Sonra büyüdüm. Sonra sevimliliği kalmadı ellerimin. Saçlarım okşanmaya değer bulunmadı. Bütün düşlerimi aldı rüzgâr. Ben vakit buldukça rüzgâr biriktirdim.
BIRAK UÇSUN
-yakın ve uzağa düşmüş güzel insanlara-
“Ağlamayı çok istediğim bir gün
Âşık olduğumu anladım...”
I
O gün hep dolaştım. Hiç konuşmadım. Ne şarkı okudum ne şiir... Kimsenin olmadığı yerlere gittim. Olmadı. Geceyi bekledim. Sonra tekrar dolaştım...
Sonra büyüdüm. Sonra sevimliliği kalmadı ellerimin. Saçlarım okşanmaya değer bulunmadı. Bütün düşlerimi aldı rüzgâr. Ben vakit buldukça rüzgâr biriktirdim.
Sonra sevdalandım. Sonra sevgili, pazarından başka pazarlarda satmaya kalktı beni; dağıldım…
Güzel annem...
Çocukluğumda anlattığın masallara ihtiyacım var. O sevgiye, o insanlara. Anlattığın dünyanın bu kadar çok ışıkları yoktu. İnsanları da bu kadar fazla değildi. Köyler, kasabalar, şehirler, caddeler, sokaklar henüz adlandırılmamıştı. Böylesine yorgunluk, böylesine yarına çıkamama korkusu yoktu kimsede. Arabalar böylesine, pırlantalar böylesine, yatlar, katlar böylesine önemli değildi.
Sevgi vardı her şeyden önce, insan vardı güzel annem, biz vardık…
Şimdi gün boyu koşuşturmaktan yorgun düşüyorum. Kaskatı kesilmiş cesedimi taşıyorum her gün omuzlarımda. Otobüs duraklarına gömüyorum, upuzun nehirlere gömüyorum, anılarıma, yarınlarıma, yalnızlığıma, sensizliğime gömüyorum kendimi, olmuyor, güzel annem. Bir yer arıyorum dağların, bulutların her şeyin ötesinde, yepyeni bir dünya arıyorum masallarında, bulamıyorum…
II.
Ellerim ceplerimde, olanca kalabalığa aldırmadan, hiç kimseye, hiçbir şeye aldırmadan yürüdüm. Karanlık şehre değil, üzerime çöküyordu sanki. Omzuma dokunan, beni sarsan, huylandıran bir el olsun istedim. Bana dokunsun, bu ağırlığı çekip alsın üzerimden…
Tek tük pencereler aydınlanmaya başlamıştı. Nereye gideceğimi bilmeden, adımlarımın beni nereye götüreceğini hesaplamadan yürüdüm. En son evden ne zaman çıkmıştım. Son gittiğimde anahtarı kilide sokmuş fakat kapıyı açmamıştım.
Evet anne… İçeri girmemiştim. İçerde beni dergiler, kitaplar sayfaları açık bekliyordu. Oysa hiçbir şey okumayacak, hiçbir şey yazamayacak, hiçbir şey dinlemeyecek kadar yıkkındım. Yüreğimin cehennemlere salınmasının üzerinden henüz dakikalar geçmişti anne.
Ah anne! Bunca zamandır masallarında aradığım dünyayı kaybettim. Birikmiş rüzgârımı alıp götürdüler anne, bütün düşlerimle beraber…
Kimdi O anne? Yazdıklarımdan anladığını konuşmaya korkan o kimdi? Düşlerimi hançerleyen, beni sabahlara vuran, ekmeğime, suyuma katık yaptığım o, kimdi? Kafesten uçmasını istemediğim, “Bırak uçsun” diyen kimdi anne? Ah anne… Böyle birdenbire uçup gitmeseydi ne iyi olurdu.
