Her şeye bir kılıf buluyorlar, herkeste bir kusur arıyorlar ama kendilerine asla ve kat'a toz kondurmuyorlar.

Sigaraya, çaya, alkole zam gelince içmeyin diyorlar.

Benzine mazota zam gelince kullanmayın diyorlar.

Ete, yağa, pirince, bulgura, sebzeye, meyveye zam gelince yemeyin diyorlar.

Oduna, kömüre zam gelince yakmayın diyorlar.

Otobüse, minibüse, uçak biletlerine zam gelince binmeyin diyorlar.

Ev kiralarında yaşanan fahiş fiyatlar sonrasında başka yerde oturun diyorlar.

Otellere, apartlara zam gelince gitmeyin diyorlar.

Elektriğe, doğalgaza zam gelince dış güçler dış mihraklar yedi düvel ajanlar piyonlar provokatörler diyorlar.

Dövizin altının yükselişinin beceriksizliklerinin bir sonucu olduğunu kabul etmiyorlar.

Her şeye bir kılıf buluyorlar, herkeste bir kusur arıyorlar ama kendilerine asla ve kat'a toz kondurmuyorlar.

Ne kendilerini ne başkalarını insanca bir yaşama layık görüyorlar.

Hak aramaktan uzak, sadece verilenle yetiniyorlar.

Yaşamı sadece ekmek yemekten ve su içmekten ibaret sanıyorlar.

Dünyada ne güzellikler var, gidilecek görülecek ne güzel yerler var.

bilmiyorlar.

Rabbimizin, yaşamlarını güzelleştirsin diye lutfettiği her şeyi ellerinin tersiyle itiyorlar.

Kendilerinde bir kusur olmadığına başkalarını inandırmak için yapılan zamları Allah'a havale ediyorlar.

Bunu söylerken hiç mi hiç utanmıyorlar.

Zamları Allah yaptı diyorlar, bu belalar, musibetler, depremler, yangınlar, Allah'tan geldi diyorlar.

Tedbir almak yerine Allah'ı suçluyorlar. Bütün kirli işlerini, bütün ahlaksızlıklarını, vicdanlara sığmayan bütün karanlık eylemlerini din üzerinden temize çıkarmaya çalışıyorlar.

İtibarlarından tasarruf etmiyorlar ama açlığı, yoksulluğu, çaresizliği imanın şartlarından biriymiş gibi gibi sunuyorlar.

İsyanı değil, köleliği kutsuyorlar.

Baş kaldırmayı değil şükretmeyi yaşam biçimi haline getiriyorlar.

Zavallı olmayı, yoksul görünmeyi, bedava geçinmeyi, dilenmeyi, dağıtılacak ulufelerle yaşamayı bir marifet sanıyorlar.

Yaşadıkları onca rezillik ve insanlık dışı yaşam şartlarına rağmen isyanın kutsal bayrağını dalgalandırmak yerine kağnı gölgesinde yatmayı yeğliyorlar.

Her aykırı sesi, her onurlu haykırışı, her haklı çığlığı bastırmak adına vatan millet sakarya palavralarının ardına sığınıyorlar.

Yaşadıkları Sırça Sarayları yerle bir edecek her söylemi, her haklı itirazı beka sorunu hezeyanlarıyla bertaraf ediyorlar.

Kendilerine dokunulmasın, saltanatları bozulmasın, ihanetlerinden dolayı kendilerine hesap sorulmasın diye her yola başvuruyorlar.

Ülkenin en güzel değerlerinin, en güzel ormanlarının, en güzel derelerinin, en güzel sahillerinin ve arazilerinin yağmalanmasını hiç mi hiç dert edinmiyorlar.

Vatanı hesaplarına yatan 3-5 kuruştan, dağıtılan üç beş koliden, çocuklarına yapılan yardımdan ibaret sanıyorlar.

Başkalarının uğradığı zulmü, haksızlılığı, adaletsizliği meşrulaştırmak adına olmadık yaftaların ardına sığınıyorlar.

Yaşanan bir haksızlığı eliyle ya da diliyle gidermeye gücü yetmeyenlerin hiç değilse buğzetmeleri gerektiğinin İslam'ın bir şiarı olduğunu bilmiyorlar.

Kendilerine yöneltilen her eleştiriyi vatanın kalbine saplanmış zehirli bir ok gibi sunuyorlar. Çünkü kendilerini devletin de üstünde devlet gibi görüyorlar. Vatanı milleti bayrağı ezanı işlerine geldiğinde tepe tepe kullanıyorlar.

Değilse kuyruğunu çekip Bakara makaraya sarıyorlar.

İşlerine gelen her konuda her şeyi biliyor, her şeyi görüyor, her haltı yiyorlar. İşlerine gelmeyen her konuda saf ve masum görünmeyi, aldatılmış ve kandırılmış görünmeyi yeğliyorlar.

Seviyormuş gibi yaparken dövüyorlar, veriyormuş gibi yaparken alıyorlar.

Övüyormuş gibi yaparken sövüyorlar.

Onlarca, yüzlerce, binlerce kez suçüstü yakalanmalarına rağmen hep pir-u pak, hep saf, hep bakir kalıyorlar.

Kararmış vicdanlarıyla ağızlarından çıkan her kanlı söylemi merhamet gibi sunuyorlar. Ihanetlerini vatanseverlik kılıfı adı altında saklıyorlar.

Kendilerine her şeyin en iyisini en güzelini layık görürken başkalarına cehennemin yolunu gösteriyorlar.

Düşlerimizi çalıyorlar, geleceğimizi çalıyorlar, umutlarımızı,

yarınlarımızı yaşama sevincimizi çalıyorlar, bu ülkenin güzel çocuklarına hayallerini gerçekleştirebilecekleri bir ülke vaat etmek yerine, ülke babalarının çiftliğiymiş gibi beğenmiyorsan çek git gibi hoyratça bir dil kullanıyorlar.

Arkasına sığındıkları gücün verdiği pervasızlıkla kullandıkları aşağılayıcı dili kahramanlık sanıyorlar.

Yüreğinden başka sığınacak yeri olmayanlara meydan okumayı mertlik sanıyorlar.

Şerlerinden korkanları daha bir korkutmayı, daha bir üstüne üstüne gitmeyi insaniyetlik sanıyorlar.

Korku ikliminde yaşayan insanların çaresizinden faydalanarak daha bir gemi azıya alıyorlar.

Sözde vatan elden gitmesin adına, sözde din adına, sözde bayrak, sözde ezan, sözde bütün kutsallarımız adına attıkları tutuklarla inançsızlığı körüklüyorlar ve bizi burada böyle dilsiz, böyle harfsiz, kelimesiz, çaresiz bırakıyorlar...