İttifaklar, “liderleri” yani başkan adayları nefret, kızgınlık birikimleri üzerinden, toplumda kutuplaşmaya dayalı bir strateji ile oy hesapları yapmaktadırlar.

Önümüzdeki seçimlerde milletimiz iki ittifak üzerinden birini tercih etmek çaresizliği içindedir.

İttifaklar, “liderleri” yani başkan adayları ve siyasi fikirleri, kadroları ve projeleri üzerinden değerlendirilmesi gerekirken, maalesef ağırlıklı olarak psikolojik ve sosyolojik odaklı nefret ve kızgınlık birikimleri üzerinden,toplumda oluşan kutuplaşmaya dayalı bir strateji ile oy hesapları yapmaktadırlar.

Bu durum,Türkiye’nin gelecek yönetiminin önündeki en büyük “BEKA” sorunudur.

Birbirinden nefret eden ve varlıklarını kendi yaşam iklimi ve gelecek hayalleri için tehdit gören bu iki zıt kutbun hangisi iktidar olursa olsun, Türkiye’nin bugün yaşadığı toplumsal ayrışma ve karşılıklı nefret hâli artarak devam edecektir.

Türkiye’nin gerçek ve çözüm bekleyen en önemli “BEKA” sorunu aslında bugünkü hâliyle mevcut olan her iki ittifakın bizzat kendilerinin varlığıdır.

Her iki ittifakın nefretlerinin ve kinlerinin üzerine bina ettiği siyaset stratejilerinin sosyolojik ve psikolojik toplumsal izdüşümlerine ait birkaç örnek vererek iddiamızı daha da anlaşılır kılmaya çalışalım.

AKP ve Sn. ERDOĞAN 20 yıllık iktidarında kendi siyasi görüş ve inanç değerleri üzerinden bir “siyasi iklim” meydana getirdi.

Sonuçları itibarıyla bu siyasal iklim toplumsal barışı sağlayamadığı gibi tam aksine çok ciddi nefret ve kızgınlıklara sebep olacak derin sosyolojik fay hatlarının oluşmasına da sebep oldu.

“Din öncelikli” değerler tercihi ile belirlenen siyaset stratejileri, dünyanın neresinde ve hangi dinden olursa olsun, değişmeyen olumsuz sonuçlar doğurur.

Elbette yolun başında “dindarların” ve inançlarını yaşamak isteyen kitlelerin “İnsan hakları” parantezinde özlem duydukları “yaşam iklimini” oluşturmak niyeti ile yolu çıkıldı.

Fakat ilk adımda “hak teslimi ve iyi niyetli”olarak girilen bu yol, sonuçları itibarıyla oluşturduğu türevleri sebebi ile kontrol edilmesi çok zor toplumsal çatışma ve nefretlerin kaynağı oldu.

“Dinimi” ve “siyasi hedef ve fikirlerimi” istediğim gibi yaşar ve gereğini yaparım diyenlere fırsat veren, örgütlenmelerinin önünü açan ve çoğu zamanda destekleyen

“sosyolojik fırsat iklimi” AKP’nin siyasi tercihlerinin ve oy hesaplarının tabii sonucu olarak ortaya çıktı.

Bugünlerde kendilerinin dahi savunamadığı, kontrol edemediği ve önleyemediği gayriahlaki, gayrıinsani çirkin örnekler ile toplumumuz kirlenmeye başladı.

Siyasi iktidarların mensuplarının haksız zenginleşmesi, kadrolaşması ve kendi oy tabanlarını memnun etmek için aldıkları siyasi ve ekonomik kararlar her dönem görülmüş ve ölçüsü fazla kaçmamak üzere toplum tarafından da kabullenilmiş bir durumdur.

Fakat bugün karşı karşıya olduğumuz durum bambaşka bir tehditin kapısını aralamıştır.

AKP’nin savunduğu siyasi önceliklerin ve aldığı kararların oluşturduğu “yaşam ve fırsat iklimi” kendi dünya görüşleri paralelinde hangi savrulmalar yaşadı ve hangi sapkınlıkların içine düştü birkaç örnek verelim.

İstanbul’da Türklükten nefret eden emekli bir subay ki olay ortaya çıkana kadar Cumhurbaşkanımızın savunma danışmanıdır. Uluslararası sadece İslam dini mensubu bazı ülkelerin katılımı ile kamuya açık bir toplantı düzenledi.

Kamu kuruluşları ve kamu bankaları da bu toplantının sponsoru olarak ciddi maddi desteklerde bulundu.

Bu emekli subay toplantının sonuç bildirgesinde millî birliğimizi, vatan bütünlüğümüzü tehdit eden açıklamaları basının önünde fütursuzca yaptı.

Ne istiyorlardı bu toplantıya katılanlar hatırlayalım.

Türkiye toprakları dahil yeni bir İslam devleti kurulmalı ve dili Arapça olmalı, bayrağımız, başkentimiz de değişmeliydi.

