Padişaha kulluk ile yüzyıllar geçirmiş bir milletin bir anda “demokrasiyi” içselleştirmesi ve kendi iradesi ile devleti yönetmesi şıp diye olacak bir iş değil.

CHP !

Günlük siyasi çekişmelerin ve yüzeysel siyasi kısa vadeli çıkar çatışmalarının gürültüsünde CHP’deki gelişmeleri ne kadar doğru analiz edebiliriz?

CHP ilk siyasi partimiz. Bütün partilerin aslında anası.

Atatürk’ün “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ve Türkiye bir cumhuriyettir” ilkelerini milletiyle paylaştıktan sonra kurduğu partidir.

Bakmayın birilerinin Atatürk düşmanlığı hedefi ile tek parti dönemi diye suçlamalar yapmasına.

Padişaha kulluk ile yüzyıllar geçirmiş bir milletin bir anda “demokrasiyi” içselleştirmesi ve kendi iradesi ile devleti yönetmesi şıp diye olacak bir iş değil. Uzun ve zorlu bir süreci yaşamadan tam demokrasiye ve kurumlarına ulaşmak hiçbir ülkede mümkün olmamıştır.

Zaten 1946’da CHP’den ayrılan Celal Bayar ve Adnan Menderes Demokrat partiyi kurmuşlardır. İlk partileri CHP’dir ve her ikiside CHP milletvekilidir.

Sonuçta CHP’yi devlet kurmuştur ve CHP devletin partisidir.

Ve CHP, devletin NATO programı ve planı gereği 1965 yılında önemli bir görev üstlenerek Sovyetlere karşı yapılan bir planın parçası olmuştur.

Durun, bu da nereden çıktı demeyin hemen.

Hikayeyi özetleyelim.

1965-1968 yılları arası sosyalist ve komünist hareketin tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hızla yükseldiği ve güçlendiği bir dönemdir.

1959 yılında ABD’nin burnunun dibinde Küba’da Batista yönetimini yıkan Fidel Kastro, Komünist yönetimi kurmuş ve Sovyetler’le ikili anlaşmalar yaparak Sovyetler’in ileri karakolu görevini üstlenmişti.

İkinci dünya savaşı biteli henüz 14 yıl olmuştu.

Geçen 14 yıl Sovyetler’in , Türkiye dahil bir çok ülkeye sosyalist rejimin ihracına son hızla devam ettiği yıllar oldu.

Che Guevara Güney Amerika’ya geçmiş komünist devrimi Bolivya başta olmak üzere Küba’dan sonra tüm bölgeye yaymak için gerilla savaşı başlatmıştı. Fidel onu yalnız bırakmış, Küba’da devrimi yerleştirmek için Küba’da kalmayı teklif etmişti. Fakat Che “sürekli devrim” ilkesi ile hareket etmiş 1967 yılında Fidel’in kendisini satana kadar da gerilla savaşına devam etmişti.

8 Ekim 1967 yılında CIA ve Bolivya güvenlik güçlerinin ortak operasyonu ile yakalanmış ve hemen ertesi günü 9 Ekim 1967’de idam edilmişti.

Che, tüm dünyada Sosyalist ve komünist gençliğin romantik, heyecan verici idolü ve rol modeli olan bir devrimci idi.

1965-1968 yılları arasında Türkiye’de de rüzgar gibi esti. Üniversite gençliği başta olmak üzere tüm komünist, Marksist örgütlenmelerin sembol kahramanı ve ateşleyici heyecan verici rakipsiz tek kahramanı idi. Deniz, Yusuf, Mahir, Hüseyin, İbrahim ve diğer bir çok komünist hep ona özendiler. İdeolojik ve eylemsel rol model olarak aldılar.

İşte o yıllarda NATO’da ABD’de , kara kara düşünüyordu. Küba’dan sonra Türkiye’de bir sosyalist-komünist devrim gerçekleşirse ve Sovyetler Irak, Suriye, Mısır’dan sonra Türkiye’de de devrimle rejim değişikliğini gerçekleştirirse NATO büyük güç kaybına uğrar hatta çöküşe kadar giden bir yola girerdi.

Zaten Yunanistan da da işler iyi gitmiyor komünist Akel hareketi gittikçe güçleniyordu.

ABD Türkiye’yi asla kaybetmemeliydi.

İşte o günlerde 1946’da NATO’ya girme kararını veren İnönü’nün liderliğindeki CHP “devlet kararı” ile aldığı bu kararının bir benzerini daha 1965 de aldı.

İnönü’nün Abdi İpekçi’ye verdiği 29 Temmuz 1965 tarihli aşağıdaki demeçiyle CHP yeni pozisyonu ilan etti ve yeni görevine ilk adımını attı.

