Halife seçildikten sonra Hz. Ebubekir'in irat ettiği nutkun sonunda söylediği," Allah ve Resulüne itaat edersem bana itaat ediniz, etmezsem bana itaat etmeniz gerekmez' şeklindeki sözler, İslam'da yöneten yönetilen ilişkisinin nasıl olması gerektiğine işaret eder.  İtaat şarta bağlanmış, iyi işler yaptıkça yönetene itaat edilmesi aksi halde böyle bir mecburiyetin bulunmadığı ifade edilmiştir.

Ne yazık ki günümüz İslam dünyasında bu mantaliteden çok uzaklaşılmıştır. Hz Ebubekir'in işaret ettiği o kayıt ve şart neredeyse kaldırılmış, kayıtsız şartsız bir itaat anlayışı getirilmiştir. Bu da ortak aklın devreden çıkmasına,  kendilerini hiç bir (dini-hukuki)kayıtla bağlı hissetmeyen idarecilerin keyfi hareket etmelerine yol açmıştır. İslam dünyasında hukuka bağlılığın yerini kişilere bağlılığın almasının ve bir hukuk kültürünün gelişmemesinde bu yaklaşımın büyük etkisi vardır.

Devlet bir kurallar ve kurumlar bütünüdür. Görev ve yetkiler kanunla belirlenerek paylaşılmıştır. Bu kuralların atlanması, kurumların yetkilerinin alınması halinde ortada devlet diye bir şey kalmayacaktır. Her şeyi tek elde toplamanın sonucu, o tek elin dışındaki bütün kurum ve kuruluşların adeta işlevsiz, anlamsız, gereksiz hale getirilmesidir. Söz gelimi kimin suçlu kimin masum olduğuna siyaset karar verecekse yargıya gerek kalmaz. Kararnameler yasaların yerini alacaksa meclise ihtiyaç kalmaz. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Yetkiler tek elde toplandıkça yetkilerini kaybeden kurumlar anlamsız ve gereksiz hale gelir.

Hz. Ebubekir'in itaati şarta bağlaması aslında vatandaşın siyaseti denetlemesi anlamına gelmektedir. Bunun yolu da günümüz şartlarında belli periyotlarla yapılan seçimlerdir. Aynı konuşmada," yanlış yaparsam beni doğrultun" şeklindeki sözler 14 asır önce vatandaşa tanınan denetim yetkisinin genişliğini göstermektedir. Doğrultma ya fiili müdahale(sandık-oy) ile yahut söz, yani eleştiri ile yanlışları göstererek olur. İktidarları doğrultmak için sizden olan ulul emre uyunuz- ayetinin nasıl yorumlanması ve anlaşılması gerektiğini de göstermektedir. Ulul emre kayıtsız, şartsız-bir uyum murat edilse idi, Kuran'ı en iyi anlayanların başında gelen Hz.Ebubekir'in beni doğrultun veya Allah ve Resulüne uymazsam bana uymanıza gerek yoktur  şeklinde bir ifade kullanması mümkün olmazdı.

Keza, İslam'da hukuk; halife dahil herkesin üstündedir. Kimseye heva ve hevesine göre hareket edecek veya denetim dışı tutacak bir ayrıcalık tanımamıştır. Nitekim Hz. Ömer bir bostanın mülkiyeti konusunda Ubey bin Ka'b ile mahkemelik olur. Birlikte hakim Zeyd Bin Sabit'in evine giderler. İçeri girdiklerinde Hz. Ömer ona davalarını çözmek için geldiklerini söyler. Zeyd, oturduğu minderi Hz.Ömer'e uzatarak Ey Mü'minlerin emiri buraya otur! deyince Hz. ömer,"daha yargılamanın başında adaletsiz davrandın beni hasmımın yanına oturt” diye itiraz eder, ve şunları söyler: "Allah'a yemin ederim ki Zeyd'in yanında Ömer ve sıradan bir vatandaş eşit değilse, Zeyd mahkemeden, adaletten hiç bir şey anlamıyor demektir." Hz.Ömer'in bu tavrından anlaşılacağı gibi hukuk halife dahil herkesin üstünde olmak durumundadır. Ne yazık ki bugün İslam dünyasında böyle bir hukuka bağlılık şuurundan söz edebilmek mümkün değil gibi.

İslam'ın yönetim paradigması adalet ve hukuk önünde eşitlik prensibi üzerine kurulmuş, kör bir itaat reddedilmiştir. Günümüzde bu ölçülere uyulabilseydi yaşadığımız sorunların büyük bir kısmı olmayacaktı. Biz İslam'dan uzaklaştıkça o da bizden uzaklaştı, yönetenleri, cemaat ve tarikat liderlerini la yüsel (tartışılmaz)hale getiren sakat bir din anlayışı ve kendilerinde ilahi vasıflar vehmeden ayrıcalıklı bir sınıf oluştu. Çare; hukuk ve demokrasi...