Devletin ve basının gözü önünde kamuoyundan saklama ihtiyacı dahi duymadan bu açıklamalar küstahça yapıldı ve kayda geçti.

Tek bir C.savcısı harekete geçmedi.

Bu küstahlığın ve ihaneti ifşanın sebebi, AKP iktidarının oluşturduğu “siyasi iklimin” kontrol edilemez sapkınlıkları cesaretlendirmesinin bir sonucudur.

Bugün tarikat kisvesi altında “dini yaşam” ve “dini ruhsat” iddiası ile ortaya çıkan sapıklıklar da aynı “siyasal iklimin” kontrol edilemez sonuçlarıdır.

Yani meşhur laf : İmam, cemaat meselesi.

Eğer bir siyasi iktidar devlet idaresinde “millet” temelli değil “din” ve “sınıf” öncelikli siyaset stratejisi izler ise benzer sıkıntıların, sosyolojik kamplaşmaların ve toplumsal nefretlerin oluşması kaçınılmazdır.

AKP’nin “dini siyasallaştırmasının” onlarca örneğini verebiliriz. Kendilerine göre “dindar” eğitim ve kimliğe sahip kadroların öncelikle değerlendirilmesine de yüzlerce örnek verebiliriz. İmam hatipli olmak ve ilahiyat kökenli olmak devlet kadrolarına atanmakta ciddi bir avantaj hâline gelmiş durumda.

Bu iktidarın oluşturduğu “siyasal ve sosyolojik iklimin” bir sonuçudur. Tabiidir ve kaçınılmazdır.

Bu durum bugün toplumun çoğunluğunu çok rahatsız etmekte ve bu durumdan kurtulmak için çareler aranmasına sebep olmaktadır.

Çözüm için ben varım diyen “Millet İttifakı” ise şimdiden işaretlerini verdiği bir başka toplumsal çatışmanın potansiyeline sahip görünüyor.

Yeni, sosyolojik çatışma ve kırılmaya sebeb olacak başka bir tehdit dolu “Siyasal İklime” savrulacağımızın işaretleri şimdiden görülmeye başlandı bile.

Mevcut Cumhur İttifakının kaptanı AKP dini siyasallaştıran bir stratejinin takipçisi ve uygulayıcısı oldu.

Mensup olduğu fikir ve kadroların oluşturduğu “siyasi iklim” kimleri var etti, kimleri şımarttı ve kimlerin toplumsal barışı bozan cemaatlerde toplanmasına fırsat verdi?

Peki, “Millet İttifakı” amiral gemisi CHP’nin liderliğinde, altında üzüm salkımı gibi yapılanmış siyasal katmanları ile oluşacak yeni “siyasi ikliminde” kimlere ve hangi odaklara fırsat ve imkân doğuracaktır?

Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı kesinleşmeye doğru giderken kendisinin ne kadar hoş görülü, ne kadar özgürlükçü ve ne kadar vatanperver olduğu hususunda söylenenlere elbet bir itirazımız olamaz.

Fakat fikri ve ideolojik konumlandığı alana ve siyasal görüşünün şemsiyesi altında yer alan fikri ve ideolojik katmanlara baktığımızda, fotoğraf hiç de öyle rahatlatıcı ve ümit verici gözükmüyor.

Millet İttifakı ile AKP’nin “siyasi ikliminin” azdırıp saptırdığı ve toplumu boğan ve de bölen aşırılıkların ve “Biz böyle yaşmak istiyoruz, biz bu pencereden böyle bakıyoruz.” İddialarının zıddı olan ve aynı derecede toplumsal gerginliklerin sebebi olacak bir başka “siyasal iklime” kuvvetle muhtemel savrulabileceğimizi hiç düşündük mü?

Mesela ;

Vicdani retçilik !

LGBT parantezinde cinsel özgürlük talepleri !

Sivil inisiyatifsizlik yapılanmaları !

Her türlü devlet otoritesine karşıtlık !

AB’nin finans desteğine sahip “sivil toplum örgütlerinde” yaşanacak patlama !

Vatan ve millet birliğine karşı “mezhep ve etnisite” merkezli örgüt faaliyetlerinde ortaya çıkacak aşırılıklar !

Listeyi daha da uzatabiliriz.

CHP’nin şemsiyesi altında şu an sessiz ve kurnaz bir bekleyiş içinde duran,Türk milliyetçilerinin asla bırakın yan yana olmayı varlıklarının bile mücadele sebebi olan, irili ufaklı kaç tane dış destekli gayrimillî çekirdek örgüt vardır sizce ?

6 yaşındaki kız çocuğunu sapık bir adamın yatağına atan ve bunu “dinim” (!) izin verdi diye yapan aşağılık sapıktan; komşularının ve mahallenin çocuklarımıza kötü ve iğrenç ahlaksızlıkların örneği oluyor diye şikayetçi olacağı; “bizim cinsel tercihimize karışamazsınız, bizim özgürlüğümüzü kısıtlayamazsınız” diyecek bir başka sapık ilişkilerin savunulacağı “iklime” savrulmamız sizce ihtimal dışı mı?

