Peyami Safa benim gençlik dönemim yazarımdı. Lise öğrencisi iken onun bütün romanlarını okudum. Ergenlik psikolojime ilaç gibi gelmişti. Ben Peyami Safa'yı sağcı solcu tanımlamaları içinde hiç bir zaman görmedim. Edebiyat dünyası onu hep öyle tanımlıyordu ama ben onu hep insanı problem eden, insan ruhunun derinliklerine giren bir yazar olarak gördüm. Sorunlu ve hastalıklı insanları anlatıyordu. Bu benim marazi ruhuma iyi geliyordu. Sonra romanlarında Yeşilçam sinemasının insanı yürekten yakalayan o güzel aşklarına benzeyen aşkı anlatışı vardır. Onun kadınları mütedeyyin Anadolu kadınından daha çok köşk ve şehir kadınıydı. Sancılı kadınlar... Bir film seyreder gibi okurdum romanlarını... Peyami benim ideolojiler üstü tek yazarımdı. Necip Fazıl'ı veya Nazım Hikmet'i okurken kendinizi spor müsabakalarında taraftar sanırsınız. Ama Peyami öyle değildir... Zaten onu öyle bir yere oturtmak sınırlamaktır. Haksızlıktır! Bir de Dostoyevski de aynı duyguyu yaşarım. Onu okurken Rus olması beni ilgilendirmez. Ben onda insanı, bir böcek gibi küçülmüş, yaşamak ve sevmek için çırpınan insancıkları görürüm. Bir de kiriyle pasıyla, azizesi orospusuyla kadınlarını.... Özverili ve merhametli, dedikoducu ve sevecen kadınlar. Güzelim Rus kadınlarını. Dosto size bir anda bir kaç kadını sevdirebilir mesela... Dostoyevski okuyup da onun anlattığı kadınlara aşık olmamak mümkün değildir...