Evlatlarımızın elinden tutup onları hayata hazırlamaya çalışırken, hayatın bu denli sertleşmesi içimizi acıtıyor. Onlara sadece bir isim, bir terbiye değil; güvenle yaşayabilecekleri bir dünya bırakmak istiyoruz.
Bizler, “kanaat etmeyi” bilen; bir somun ekmeği bölüşerek doyan, yokluğun içinde bile huzur bulabilen bir neslin çocuklarıyız. Yaş aldık, yolun yarısını çoktan geçtik. Yorulduk belki… Ama her şeye rağmen ayakta kalmayı başardık.
Ne var ki bugün başımızı yastığa koyduğumuzda, kendi yorgunluğumuzdan çok evlatlarımızın yarını uykularımızı kaçırıyor.
Ekonomi, geçim derdi, bitmek bilmeyen okul maratonu…
Eskiden “Oku da kurtul” derdik; bugün ise okumak bile başlı başına bir lüks, mezuniyet sonrası ise belirsiz bir bekleyişe dönüşmüş durumda. Evlatlarımızın elinden tutup onları hayata hazırlamaya çalışırken, hayatın bu denli sertleşmesi içimizi acıtıyor. Onlara sadece bir isim, bir terbiye değil; güvenle yaşayabilecekleri bir dünya bırakmak istiyoruz. Ancak gelinen noktada, en temel ihtiyaçların bile bir “dert” haline gelmesi, ebeveyn yüreğini fazlasıyla yoruyor.
Yine de umudu diri tutmak zorundayız.
Çünkü çocuklarımız yalnızca bizim ekonomik mirasımıza değil, metanetimize de bakarak büyüyecekler. Onlara sadece paranın yolunu değil; dayanıklılığı, çözüm üretmeyi ve her şartta dürüst kalabilmenin asaletini öğretmek zorundayız. Evet, rüzgâr sert esiyor; ekonomi dar boğazda, yollar engebeli… Ama unutmamalıyız ki en sağlam ağaçlar, en sert rüzgârların estiği topraklarda yetişir.
Dileğimiz; evlatlarımızın gözlerindeki ışığın hiç sönmediği,
“Yarın ne yiyeceğiz?”
“İş bulabilecek miyim?”
korkularının yerini; üretmenin, sevmenin ve huzurla yaşamanın aldığı bir gelecektir. Bu dua, yalnızca anne babaların değil; bu topraklarda yaşayan herkesin ortak duasıdır.