Nasıl ki AKP kontrol edilemez dini eğilimlerin yeşerip yetişeceği bir siyasi iklimin sebebi olmuş ise; Millet İttifak’nın en güçlü ve büyük paydaşı olan CHP’nin şemsiyesi altında da Türk milletinin töresini ve toplumsal ahlaki değerlerini tahrip edecek ve sosyolojimizi tehdit edecek bir başka “siyasal iklim” ile karşı karşıya kalamayacağımızı kim garanti edebilir?

Sn.Kılıçdaroğlu mu?

Sn.Erdoğan, nasıl ki kendi iktidarının neticesinde oluşan “siyasal iklimin” kontrol edilemez sonuçlarını önleyemedi ise Sn.Kılıçdaroğlu da istese de “ sol-sosyalist, etnisite, mezhep” ve en önemlisi de özgürlükler parantezinde mevzilenecek olan, toplumun sosyolojik yapısını hedef alan aşırı taleplerin örgütlü mücadelesini asla önleyemeyecektir.

Ayrıca CHP şemsiyesi altında birleşen 6’lı ittifakın ilk açıkladığı strateji bildirisinde yer alan AB norm ve müktesebatına yönelik verilen söz ve açıklamalar yeni oluşacak “siyasi iklimin” nasıl ve hangi yönde gelişeceğini de net bir şekilde göstermektedir.

Özerklik, resmî iki dil ve federasyona kadar gidecek talepler bu yeni oluşacak siyasi iklimde çok elverişli bir yaşam ortamı bulacaklardır.

“Savaşa hayır !” sloganları eşliğinde, bugün Türk Devletinin, sınırlarının dışına taşıdığı Libya’dan, Irak ve Suriye’ye ve de Kafkasya’dan, Afganistan’a kadar oluşturduğu yeni stratejik güvenlik hamlesini durdurmak için AB fon kaynaklı kaç “a simetrik” terör yandaşı güya sivil toplum örgütüleri CHP liderliğindeki bu yeni oluşacak “siyasi iklimi” fırsat bilecek ve etkinleşeceklerdir?

Bir konu yanlış anlaşılmasın.

Ben bu savrulmaları ve toplumsal barışı bugün olduğu gibi yarın da bozacak olan hususları, bizzat ittifakların kendileri isteyip yapacaklardır demiyorum. İsteseler de önleyemeyeceklerini ve toplumsal yarılmanın ve ayrışmanın şiddetle çoğalarak devam edeceğini, çünkü bunun sebebinin her iki ittifakın fikri temellerinin ve dünya görüşlerinin şemsiyesi altında oluşacak “siyasi iklimden” kaynaklanacağını işaret etmek istiyorum.

AKP iktidarının “din öncelikli” ümmet siyaseti ile CHP şemsiyesi altında toplanan “sınıf” öncelikli sosyalist ve etnik anlayışın çekirdek örgütlerinin varlığının tabii sonucu olarak bu siyasi iklimler oluşmaktadır ve oluşacaktır.

Bu örgütlerin kontrol edilmesi ve bu yeni oluşacak “siyasi iklimde” toplumsal barışın sağlanması asla mümkün değildir.

Bir yanlıştan bir başka yanlışa savrulmadan ve belayı iki zıt kutupta keskinleştirip büyütmeden ve toplumsal barışı bozacak potansiyelden kurtulmanın tek bir çaresi vardır: O da “millet” temelli, “toplumcu”, “millî bütünlüğü ve varlığı” esas alan bir siyasi iklimin oluşmasını istemek ve sağlanmaktır.

Bu görev de Türk milliyetçilerinin 2023 seçimlerinde etkin ve belirleyici olması ve milletimizin önüne mevcut ittifaklar dışında üçüncü bir ittifakın “milliyetçi” bir aday çıkarması ile ancak mümkün olabilecektir.

Ümmet ve sınıfsal farklılık ve de etnik öncelikli “siyasi iklimler” dünyanın her yerinde ve her ülkesinde ayrıştırıcı, bölücü ve millî birliği bozan ideolojilerin yeşerip büyüdüğü ortamlara sebep olmuştur.

Tek çare ve çözüm, ya “milliyetçiler” iktidar olacaktır ya da iktidarın güçlü paydaşı olup toplumsal ayrışmalar ve karşılıklı zıtlaşmaların oluşacağı “siyasi iklimlerin” oluşmasına fırsat vermeyeceklerdir.

Başka çare arayanlar ve mevcut ittifaklar üzerinden çözüm arayanlar bilsinler ki sadece “belanın” farklı yüzlerinden birisini tercih etmiş olacaklardır.

Hakkı Şafak SES