Uzun boyu, iri siyah gözleri, o gözlerden hiç eksik olmayan ülküdaş bakışları, kartal kanadı gibi savruk kaşları vardı yiğidimin... Yürürken sert atardı adımlarını, göğsünü şişirip az öne çıkartırdı ama asla kibirli değildi. Düzgün fiziğini olgunluk çağında kendine çok iyi yakıştırdığı siyah sakalı ile süslerdi...

Yetmişli yılların ortasında tanıdım onu. Ülkü Ocakları Sosyal Faaliyetler Merkezi'ndeki toplantıların vazgeçilmez isimlerinden biriydi... Yetmişli ve seksenli yıllarda bir dergi faaliyeti düşünülse akla önce hikayeciler, romancılar, şairler gelirdi... Toplantıya çağrılacak isimlerin listelenmesi bitirildiğinde “Eyvah” denilirdi, “Eyvah Ensar Kılıç unutulmuş”... Ensar Kılıç listeye alındığında türü ne olursa olsun o derginin muhtevasına tiyatro dahil olurdu...

Tiyatro salonumuz yoktu, tiyatro topluluğumuz yoktu, tiyatro eserimiz yoktu... Varsın olmasın!.. Ensar Kılıçımız vardı bizim; O bizim tiyatromuzdu, o bizim tiyatroda ülkücü duruşumuzdu, o bizim köylü tarafımıza yabancı bir sanat dalının içimizdeki tek kişilik ordumuzdu, o bizim sahnemizdi, o bizim mikrofonumuzdu, o bizim güleç yüzümüzdü...

Devlet Tiyatrolarında görev yaptığı yıllarda ülkücü kimliğini hep önde tuttuğu için dışlanan 2000’li yıllarda şartlar müsait olunca kabiliyetlerini sergileyen Kazım Karabekir Paşamızdı, tiyatro yönetmenimizdi, tiyatro oyuncumuzdu... Kendine güven dolu bir kişiliğin muhteşem bir diksiyon ve etkileyici vücut diliyle birleştiği karizmatik bedenimizdi... Üniversitelerde diksiyon , MHP parti okullarında kitleleri etkileme sanatı hocamızdı...

Siyaset için gereken her vasfı doğuştan getirdiği yeteneklerle birleştirebilen, bulunduğu her ortamda lider vasıflarını tebarüz ettirebilen belki de bu yüzden vitrine çıkarılmayan bahtsız yüzümüzdü, hüsranımızdı, öfkemizdi, acımızdı...

Ensar Kılıç’ı ilk “Hamalın Dramı”nda seyrettim... Kars’ın kara yağız delikanlısı bir hamalı oynuyordu, hayat mücadelesinde kimi zaman tökezleyen, kimi zaman dimdik duran bir hamalı... Bana öyle geliyor ki o eserin ismi Ensar yiğidimin hayat özeti idi ama bir farkla... O bir ülkü hamalı idi, hayatının hiçbir devresinde kaytarmadı... Hepimizin gidişata isyan edip “olmuyor, olmuyor” feryatlarını yükselttiği dönemlerimiz olmuştur... Ensar Kılıç hiçbir zaman kenara çekilmedi, idealleri uğruna en ağır yüklerin altına girdi...

Doksanlı yıllarda herkes garanti vilayetlerden vekillik yarışındaydı Ensar Kılıç, Başbuğ’un huzuruna çıkıp:

- “Efendim! Tunceli veya Hakkari’den sonuncu sıradan aday olmak istiyorum” demişti.

Başbuğ onu Muş’a gönderdi. Ankara nere, Muş nere?.. Kars nere Muş nere?.. Yolunu bilmez, izini bilmez, halkını tanımaz... İnanılmaz bir cesaretti O’nun yaptığı...

Devlet Tiyatrosu sanatçısıydı o yıllarda. Tiyatroda da ülkücülüğünü gizleme, muarızlarıyla uyum ve uzlaşmaya hiç yanaşmadı... Öyle yapsaydı Devlet Tiyatrolarında birçok oyunda başrol alabilirdi ama tiyatro yönetmenlerine minnet etmedi... Yıllarca ya kızakta bekletildi, ya figuranlık rolleri ile psikolojik işkenceye maruz kaldı.

-Muş’ta, Devlet Tiyatrosu sanatçısı olmanın getirdiği avantajlarla inanılmaz bir performans sergiliyordu... Karizmatik bir fizikle birleşen etkileyici ses tonu, muhteşem bir diksiyon ile Muşta her kapıyı çalıp önce esnafla kucaklaştı, hal hatır sordu... Sanki o esnafın asker arkadaşıydı ve çeyrek asır sonra görüşüyormuş gibi sımsıcak sarılıyor, daha ilk dakikada yakınlaşıyordu...Binlerce esnafın işyerini ziyaret etti, klasik partici nutukları atmadı, vatandaşla arasına duvar ören klasik parti mitingleri de yapmadı, yüreğini avucuna koyup sımsıcak diyaloglarla her kapıyı çalıp Muş insanının kalbini fethetmeyi başardı...

“Ankara nere, Muş nere?” diye sormayın daha... Ensar gardaşım yediyüz oy daha alabilseydi Muş’tan vekil olarak Meclise girecekti... Ensar Kılıç’ın Muş başarısı MHP Genel Merkezini bile şaşkınlığa sürüklemişti... Peki sonraki seçimlerde ya memleketi olan Kars’tan aday yapılsaydı?.. “Vay emmimoğlu, gel şu belini bi kütleteyim!” sıcaklığıyla Karslıların kalbini fethederdi?..