Ne olur böyle uzak uzak seslenmese her şey
Her şey benden böyle uzaklaşmasa
Ben bu şehirde böyle boğulurken
O başka bir şehre intihara gitmese
Çiçeklerimi ırmaklar alıp götürmese
Böyle sıcak akmasa gözyaşlarım
Beni de bir anlayan
Kırılgan saçlarımı okşayan biri olsa
Ne olur...
***
Sevgililer için elinde çiçek taşıyan kız, köprünün hemen yanı başındaydı. Rengarenk yapay çiçeklerin süslediği bir vitrinin önünde durmuştu. Kimse elindeki çiçeklerle ilgilenmiyordu... Neden anne? Neden? Sevgililer bu çiçekleri almadıkları için mi? Bu çiçekler sevgililerin parmakları arasında kırıldığı için mi? Bu çiçekleri verecek güzellikte sevgili bulunmadığı için mi? Çiçekçi kız köprünün hemen yanıbaşında durduğu için mi? Neden kimse bu çiçekleri almıyor anne? Bütün çiçekler ırmaklara bırakıldığı için mi? Çiçeklerin günahı ne anne? Çiçekçi kızın günahı ne? Benim suçum ne!
Elindeki çiçeklerle ilgilenmesi gereken şu çiçekçi kız, vitrindeki yapay çiçeklere neden hayran bakıyor anne?
Ah anladım... Bahar gelmiş… Bahar gelmiş ve çiçeklerimiz ayaklar altında. Kalbimizin kırıldığından kimsenin haberi yok, kimsenin umrunda değil uzaklara savruluşumuz. Neden ıpıslak bir yağmur yağmıyor sanki? Bütün düşlerimi, sevgilerimi, umutlarımı silecek bir yağmur neden yağmıyor? Çiçekçi kız neden hâlâ orada? Elindeki çiçeklere yağmur yağmıyor, neden? Bahar gelmiş anne, bahar gelmiş. Bütün çiçeklerimiz ayaklar altında.
Ben bu çiçekleri, bu çiçekçi kızları tam olarak damarlarımda kanımın bir çağlayan gibi çağladığı bir zamanda sevmeye başlamıştım. Sonra koparılan, pazarlık konusu yapılan bütün çiçeklere acınmaya başladım. Sonra damarlarımdaki kanla birlikte, düşlerimde tomurcuklanan bütün çiçekleri alıp götürdüler.
bütün çiçeklerimi, birikmiş bütün rüzgârımı alıp götürdüler anne. Geride bıraktığım ne, ne ki anne? Onca mektup, onca şiir, karaladığım onca sayfa, düştüğüm onca nottan başka ne bırakmışım? Kimin için anne? Kimin için?
Ah anne! Yüreğimin en derinliklerinden taşan dünyayı sevdiremiyorum kimseye. Göğsümden çocuklar fışkırıyor anne, omzumdan güvercinler...
Ve ben yalnızım.
Ah anne...
Bütün doğrularım, yanlışlarım, çıkmazlarım yine birbirine katışıyor. El attığım her şey gitgide uzaklaşıyor benden, kördüğüm oluyor, tutamıyorum anne, çözemiyorum. Bütün renklerim, düşlerim kirleniyor. Kar beyazı çiçeklerim ayaklar altında anne. Engel olamıyorum.
İşte şimdi ben, bütün bu yazdıklarımla, bu ellerimle, bu kirli renklerimle, sevgilerimle yalnızım. Kafesten uçmasını istemediğim her kimse, yetmiyor. Yetmiyor, çünkü artık yok. Bütün ısrarıma, yalvarıma mecburluğuma iki damla gözyaşı katıp gitti. Son tren kalkıyor, sesimi kimselere duyuramıyorum. Boğazıma tıkanan hıçkırıklar ölümüm olacak anne, sebebim...
III
Ve sorular...
Toplu gösteriler, kavgalar, kıyamlar, ihanetler almış başını gidiyor. Günleri, saatleri, mevsimleri kaybettik anne. Biz hangi dünyanın insanlarıyız, bu nasıl dünya?
