Beka için, milli duruş ve milli menfaatler için yapılması gerekenler ile atılması gereken adımların “iktidar “tarafından “onaylanıp” yapılması, iktidarın “haklılığını ve muktedir” olduğunu göstermez.
Evvel ahir vebal ve suçunu da affettirmez.

17 yıldır süren AKP iktidarı yıllarca “siyasal islam” kimliği ile inanç ve mukaddesat önceliklerini sürekli gündemde tutarak, seçilmiş yönetimleri “vesayetten” kurtarma iddası ile “ordu”, “yargı”, “üniversite” ve “basın” üzerinde ciddi yapısal değişiklikler yaptı ve bu sayede siyasi insiyatifler kurdu.
O günler Hocaefendi (!) ile dost ve işbirliği yapıldığı günleri idi.
Bütün bu hamleleri AKP “siyasal islamcı” olmayan toplumu yani diğer tüm siyasi görüş taraflarını ötekileştirerek yaptı.
İktidarın %50 odaklı ve siyasal İslam öncelikli “siyaset” stratejileri, içeride ciddi toplumsal yarılmaya sebeb olurken, dış ilişkilerde de ciddi tehditlerle ülkemizi karşı karşıya getirdi.

ABD ve AB ‘nin ciddi desteğini alan AKP iktidarı, yıllarca “Batı” ile stratejik işbirliği yaptı. Tehditin büyüklüğü ve hedefin Türkiye olduğu hususunda ne en ufak bir şüphe ne duydu ne de gelecek “belaları” farketti.

Ve bügün geldiğimiz noktada “BATININ” maskesi düştü ve artık dostluğumuzda kalmadı. “DOĞUDA’da” sırtımızı yaslayacağımız, yada sırtımızı döneceğimiz birilerinin olmadığını da yaşayarak gördük.

Sebeblerini ve sorumlularını tartışacak vaktimizde artık pek kalmadı gibi.

Yıllardır gerçek hedefin “TÜRKİYE” olduğunu ve “BATININ” bu stratejisini saklamadan “Medeniyetler Çatışması” başlığı altında ilan ettiğini unutan, “iktidar ve muhalefet” sarkacında istiklal ve istikbalimiz “sarkaç giyotinin” önüne sürüldü. Bıçak, her salınımda boğazımıza biraz daha yaklaştı ve yaklaşmaya da devam ediyor.

“Güvenlik bürokrasisinin” gecikmeli de olsa aldığı kararların “iktidar” tarafından uygulanması belli bir zamanı şimdilik “Devletimize” kazandırmış gibi gözüküyor.

Milli güvenliğimiz açısından yapılan; Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatları ile “Libya” husunda ki hassasiyetimiz ve “ Mavi Vatan” için atılan adımlar elbette gerekliliğin ötesinde elzemdir ve yapılması gereken işlerdir.

Önümüzde ciddi kararların alınacağı ve gerekli adımların atılacağına gebe olaylar, bir zincirin halkaları gibi sıra sıra dizilecektir.

Milletimiz bir çıkmazın farkında fakat çaresiz ve karamsar bir psikolojik gerginliğin de içerisindedir.
Yaşadığı çelişki ise şudur. Bugün karşı karşıya olduğumuz “tehdit” ve “belaların” farkına varıp, tedbir alıp, önlemeyi bırakın; “aldandığını” ve “kandırıldıklarını” söyleyerek sorumluluktan sıyrılmaya çalışan bir AKP iktidarını ; “beka” ve “istiklali” için “çare” olarak görmek mecburiyetinde kalmasıdır.

Sorunun kaynağına çözüm için mecbur kalmak ne kadar güven vericidir ?

Bir örnek ile konuyu daha anlaşılır kılmaya çalışalım.

Güvenerek gittiğiniz bir hastanenin doktorları size sürekli yanlış teşhis koyarak hastalığınızı iyileştirmek şöyle dursun tedaviyi bırakın hastalığınızı kronikleştirmiş olsun.Hastalığınızın sebeblerini teşhis edememişler sadece semptomları ile uğraşmış, ağrı ve fonksiyonlarınıza geçici rahatlıklar sağlayan bol ilaçlı tedaviler uygulamış olsunlar.
Ve sonunda “başhekim” size mecbur kaldıkları çözümü söylesin: Acil ameliyat !..
Yani, özetle eğer sağlığınızın “bekası” (!) için aynı hastanenin “doktor kadrosuna” teslim olmanız sizden istenirse ne yaparsınız ?

Gündeminize “ameliyat” gelince kendinizi, sizi bu günlere getiren “doktorun” aklına uyarak yeniden onun ellerine mi bırakırsınız, yoksa olacağınız “ameliyatın” en usta ellerini mi ararsınız?

Maalesef “kısır siyaset”, iktidarı ve mevcut muhalefeti ile tencere kapak misali.
Yeni gelen ve gelecek olan ve ümid diye sunulan partilerin ise “mazrufları, AKP iktidarının 17 yıl önceki lafızları ve kimlikleri ile aynı, “zarflarını” yenileyerek bizlere kendilerini yutturma peşindeler.

Bu noktada en büyük vebal, yapılması gerekeni yapmamak ve “Beka” savıyla “Belanın” müsebbibini ve siyasi kadrolarını “kurtarıcı” ve “önder” olarak görmek siyasetinden vazgeçmeyen MHP’nin ve dolayısı ile Sn. Devlet Bahçeli’nindir.

“Haider” endişesini üzerinden atmalı, “BATI” tarafından dışlanma tehditinin anlamsız kaldığını ve artık düşman safında olduklarını görmeli ve artık “ÜLKÜDAŞLARINA” güvenmelidir.

-Çok acil olarak Türk Milliyetçilerini, Ülkücüleri MHP çatısı altında toplamak hedefi ile “Büyük kurultay” kararını almalıdır.

-Yapılacak “Büyük Kurultay” üç günden az olmamalı ve Türk Milletinin sesini ve duruşunu tüm dünyaya “ Amasya, Erzurum, Sivas “ kongresinin öznesi temelinde haykırmalıdır.

-Türk Milliyetçilerinin önderliği haricinde hiç bir fikirin ve ideolojinin önderliğinde Türk vatanını ve Türk milletini korumak asla mümkün değildir.

-Siyasal İslam, ümmetin birliği,barış, insanların ve halkların kardeşliği, sosyal demokrat ve özgürlükçü politikaların önümüzde ki “büyük savaş” ve “kargaşada” milletin önderiliğine soyunacak ve Türk Milletinin güvenine mahzar olacak ne halleri ne kadroları ve en önemlisi, ne de cesaretleri vardır yada yeterlidir.

Artık soğuk savaş dönemi “dünya sistemi” çatlamıştır.
Her şey sil baştan yeniden kurulacaktır.
Kabuller buzulmuştur, ezberler de bozulacaktır.

Türk Milliyetçileri ve Ülkücüler birleşmeden tek çatı altında siyasi güç haline gelmeden, Türkiyenin üzerine yapılan hesaplar asla bozulamayacaktır.

Başka siyasi arayış ve ittifaklar zaman kaybettirecek ve belaları büyütecektir.

Türkiyenin ve Türk Milletinin tek bir birleşmeye ihtiyacı vardır oda “Türk Milliyetçilerinin” tek çatı altında siyasi iradelerinin birleşmesidir !..

Türkiyenin belalardan sıyrılması için tek bir ittifaka ihtiyacı vardır oda Türk Milliyetçilerinin önderliğinde tüm vatansever ve inançlı kesimlerin “İTTİFAK” içinde aynı safta buluşmasıdır.

Başka yol ve çare yok !..