Despot yönetimler güçlerini popülizm ve komplo teorilerinden alırlar. Popülizm ile kitlelerin duygularına  hitap edilir. Çünkü ideolojik aidiyet daha çok psikolojik unsurlar üzerinden imal edilir.

Diktatörlerin kitlelerin aklı yerine, duygularına hitap etmeleri bundandır.

Komplo teorileri ise, kafa karıştırmaya, insanları düşünemez, gerçeği görmeze hale getirmeye yarar.

Ancak komplo teorilerinin tek işlevi bu değildir. Bu yolla bir korku iklimi yaratılır, etraf düşmanlarla çevrilidir, bütün dünya despota karşı birleşmiştir. Ülkeye çok büyük tuzakların kurulduğu, yakın bir gelecekte kaos veya iç savaşa sürükleneceği hissi aşılanır. Amaç halkın koruyucu liderine daha sıkı bağlanmasını sağlamaktır.

Kaos dönemlerinde eleştiri ihanetle bir tutulur. En haklı tenkitler bile düşmanlık olarak mütalaa edilir. Bir savaş ihtimali varsa herkes susmalı, lidere tabi olmalıdır.  Savaş ve kaosla korkutulan kitleler konuşamaz hale geldiğinden komplo teorileri sayesinde tiran hesap vermekten, sorgulanmaktan kurtulur. Bir nevi hukuk üstü, la yüsel bir makama yükselir.

Yakın tarihte bunun birçok örneğine rastlamak mümkündür. Ala El-Asvani, Diktatörlük Sendromu isimli kitabında Arap dünyasından çarpıcı örnekler verir: Mısır'ın despot yöneticilerinden Nasır, 1967'de İsrail ile girdiği savaşı kaybetti. İsrail ordusu Mısır ordusunu ezip geçti.Doğu Kudüs,Sina,Gazze,Batı Şeria, Golan Tepeleri işgal edildi. Bu büyük hezimetten sonra Nasır istifa edeceğini söylediğinde, milyonlarca Mısırlı ona sadakatini göstermek için sokağa döküldü. Yenilginin Nasır'ın suçu değil, Amerika'nın  büyük bir komplosunun sonucu olduğu iddia edildi.Nasır göreve döndü, savaş ve toprak kaybetmenin bedelini ödemekten kurtuldu.

Komplo teorilerinin asıl yıkıcı tarafı baskıcı politikalara kılıf hazırlaması ve bunun sonucu olarak demokrasinin ertelenmesine neden olmasıdır. Bir ülkede savaş, yahut karışıklık ihtimali varsa,  yasaların da bunu önleyecek sertlikte olması, demokrasinin sonra düşünülmesi gerektiği kanaati yaygınlaşır. Savaş tehdidi, demokrasiyi ikinci plana iter. Diktatörlerin amacı da budur: toplumu korkutarak bir denge,denetim ve gücün paylaşılması rejimi olan demokrasinin getirdiği sınırlamalardan kurtulmak.

Dikta yönetimlerinin hakim olduğu ülkelerde iç ve dış düşman eksik olmaz.Eskiyen, anlamsızlaşan düşmanların yerine yenileri ikame edilir. Bu yöntemle kitlelerin bilinci üzerinde mutlak bir denetim kurulmaya çalışılır. Komplo teorileri yaygınlaştıkça toplumun kolektif zihni bulanır,dışarıda ayan beyan görünen hakikat anlaşılmaz olur.Gerçekle, gerçek dışını ayırt edemeyen kitleler, yalan propagandanın önünde bir kağıt parçası gibi savrulurlar. İradeleri ele geçirildiği için,  kitlesel bir hipnozun esiri  gibi hareket ederler.Bu hale gelmiş kitlelerin mantığı yoktur, kışkırtıldıkları zaman azgın bir sel gibi önlerine geleni yıkarlar.

Ancak hiçbir hipnoz, hiçbir büyü ilelebet sürmez.Dikta rejimleri, genellikle demokratik geleneği olmayan ülkelerde yaşama zemini bulurlar. Demokrasi geleneği olan toplumlar geçici olarak despotların pençesine düşseler de, er geç bunu püskürtüp, kusarlar.

Ayrıca, birçok insan için geçinmek ve ekonomik güvenlik, özgürlükten önce gelir.Diktatörler halkların aç kaldıkları zamanlarda isyan ettiklerini bildikleri için sosyal yardımlar ve sadaka politikaları ile kitlelerin dizginlerini ellerinde tutmaya çalışırlar.Bunu başaramayan,ekmek krizinin, adaletsizliğin  hakim olduğu yerlerde baskı rejimleri diken üstündedir. Hele o halkların iyi kötü bir demokrasi kültürü varsa artık  baskı rejiminin sonu gelmiş demektir.