Mahalle mektebine gitmiş olması ihtimali var. Bunun dışında bir bilgi alamadım. Birinci Dünya Savası ve Kurtuluş Savaşına katılmış “İstiklal Madalyası” sahibi

Doğum: 1889 Vefat:30.08.1973

Belki ismi ile kimse tanımaz. Ama Hacı Kiya dendiğinde ünü bölgede yayılmış güzel bir şahsiyet olan Abdülrezak Yılmaz 1889 yılında Taşucu Yeni Mahallede doğmuştur. Babası Mehmet Efendi, annesi Ümmühan Hanım’dır.

Osmanlı’nın son zamanları bir mahalle mektebine gitmiş olması ihtimali var. Bunun dışında bir bilgi alamadım. Ancak Birinci Dünya Savası ve Kurtuluş Savaşına katılmış olmalı ki “İstiklal Madalyası” sahibi idi. Ayrıca askerlik hatıralarını anlatırken hep Batı Anadolu’dan bahsetmesi İzmir taraflarında askerlik yaptığı izlenimini veriyor. Bolacalı aşiretinden olması dolayısıyla kışları Silifke-Taşucu Yazları Sertavul ve Demirkapı civarlarında yaşamışlardır. Askerlik ve savaş bitiminden sonra Taşucu’nda bakkal dükkânı açtığı yazları ise aynı bakkal dükkânını Gökbelen yaylasında açtığı biliniyor. 1960 yıllarında kulağı iyice duymaz olunca bakkal dükkânını kapatmak zorunda kalıyor. Kulağının duymaması ise şöyle bir olayla oluyor: Hacı Kiya kulaklarının az duymaya başlaması sebebi ile Taşucu ( o zaman İskele deniyordu) liman müdürü ile sohbet ederken Liman müdürü “kulağına dörder damla gazyağı damlatsan açılır” diye bir şaka yapar. Ancak Hacı Kiya liman müdürünün bilgisi ve samimiyetine inanarak bu tavsiyeyi evinde uygular. Bu uygulamadan sonra kulağı hiç duymaz olur. Sonraki yıllarda Cavit Erden’in Hacı Kiya’ya bir kulaklık aldığını duymuştum. Sözlü kültürün, tarihin önemli bir taşıyıcısı olduğu için bakkallığa pek önem vermediği bazen günlerce başka yerlere düğüne, toplantılara, festival ve şenliklere gitmesinden anlaşılıyor.

Kentimizden Tiyatro yönetmeni Nazif Çakar Taşucu’nda düzenlenen festivallerde iki defa Hacı Kiya’yı da canlandıran programlar yapmıştı. Yine yakın zamanda aramızdan ayrılan Aslan Eyce’de Hacı Kiya ile yakın ilişkisi dolayısıyla önemli bilgiye sahipti. Ayrıca merhum İsmail Güler de Hacı Kiya ile ilgili pek çok bilgi olduğunu biliyorum. İnşallah bu bilgi ve belgeler aile tarafından doğru kişiler aracılığıyla değerlendirilir ve geleceğe aktarılır. Yine eğitimci Ayşe Alptekin bir makalede 1990 yılında Hacı Kiya’yı yazmış ve bu güne güzel bilgiler bırakmış.

Silifke folklorunun duayenleri Cavit Erden ve Özcan Seyhan düzenledikleri veya yurt içi yurt dışı davet edildikleri toplantı ve festivallere Abdülrezak Yılmaz’ı (Hacı Kiya) götürmüşlerdir. Bu amaçla Bulgaristan ve Yugoslavya’ya gittikleri biliniyor.

Ayrıca Silifke Lisesine Özcan Seyhan vasıtasıyla sözlü edebiyat ve tarihin canlı kaynağı olarak davet edilir ve öğrencilere konuşmalar yapar. Türkü söyler, fıkralar anlatır, ülkenin nasıl kazanıldığından bahsederdi. Konuşmaya başlarken var olsun 32 milyon Türk Milleti, Türk genci diye başlar, konuşmasını bitirirken de varolsun 32 milyon Türk genci diye bitirirdi. Öğrencilerin sorularını cevaplardı. 32 milyon dediğine göre bu konuşmayı yaptığı yıllar 1966-1967 yılları olmalı…

Farklı zamanlarda iki defa evlenmiştir. Eşlerinin adı Elife ve Ayşe Hanımdır. Hacı Kiya’nın yedi erkek, iki kız olmak üzere toplam dokuz çocuk sahibi olduğunu biliyoruz.