Ama Ensar Kılıç bir ülkü hamalıydı... Hiçbir zaman kolaya talip olmadı... Bir sonraki dönemde yine Muş’a gönderildi, yine zora talip oldu... Adaylık süreci öncesinde Muşla hiçbir ortak bağı yoktu, ne memleketi idi orası, ne de memuriyet şehri... Kimbilir Ensar yiğidim belki de kabiliyetlerini sınıyor, kendi sınırlarını zorlama hazzını yaşyordu.

Zaman zaman aklıma gelirdi, Ensar Kılıç Kars veya Ankara’da en kritik noktaya vekil adayı olarak konsaydı ne olurdu? Kritik nokta garantiye dönüşürdü mutlaka ve hatta kendisiyle beraber bir alt sırayı da meclise taşırdı...

Peki Ensar Kılıç milletvekili olsaydı ne olurdu?.. İletişim fakültelerinin diksiyon hocası kartal kanadı gibi savruk kaşları, etkileyici sert bakışları, sert adımları ve bu muhteşem fiziği zirveye çıkaran davudi ses tonuyla televizyon ekranlarının demirbaşı olurdu mutlaka... Çıktığı her kanalda rakiplerini alt eder MHP’nin sembol ismi olurdu... Günümüz siyasetinde bilginin fazla önemi yoktur, çünkü insanlar beyinleri ile değil gözleriyle düşünüp bir karara varırlar... Doğuştan getirdiği fiziki avantajlarını, Devlet Tiyatrosu sanatçısı olmanın avantajlarıyla birleştiren Ensar Kılıç düzgün diksiyonu ve muhteşem vücut dili ile milyonları etkiler MHP misyonunu başarıya taşırdı.... “Tayyip Erdoğanın başarılı hitabetini, etkileyici vücut dilini geride bırakacak kim var bizde?” diye soranlara “Ensar Kılıçımız var” derdim hep...

Peki Ensar Kılıç’ın bu üstün vasıfları MHP yetkililerince bilinmiyor mu idi? Biliniyordu... Çünkü MHP Genel Merkezi Parti Okulu’nda özellikle siyasetçilere elzem olan hitabet, diksiyon, vücut dili, kitleleri etkileme sanatı gibi konularda dersler veriyordu...

Bir seferinde Ensar gardaşımla Emirdağında yapılacak “3 Mayıs Türkçüler Bayramı”na gidiyorduk... Yolda kalb kalbe bir sohbet koyulaştırdık... Yukarıda sizlere naklettiğim konuları bana özetledi... Yiğidimin hayat hikayesine kuşbakışı baktığımda bir soru gelmişti aklıma. Şeytanın “sor” dediği o soruyu sormuştum:

- “Azizim!.. İnsanlarla çabucak kaynaşmakta ustasın, hitabette, fizik dilini hitabet sanatınla birleştirmekte, ülkücü nabzını yakalamakta ustasın... Ülkücü hareketin filizlenme döneminden bu güne her cefasında, her çilesinde ismin var... Ülkücü siyasetin umurunu dönmelere ve devşirmelere bile yaşattığımız dönemlerde Ensar Kılıç bu ülkü hamallığını neden bir vekillikle taçlandıramadı?.. İkna sanatında mı bir noksanın var yoksa?..”

Derinden bir ah çekti yiğidim!.. Ulu bir yangı bir yumruk olup boğazına tıkandı ve buğulu bir ses tonuyla şöyle dedi:

-” Üstadım yarama parmak bastın ve kanattın... İkna sanatımda da bir eksiğim yok... Ama bir eksiğim var onu biliyorum... İç muhasebemi yaptığımda bazan o eksiğimi yok etmek istiyorum ama yapamıyorum, yapamıyorum... İçimden bir ses “onu yaparsan yuh sana” diyor...

Merakım iyice kabarmıştı.

-”Nedir o eksiğin?” diye sordum.

-”O eksiğim dalkavukluğu bilmemek... İstesem dalkavukluğun da padişahını yaparım, rolünü yaparım en azından..”

-”Yap o zaman!”

-”Beynimin bir yani ‘yap o zaman’ diyor... Aynı anda beynimin öbür yanı harekete geçiyor ‘yaparsan yuh sana diyor’... Bu yaşıma kadar hep ‘yuh sana’ diyen beynimi dinledim, bundan sonra da dinlemeye devam edeceğim... Biz ülkücüyüz üstadım, biz dalkavukluk yapamayız!.. Dalkavukluğa ihtiyaç duyulmayan bir ortamımız olmalı.”

İşte size bir ülkü hamalının dramı!..

Uğurlar ola yiğidim! Hatıran önünde saygıyla eğiliyoruz... Özmenlere, İmamoğluna, Önkuzulara selam götür bizden... Selam olsun dalkavukluk bilmeyen gönül erlerine... Yuh olsun ülkücü siyasete dalkavukluğu geçer akçe hale getirenlere.

Alper Aksoy

29 Eylül 2010 - ANKARA

Bir 1 kişi, anıt ve şunu diyen bir yazı 'BİR ÜLKÜ HAMALININ DRAMI Ensar KILIÇ (1956 2010)' görseli olabilir