın gücünün yetmediği yarım bıraktığı neyi yapacaksın da sana para verecekler?

Demokrasi, insan hakları, özgürlükler için mi?

Suudi Arabistan’da, Orta Doğuda aramadıkları demokrasiyi Türkiye ve Türkler için mi istiyorlar?

Seninle birlikte Millet İttifakı Türkiye’yi Ekonomik sıkıntıdan kurtaracak parayı nasıl bulacak?

Duyduk ki Millet İttifakının Ekonomik kurtuluş programını sen ve partin hazırlıyormuş.

Bir ülke, gerekli olan parayı iki yolla bulur.

İhtiyacından fazla mal ve hizmet üretir ve dışarıya satar döviz kazanır.

Bunun için yatırım yapar. Bu yatırım için dış kredi ya da yabancı yatırımcı için cazip teklifler yapar.

Ekonominin kuralları böyle diyor.

Fakat bu kurallar Türkiye ve Türk Milleti için farklı çalışır.

Daha doğrusu şantajla birlikte çalışır.

200 yıldır son Türk imparatorluğunu yedi bitirdi bu şantajlı dış borç para alışverişleri.

Birinci dünya savaşı öncesi vatan topraklarını talan ettikten sonra borç veren bu BATILI bankerlerin, “duyunu umumiye” diye kurdukları tahsilat çetelerinin jandarması maalesef ki bu milletin “Mehmetçikleri” idi.

Mehmetçiğin dipçiği, harman meydanlarında, tütün balyalarının başında, üzüm sergilerinin başında alın terlerine, göz yaşlarının karıştığı kendi vatandaşının sırtına iniyordu.

Bu vatan talanı ve zulüm ATATÜRK “ya İstiklal ya ölüm” diyene kadar devam etti.

O sadece kalan vatan topraklarının istiklali için değil, milletin hür ve başı dik istikbali için de milletine önder oldu.

Erdoğan yönetimindeki siyasi kadrolar, ABD-AB’nin siyasi hedef ve istekleri doğrultusunda “vesayetten” kurtulma havucu ile oyalanırken, üniter yapımızı hedef alan devlet kurumlarımıza FETÖ

sızıyorken, Türkiye’nin kredi muslukları sonuna kadar açıktı.

2008’de dünya ekonomik krizde kıvranırken bizi teğet geçti. Çünkü sahte FETÖ soruşturmaları ile Ergenekon davalarında bu teğetin bedelini TSK,MİT,Üniversiteler, Yargı, Gazeteciler ve Aydınlar ödedi !..

Verilen krediler taşa, betona yatırıldı.

Başka yatırımlara izin vermezler zaten.

Şimdi iktidar ister değişsin, ister değişmesin.

Ekonomimize acil taze para nasıl ve nereden bulunacak?

Siyasi tavizsiz, kemiksiz ?!!

Siyasiler henüz bir reçete söylemiyorlar.

Haydi ekonomistler yok mu bir çözümünüz?

Havuz problemi ile başlayalım derim.

Mühendisçe, matematikle !..

İlk önce kaçakları, çatlakları bulup kapatalım.

Sonra ihtiyacımız olan sudan fazlasını havuza nasıl ilave edeceğimizi düşünelim.

Havuz, musluk problemi, gayet basit !..

Çözüm için size bir ip ucu vereyim.

Atatürk’ün kılıcı bırakıp, kalemi aline aldığı, traktöre bindiği ve savaş sonrası tek kuruşsuz iken ülkenin dört bir yanını fabrika bacaları ile nasıl donattığı yıllara bakın yeter.

Ama onlar sizin batıdan devşirdiğiniz kitaplarda yazmaz.

“Milli Ekonomi” için önce “Milliyetçi” olmak lazım!..

Ama maalesef öyle görünüyor ki siz bu çözümleri düşünürken inşallah bu millet eline yeniden kılıcı alıp vatan tapusunu yenilemek mecburiyetinde kalmaz.

Ekonominin “Milliyetçisi mi olur diyeceksiniz ?!..”

Tarih “Milletler Mücadelesidir” gerçeğine inanmayanlara elbet anlatmak zor.

Gelecek yazımızda anlatmaya çalışalım.

Sağlıkla kalın.

Hakkı Şafak Ses