İbni Haldun okumuş gibi "coğrafya kaderdir" deyip duruyor herkes. Bu sözü İbni Haldun söylememiş, İbni Haldun'un mukaddimesindeki coğrafya insan ilişkisi üzerine yazdıklarından ilhamla, bir çıkarsama olarak Napolyon Hatıralarında veciz bir şekilde ifade etmiştir. Ben ilk olarak Napolyon'nun hatıratında gördüm bu ifadeyi. Ondan sonra bir çok kişi bu sözü kullanmıştır. Peki coğrafya kader midir? Coğrafya insanlardan daha çok devletler için kaderdir. Bir de devletin bulunduğu yer/konum/coğrafya onu önemli/özel yapar. Hatta Türkiye gibi stratejik bir ülke için bu ifade daha bir anlamlıdır. Çünkü dünyanın en güzel, en stratejik topraklarına sahip olduğumuzdan bütün dünyanın gözü bizdedir. Bizi bize bırakmamalarının nedeni de budur... Coğrafya kaderdir sözü insan için göreceli bir kavramdır. İnsan kaderine hükmedebilir. Örneğin devletlerin bir yerden başka bir yere göçmesi mümkün değildir. Ama insan her zaman hareket ve göç halindedir. Coğrafyasını değiştirdiğinde kaderini de değiştirmiş olur... Göçmenlerin göç ile birlikte davranış değişikliklerine gittikleri bilinen bir gerçektir. İbni Haldun okuması yapanlar oradaki bilgileri bire bir bu çağa taşıyorlar. Oysa İbni Haldun kendi çağı içinde çok önemli şeyler söylemiştir. Hayata ve olaylara tamamen seküler bakmıştır. Onun fikirlerinden ilhamla biz bu çağ için ne söyleyebiliriz diye düşünmemiz gerekir. Yoksa onu olduğu gibi bu çağa taşımak bize bir şey kazandırmaz. Örneğin asabiyetin hem olumlu hem olumsuz yönleri üzerinde durur. Çünkü o dönemde feodaliteyi/aşireti gözardı ederek siyasi ve sosyolojik analiz yapmak mümkün değildir. Ama bugün modern dünyada ne feodal ilişkiler, ne aşiret, ne de asabiyet belirleyicidir. Bunların belirleyici olduğu Arap toplumlarını işaret ederseniz eğer ben de onların içinde bulundukları rezil duruma bakın derim...
İbni Haldun üzerinden farklı okumalar yapmak, onun kavramlarını bugünün gerçekliğiyle doldurmak gerekir. Avrupa ondan ilhamla sosyoloji, tarih felsefesi kavramlarını geliştirdi. Biz neden ondan ilhamla yeni fikir ve kavramlar geliştirmiyoruz? Akademi daha ne zamana kadar yorum ve şerhçilikten öteye gidemeyecek? Ne zamana kadar İbni Haldun'dan vecizelerle idare edecek? Aydın ve sanatçılar niçin tasavvur yaratmıyorlar? Bizim neden bir Ütopya, bir Güneş Ülkesi, bir 1984 gibi eserlerimiz yok. Karamazov Kardeşler gibi bir romanımız niçin olmasın? O romandaki Baba Katili düşüncesini psikolojiye mal edecek bir Freudumuz niçin çıkmıyor? Yahut Büyük Engizisyoncu'da olduğu gibi İsa'nın yeryüzüne inişini sorgulayan Bir Dostoyevski neden bulamıyoruz? İslam dünyasında Mehdi'lerden, İsa'lardan geçilmiyor. Bu kadar çok şizofrenik Mehdi ve İsa'larımız varken neden bir romanın bir bölümünde Peygamberimizle bu iddiayı ortaya atanları karşı karşıya getirmiyoruz? Büyük Engizisyoncu'da olduğu gibi yüzleştirmiyoruz? Biz Ruslardan az mı sorunlu bir ülkeyiz? Cenneti sahte şeyhlerin eteklerinde gören yığınları anlayabiliriz ama ilahiyatçıların, eğitimli insanların halen İsa'nın yeryüzüne inişini savunmalarını, mehdi beklemelerini nasıl değerlendirmeliyiz? Bütün bunlar romanın, şiirin, fikrin konusu değil mi?