Tam olarak araştırılması ve yazılı kaynaklara geçirilmesi gereken bir zattır. Bölgemizin Nasrettin Hoca'sıdır. Neşesiyle, şakalarıyla, oyunlarıyla, anlatımıyla, hatıralarıyla bölgemizde halen konuşulmaya ve anılmaya devam eder.

Yakın çevrede hiçbir düğün yoktur ki Hacı Kiya davet edilmesin. Kız isteme, düğün, nişan, kına, mevlide çağrılmasın. Kınasını yakar, atkı merasimini yapar, oynar, anlatır insanları gülmekten kırar geçirirdi.

Aynı zamanda hocalık tarafı da vardı. Camide gönüllü görev alır imamlık yapardı. Sevilen, sayılan, aranan güzel bir insandı.

****

Bilenler anlatıyor. Bir defasında yine imamlık yapacak. Camiye namaz vaktinden önce gelenlerle dışarıda sohbet ediyor. Onlara öyle hikâyeler, öyle fıkralar anlatıyor ki insanlar kahkahalarla gülüyor. Bu arada ezan okunmuş. İçeri girmişler. Namaza durmuşlar. Hacı Kiya güzelce namazı kıldırmış. Sağına soluna selam veriyor. Bir de ne görsün sağında solunda arkasında kimse yok. Hayretler içinde dışarı çıkıyor. Nerdesiniz, ne oldu diye soruyor. İnsanlar yine gülerek “hocam tam namaza durduk anlattıkların aklımıza geldikçe gülmeye başladık ve namazımız bozuldu. Bu sebeple dışarı çıkmak zorunda kaldık” diyorlar.

Ağıt, mani, fıkra, kına yakımı, atkı merasimi vb her konuda onu sahada görmek mümkündü.

*****

Eğitimci Lütfi Uğur anlattı: Hacı Kiya bir avcıyla karşılaşmış. Avcı keklik avına gittiğini söylemiş. Avcıya bir de benim için keklik vuruver demiş. Ama istediği kekliğin özelliklerini de saymış. Burada dikkat edilirse yakın çevrede tanıdığı insanların özelliklerini sıralamış.

“Gak gubarak sesli

Goca Osman başlı

İmamuşağı döşlü

Tapırdamazlı kıçlı” şeklinde yöresindeki insanların özelliklerini sıralayarak devam etmiş. Tabi bu dörtlükleri istediği kadar uzatarak ismen tanıdığı insanların belirgin özelliklerini vurgulayarak çevresindekileri güldürüyor.

*****

Yine bir başka anı:

Bir gün köyünden bir genç askere gidecek. Asker uğurlaması var. Konu komşu askerin evinde… Kimi hediye veriyor, kimi askerin cebine para sokuyor. Hacı Kiya askerin karısına “benim param yok, hediyem yok bende bir mani söyleyeyim” diyor. Gelin dinliyor. Ama kızmayacaksın diye de tembih ediyor.

“Boz sıpayı sattı mı?

Kayığı denize battı mı?

Karnına da bir velet kattı mı?

Askerin yolunu tuttu mu?”

Kızmayacaksın dediği halde gelini kızdırıyor.

*****

Görüldüğü gibi Hacı Kiya kıvrak zekâsı ve sözlü kültürün bir taşıyıcısı olarak beklide ülke çapında kullanılan ağıt, mani, fıkra ve hikâyeleri yerele uygulayarak ve isimlerde değişiklik yaparak bolca kullanıyor.

Söz gelimi Bir gün annesi Hacı Kiya’ya “oğlum komşuların oğlu askere gidiyor. Oraya vardığımda nasıl bir ağıt yakayım” der. Hacı Kiya annesine şu dörtlüğü öğretir:

“Çalkan Karadeniz çalkan,

Gemiler de açar yelken,

Ben Hacı Kiyam derken,

Senin oğlunda mı asker oldu” deyip sarılır ağlarsın.

Annesi gider komşularının evine. Fakat varıncaya kadar unutur ne diyeceğini. Çalkan, çalkan, çalkan demiş arkası yok. Hü hü diye ağlamaya başlamış.