Bu saçlarımı çekiştiren el, yüzümdeki bu pençeler kimin? Beni bir deli tay gibi peşinden koşturan, benim ardı sıra yoluna can döşediğim kim anne, kim! Böylesine yağmuru istemişliğim, ışıklardan kaçışım neden? Bu güneş neden cehennemlerde göğermiş, bu aydınlık neden bu kadar korkunç? Duraklarda, fakülte koridorlarında yitilen umutlar neden? Aynalar neden sadece onun yüzünü gösterir bana? Hiçbir yanına dokunamıyorum hayatın, hiçbir gizini çözemiyorum anne.
Bunca ihanetlerin, suçlamaların, beklemelerin, bunca hayattan vazgeçmelerin karşılığı ne? Neyin karşılığı? Suçumuz ne ki geride bıraktığımız onca belge bizi yalanlasın? Ben yüreğimi açtıkça çelik yelekler giyinen sevgili, kim bilir kimleri geçiriyordur düşlerinden şimdi. Ve ben ağlıyorum anne ve ben yalnızım, suçum ne ki?
Bir daha anne, bir daha saçlarından yıldızlar uçur. Beni bu cehennemlerde göğermiş güneşten, bu ışıklardan, bu beton yığınlarından kurtar. Beni kendim kıl, yepyeni bir masal anlat coşkulu ırmaklar eşliğinde…
Üzerimden bu ölü toprağı kaldır, kalbim nerede bir isyan, nerede bir zulüm, nerede bir gözyaşı varsa orada atsın. Bu kalp bana dayanmasın anne, beni taşırsın, beni çoğaltsın. Anlattığın dünyalarda yitilen sesim bana geri dönsün “Anka Kuşu “nun efsane olduğu bilinsin anne, kafesten uçtuğu bilinsin...
Şu üzerimde eğreti bir gömlek gibi duran mutluluğu taşımak zorunda kalışım utanç veriyor bana... Her yerimi kanatıyor. Darağacı oluyor bana asılardır içimde binbir umutla büyüttüğüm her çiçek...
İşte ben, bu kirli renklerimle, bu çiçeklerimle, sevgilerimle yalnızım anne…Yalnızım.
IV
Sonra durdum...
Sonra bütün bir dünya; bütün insanlar, bütün apartmanlar, caddeler, kaldırımlar benimle birlikte durdu…
Fırtına dindi…
Parmaklarımı tarak gibi kullanıp, dağılmış saçlarımı düzelttim. Saçlarımda bir yığın rüzgâr... Ayakkabılarımın bağcıklarını bağladım. Gözlerimi hafifçe aralayıp çevreme bakındım. Pırıl pırıl bir aydınlık. Sırtımda ipince bir gömlek, üşümeye başlamıştım. Adresine postalamak üzere avuçlarımda sıkı sıkı tuttuğum şiiri, akşamdan elimde taşıdığım gülle birlikte Setbaşı Köprüsü’nün demirliklerinden aşağı, akıntıya doğru bıraktım. Gözlerimde biriken yaşları elimin tersiyle silip, yukarı doğru yürümeye karar vermişken, birden vazgeçip, ellerim ceplerimde, aşağı doğru inmeye başladım.
***
O sabah “Çinkolu Sokak” tan çıkıp yanımdan geçen kız beni tanımadı ve ben utanmadım... Kimselere gözükmeden gerçekleştirdiğim bu aşk intiharı, parmaklarımdaki kırılgan çiçekler ve Çinkolu Kızla birlikte akıntıda kayboldu gitti. Ve ben yalnızdım…
***
Gazetelere fotoğrafını bastılar... Bir manken kendisine uzatılan gülü tutmamakta ısrar ediyordu, gül tertemiz kalmıştı...
Hiçbir şey uğrunda ölünecek kadar güzel değildir…
Köprü şahidim olsun!
Vel leyli iza seca...
Nisan -1990- Bursa – Setbaşı- Mahfel