Evvel zaman içinde, mahallelerimiz henüz gökyüzü kadar geniş, korkularımız da kıldan ince, kılıçtan keskin iken… Bir kız çocuğu yaşardı; adı Kıymet’ti
ÇOCUKLUĞUMUN ÖCÜ HİKÂYESİ
Evvel zaman içinde, mahallelerimiz henüz gökyüzü kadar geniş, korkularımız da kıldan ince, kılıçtan keskin iken… Bir kız çocuğu yaşardı; adı Kıymet’ti. Onun en büyük korkusu, kimsenin yüzünü tam görmediği, ama herkesin adını bildiği bir yaratık: Öcü.
“Bu beni yiyemez!” derdi kendi kendine.
Ama öcünün bir de kızı vardı: Orlon kazaklı, dişlek, yeşil sabun kokulu… Üzerine sinmiş hafif garip bir koku. Büyükler “Öcüler kokusuz olur” dese de, o çocuğun burnu her şeyi ayırt ederdi.
Mahallede ne zaman ateşi çıksa, kulağı ağrısa ya da başı sızlasa, yolu mutlaka Gürcü Teyze’ye düşerdi. Daha kapıdan girerken oğlu Yusuf’un ters bakışlarıyla karşılaşırdı. Lakabı “Süslü ve Fosforlu” olan bu küçük kız, kendi kendine sorardı:
“Acaba Yusuf mu öcü? O yaşta çocuk kumaş pantolon giyer mi hiç?”
Gürcü Teyze, mahallenin hem kurşun döken hem de herkesin gözünde saygıdeğer kadınıydı. Elleri biraz ter, biraz yemek kokusu taşırdı; duaları ise Hades’in derin kuyularından gelen uğultular gibi titreşirdi. Onun evinde eski bir çarşaf, ekşimsi bir koku ve demir parçalarıyla dolu bir kase, öcü çağırma ve korku kovma seanslarının vazgeçilmeziydi.
Kız çocuğu, bu seanslarda hep saçını koklar, teyzelerin ağır bakışlarından ve kokularından soğumamak için kendi kokusuna sığınırdı. Bir gün, mırıl mırıl dualar arasında koca dudaklı Gürcü Teyze kurşunu döktü; kaseye düşen metal “cossss” diye ses çıkardı. Kız, “Şimdi öcü taştan çıkacak!” diye beklerken… yalnızca sessizlik oldu.
Ama hikâye burada bitmezdi. Mahallede ve ailede başka “öcüler” de vardı:
Bağırınca Medusa gibi bakışlarıyla insanı taşa çeviren Necmiye Sultan,
Çocukların tenine batan iğnelerle prova yapan Zila Hatun,
Ve her köşe başında pusuya yatmış, görünmeyen diğerleri…
Bu küçük kız, bu korkularla büyüdü. Ama korka korka, korkmanın ilmini öğrendi.
Bir gün anladı ki; öcü dediğin bazen bir bakış, bazen bir söz, bazen de yalnızca kendi aklının kurduğu bir hayal.
Ve işte o gün, içindeki Küheylan ruh şaha kalktı; Anka kuşu gibi küllerinden doğdu. Yüreğinde kızıl taylar koşturdu; gökyüzüne mavi bir yolculuğa çıktı.
Artık o, çocukluğunun öcü hikâyesini anlatırken korkmuyor; aksine, her cümlede gülümseyerek diyor ki:
“Bulun bakalım canavarlarınızı… Ben hepsini öldürdüm.”
KIYMET ŞAHİN Şahin /01 Nisan 2024, 17:50