*****

Aynı olayın başka versiyonunu eğitimci Lütfi Uğur da şöyle anlattı:

“Ben çocuğum Demirkapı köyüne bir düğüne gittik Hacı Kiya da vardı. Hacı kiya da düğünde oynadı. Bir ağıt yakıver dediler çevreden. A uşak höyle beri gelin bakalım diye çocukları başına topladı. Başladı anlatmaya. Demirkapı’dan Navdalı’ya (Elmapınarı) giderken annem oğlum ölü evine varınca nasıl ağlayayım demiş. O da

“Çalkan Karadeniz çalkan,

Gemiler de açar yelken,

Ben Ayşama ağıt ederken,

Hayriye demi gitti” hü hü der sarılır ağlarsın demiş. Anası yine şaşırıp beceremeyince Hacı Kiya’yı dövmüş. Niye iyi öğretmedin diye. Fakat Hacı kiya bunu yeniden yaşıyormuş gibi anlatırken başına topladığı çocuklara yalandan vuruyormuş. İşte annem beni böyle dövdü diye. Çocuklarda bağrış, kaçışma, gülüşme…

Görülüyor ki bir ağıt ya da maniyi farklı yerlerde isim değiştirerek kullanıyor ve bulunduğu yerin havasını değiştiriyor.

*****

Hacı Kiya’nın bir de çocuklarının kendisine bakmadığını söyleyerek çocuklarını mahkemeye verme olayı var. Çocuklar mahkemede hakimin “bu sizin babanız mı” sorusuna “hayır tanımayız bile” cevabını verince, hacı Kiya’nın kızarak “ben de sizi tanımıyorum” dediği anlatılır.

*****

Anlatılan bir başka hatırası da şöyledir. Hacı Kiya karısını doktora götürmek üzere yola çıkmış. Araba bekliyor. Bu arada merhum Aslan Eyce Silifke’ye gidiyormuş. Yanlarından geçer geçmez farkına varmış ve geri geri gelerek otomobiline almış. Aslan Eyce’ye mesaj verir gibi karısına dönüp “garı Aslan Bey bizi doktorun kapısına kadar götürecek. Biz de onu mükâfatlandıralım” demiş. Başlamış “Sarı Yaylam” türküsünü söylemeye… Bilenler bilir Sarı yaylam türküsünde o kadar çok dörtlük vardır ki, istediğin kadar uzatabilirsin. O da öyle yapıyor ve doktorun kapısına kadar sarı yaylam türküsünü söylüyor.

*****

Tiyatro yönetmeni Nazif Çakar’ın anlattığı bir anıyı da aktarayım:

1973 yılında Uluslar arası Müzik ve Folklor Festivali başlamadan önceki yıllarda Irmak kenarında bulunan ve halkımızın mahfel olarak bildiği öğretmenler derneğinde birkaç defa batırık şenliği adı altında programlar düzenlenmişti. Halk Oyunları grubunda ben de olduğum için folklor kıyafetiyle teşrifatçılık yapıp hizmet ediyordum. Diğer hatırladığım isimler ormancı Sırrı’nın oğlu Serdar, Eczacı Adnan Bayer’in kızı Belma, Ayhan Alptürkler gib liseden arkadaşlarım vardı.

Program kışı içinde geleneksel kına yakma da canlandırılacaktı. Tabi bu işlerin değişmez aktörü Abdülrezak Yılmaz yani meşhur Hacı Kiya idi.

Damat Ayhan Alptürker, gelin ise Andan Bayer’in kızı Belma Hanım’dı.

Hacı Kiya bir taraftan:

“Çattılar ocak taşını

Vurdular gelin aşını

Çağırın gelsin anasını

Yaksın kızının kınasını” diye başlayıp türkü söylemeye devam ediyor bir taraftan da seyircilerin eğlenmesini sağlayacak şekilde hareketler yapıyordu.

Hacı Kiya o gün şiddetli grip olmalı ki, burnunda sümük rahatsızlık verecek kadar birikmiş. Burnunu iki parmağının arasına alarak sümkürdü ve çıkan sümüğü yere doğru savurdu. Ancak nasıl olduysa sümük Ayhan Alptürker’in yüzüne yapıştı. Yani hiç beklenmedik acaip bir durum ortaya çıkmıştı.