1965 genel seçimlerinin hemen öncesinde 29 Temmuz 1965'te Genel Başkan İsmet İnönü, gazeteci Abdi ipekçiye verdiği mülakat sırasında CHP’nin çizgisinin "ortanın solu" olduğunu ilk kez dillendirmiştir: "CHP bünyesi itibarı ile “devletçi” bir partidir. ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır."

İsmet İnönü bu konuda, "Aslında laikiz dediğimiz günden beri ortanın solundayız." demiştir.

1966 yılında Robert Koleji mezunu olan Bülen Ecevit’in CHP’nin genel sekreteri olması ile “ortanın solu”, ideolojik duruş olarak içi doldurulmuş ve Türkiye’de gelişen sosyalist- komünist harekete alternatif demokratik bir çerçevede savunulur bir zemine oturtulmuştur.

Yani sosyalist-komünist hareketin halk isyanına dayalı hızla büyüyen devrimci gücü bölünmüş; CHP, NATO’yu tehdit eden sosyalist gelişmelere karşı tampon görevini üstlenmiştir.

1974 yılına gelindiğinde ise CHP dışındaki terör odaklı marksist örgütler CIA-GLODYA operasyonu ile bölünmüş “kahrolsun ABD” sloganları “kahrolsun Faşizm” sloganları ile yer değiştirmiş, sol örgütlerde karşılıklı çatışmalar başlamıştır. Doğu Perinçek’in o yıllarda da NATO ittifaklı “devlete” yaptığı hizmetler (!) unutulmaz.

Peki bugüne gelirsek CHP’nin yeni siyasi konumlanma ve yeni kadro hazırlığını nasıl izah edeceğiz?

1965 yılında o gün “devlet” tarafından kendisine verilen NATO’nun biçtiği siyasi görevi üstlenen CHP’nin; yine “devletin” 2016 sonrası NATO, ABD ve AB’ye karşı “güvenlik politikalarındaki” yeni değişikliğe göre hem parti çizgisi ve hem de parti kadroları yeniden kurgulanıyor sanırım.

“Devlet aklı” CHP’nin NATO görevini iptal ediyor ve tekrar CHP’yi geri almaya karar vermiş gözüküyor.

Bu dönüşümün Kılıçdaroğlu ile yapılması ve yeni yapılacak kongre sonrası genç ve Atatürkçü-ulusalcı çizgide yeni bir genel başkanın CHP koltuğuna oturması benim için hiç de sürpriz olmayacaktır.

ABD’nin tuzaklarla kurduğu NATO-GLADYO planları yavaş yavaş bozulacak ve CHP’nin ATATÜRK dönemi ideolojik çizgisine tekrar dönüşü ile Türk siyaseti yeni bir “milli politik” güce kavuşacaktır.

CHP’in örgüt yapısındaki omurgasında yer alan ve etnisite-mezhep şemsiyesi altında gizlenen Türk ve Türklük düşmanı kripto gizli yapılanmalarından da bu yeni dönem de kurtulacaktır.

Şimdi Alparslan Türkeş’in CHP için söylediği şu sözü hatırlamanın tam zamanı:

“ CHP ATATÜRK’ün kurduğu ilkelerden kopmasa, çizgisini bozmasa, bizim MHP’yi kurmamamıza gerek olmazdı”

Özgür Özel ve İmamoğlu hâlâ işin farkında değil, AB kapılarında destek arıyor.

Hele bazı yorumcuların CHP’de olanları AKP ve Erdoğan’ın gelecek seçimleri garantiye almak için yaptığı iddiaları var ki onlarda ayrı bir yazı konusu.

Hukuksuzluk ve adalet konusuna gelince !

O iş, bu ülkede zaten çoktan bozuldu.

Anayasa mahkemesi kararları çöp hükmüne getirildiği zaman zaten adaletin sifonu çekilmişti.

Önümüzdeki siyasi depremleri ve kırılmaları “hukuk” ve “adalet” parantezinde ya da ortak paydasında değerlendirmek ve itiraz ederek sonuç beklemek fazla hayalcilik olur.

Hukuksuzluk ve adaletsizlik zaten AKP iktidarının omuzlarında.

Bu sayede “devlet aklı” kendisine güvenlik öncelikli kararlarında geniş bir hareket alanı kazanmış oldu.

Her savaşın kurallarını güçlüler belirler ve uygular.

Türkiye iç ve dış odakların gizli savaşının tam ortasında.

Bu kabulleri yapmaz isek iç siyasi olayları değerlendirmemiz hem zor hem isabetli olmaz.

Hakkı Şafak Ses