Siyasetin her sıkıştığı, güç arayışında olduğu dönemlerde belli çevreler bazı tavizler koparmaya çalışıyorlar.

Ellerindeki gücü pazarlık için kullanıyorlar.

Siyaset, elbette bir uzlaşmalar, ortaklaşmalar sanatıdır. İktidar olmaya kendi gücünüz yetmiyorsa bunu başkalarını yanınıza alarak yapacaksınız.

Yanınıza aldığınız her politik birim, sizinle pazarlık yapar, kendi amaçlarını gerçekleştirecek tavizler ister.

Bu talepler, toplumun tümünün faydasına yönelikse mesele yok, nihayetinde partilerin hedefi topluma hizmettir. “Hadim devlet” kavramı bu amaca hizmet eden devlet biçimi için söylenmiştir.

Lakin bu talepler, -etnik- ırksal- veya mezhepsel talepler ise işin rengi değişir. Demokrasilerin muhatabı birey, yani vatandaştır. Demokratik devlet topluma bakarken, mezhepleri, etnik aidiyetleri görmez. Vatandaşı görür. Birey yerine etnik kimlikleri görmesini istemek toplumun etnik kompartımanlara ayrılmasını istemektir. Böyle bir demokrasi yoktur!

Bir yıl sonra CB ve Genel Seçimler olacak.

Seçim süreci yaklaştıkça bazı çevreler –siyasi sıkışmışlıktan yararlanarak- etnik tavizler koparmaya çalışıyorlar.

Oy kaygısı ile de bazı siyasetçiler buna çanak tutuyor. Oysa devlete talip olanda olması gereken -ülke ve milletin bütünlüğü, vatandaşın huzur ve güvenliği-kaygısıdır. Seçim kazanmak için ülkenin bütünlüğü bedel olarak verilemez! Verilirse parçalanmaya hamile devletlerden biri haline gelirsiniz.

Bu kaygı adalet dağıtımında da gözetilmelidir.

Uzun zamandır Kavala ve Demirtaş üzerinden yargının adalet dağıtım biçimi ve iktidarın yargı üzerindeki baskısı eleştiriliyor.

Niçin sadece Kavala ve Demirtaş?

Siyasallaşmış yargının hışmına uğrayanlar tek onlar mı?

Bu isimleri öne çıkaranlar, genel bir adalet sorununa dikkat çekseler kaygılarının –etnik ve ideolojik- olmaktan çok adalet duyarlılığı ile ilgili olduğunu düşünürsünüz. Ama öyle değil, çoğu adalet terazisinin yanlış tarttığını sadece bu iki isme odaklıyor. Yani bu iki isim çıkınca adalette de bir sorun kalmayacak!

CB Erdoğan, bu iki isim üzerinden yapılan eleştirileri cevaplarken tutuklulukları savunuyor. Hatta daha ileri giderek hapisten çıkmayacaklarını söyleyerek bir anlamda hüküm veriyor.

Bu tutum yanlış mıdır? Yanlıştır!

Bazı muhalefet partileri de bu tutuma tepki olarak iktidara gelmeleri halinde bu iki şahsın serbest bırakılacağını söylüyorlar.

Peki, bu tutum yanlış mıdır? Evet, bu da yanlıştır!

İktidarın adalete müdahalesinin karşılığı başka bir şekilde adalete müdahale değildir. İçeride tutacağım demek de müdahaledir, bırakacağım demek de. Mahiyet olarak aralarında fark yok.

Doğru olan, yargının işini yargıya bırakmak, hâkimleri etkileyecek, vicdanlarıyla karar vermekten uzaklaştıracak söz ve tavırlardan kaçınmaktır.

İsmi geçenlerin masum olduğuna inanlar varsa, yapacaklarışey, bu kişilerle ilgili suallere, ‘’biz gelirsek yargı bağımsız olacak, yargıya siyaset karıştırmayacağız, yargıcı yasa ve vicdanından başka etkileyecek bir şey olmayacak.’’Demeleridir. Yargı bağımsız olur, vatandaş da buna inanırsa kimse mahkemelerin verdiği kararları bu ölçüde tartışma gereği duymaz. Toplumun muhalefetten beklentisi şunu- bunu çıkaracağız diyerek zımnen biz de yargıya müdahale edeceğiz demek değil,-yargı erkini özgürleştirdikten, her türlü politik etkiden azade hale getirdikten sonra aleyhimize ve beklentilerimize ters de olsa her türlü yargı kararına saygı duyacağız-demektir.

Millet açlık ve sefalet içinde kıvranırken, her gün bu gece ne kadar zam gelecek korkusuyla yüreği ağzında beklerken, gürültüsü cesametinden büyük bir avuç etnikçinin talepleri ile meşgul olup tuzağa düşmek kimseye fayda getirmez. Türkiye’nin bir adalet sorunu vardır, ama ondan daha önemli olan, fakirlik, pahalılık, kötü yönetim, rüşvet ve yolsuzluk sorunu da vardır. Bugün konuşulması gereken de budur!