Aynı toplantıda misafirlerden biri de sonradan öğrendim Tunus Büyükelçisi yada konsolosu imiş. Davetiyesini aldım numarasına bakıp teşrifatçı olduğum için yerine götürdüm. Bu arada bana Silifke’nin yoğurdu niçin meşhur diye sordu. Ben Lise öğrencisiyim, düşünmeden bulunmadığı için meşhur deyiverdim. O yoğurdumuzu türkülerimizden duymuş olmalı ki merak etmişti.

Gerçekten o yıllarda bir yabancının gelip yoğurt alıp yiyebileceği bir yer yoktu. Köylüler Çingillerle mahalle aralarında yana eski postanın duvarının üstünde sıralanırlar çingil ve tulukla getirdikleri yoğurdu belli saatlerde satar giderlerdi. Tuluk yoğurdu almak isteyenler evinden tabak, tas, çingil gibi bir kap getirir bocut denilen ölçekle satın alırlardı. Yani yoğurdumuz folklorumuzla bütünleşmiş olmasına rağmen bir misafirin, yabancının istediğinde bulabileceği bir şey değildi.

*****

Hacı Kiya’nın en yaygın bilinen hikâyelerinden biri de düğünlerde yaşanmış bir olaydır. Şöyle ki; Eskiden düğünler iki üç gün sürerdi. Bir köyden kız alınacak. Oğlan evinden düğüncübaşı Hacı Kiya… Gerek kız tarafı gerek düğüne gelen misafirler çok üzmüşler, yormuşlar, kavga, dövüş derken düğün bitmiş gelin alma zamanı gelmiş. Gelini ata bindirmişler kız evinden ayrılıyorlar.

Biraz gittikten sonra Hacı Kiya.

“Aldık gidiyoruz kızınızı

Köpekler yalasın yüzünüzü” diye bağırmış. Köyün delikanlıları duyup, koşup gelin alayına yetişiyor ve Hacı Kiya’ya bağırıp, dövmek istiyorlar.

Hacı Kiya gomşular siz yanlış anlamışsınız Ben;

“Aldık gidiyoruz kızınızı

Melekler yalasın yüzünüzü” dedim diyerek ortalığı yatıştırmış.

*****

Silifke’den bir ekiple Konya Çumra’ya gidiliyor. Buradaki etkinliklere katılıyorlar. Program içinde Hacı Kiya’ya da mikrofon veriliyor. Hacı Kiya olanca gücü ve becerisiyle anlatıyor, konuşuyor, taklit ediyor ama seyirciler öylece dinliyor, bakıyor. Heyecan yok, alkışlayan yok, bravo diye bağıran yok. Hacı Kiya’nı canı sıkılıyor ve hazır bulunanlara; “yahu öyle konuşup duruyorum . . . . . . . .(bir hayvanın adı) gibi bakıyorsunuz deyiveriyor.

Bütün bu anlatılanlardan dolayı Hacı Kiya’yı tanımlamanın en kısa tarifi meddahlık olacaktır. Meddah tiyatronun bütün kişilerini kendi varlığında birleştiren aktördür. Meddahlık bilindiği gibi taklit ve canlandırmalarla dinleyiciyi eğlendirmek amacıyla öykü anlatma sanatıdır. Bunu yanına bilgilendirmeyi de koyduğumuzda karşımıza Abdülrezak Yılmaz (Hacı Kiya) portresi çıkmaktadır.

Hayatı iyiliklerle geçmiş Hacı Kiya’nı ölümü de ilginçtir. Bir gün yeni mahalle Camiinde Sabah ezanını okuyor ve namazı kıldırıyor. Cemaatten bir arkadaşı “maşallah sesin çok gür, gençlere taş çıkartırsın” anlamında sözler sarf ederek gönlünü hoş ediyor. Hacı Kiya arkadaşına “yollarda trafik çok arttı. Bir trafik kazasına kurban gitmezsem size daha çok ezan okurum” diye cevap verir. Daha sonra Taşucu’na gider. İşlerini görür. Alış veriş yapar ve Yeni Mahalleye evine gitmek üzere otobüse biner. Şimdiki SEKA kapısının olduğu yerde otobüsten iner ve karşıya geçerken bir Alman Turist otomobili ile çarpar ve 30.08.1973 tarihinde 84 yaşında vefat eder. Mezarı Taşucu mezarlığındadır.

Ruhu şad mekanı cennet olsun.