AYM ile Yargıtay 3.Ceza Dairesi arasındaki kriz, toplumu yeni anayasaya hazırlamak maksadıyla oluşturulmuş planlı bir krize benziyor.

AYM ile Yargıtay 3.Ceza Dairesi arasındaki kriz, toplumu yeni anayasaya hazırlamak maksadıyla oluşturulmuş planlı bir kriz. 

Vatandaşın, bu anayasa sorunları çözemiyor, diye düşünmesini istiyorlar. 

Anayasa'nın ilk üç maddesi hariç, neredeyse tüm maddeleri Erdoğan iktidarları döneminde değiştirildi. Şimdi aynı Erdoğan, anayasanın tekrar değiştirilmesini yahut yenilenmesini istiyor. İlk üç maddenin dışındaki anayasa hükümleri AKP'nin damgasını taşıdığına göre hedef; bugüne kadar dokunulamayan maddelerin değiştirilmesidir. Bunlar da; 66. maddedeki vatandaşlık tanımı ile ülkenin rejimini, dilini, bayrağını, bölünmez bütünlüğünü hükümleştiren ilk üç maddesidir.  

Çözüm Sürecinde, Öcalan, vatandaşlığı tanımlayan bir teklif sunmuş, bir kısım AKP'liler tarafından da olumlu bulunmuştu. O tarihte Öcalan,İmralı'ya giden HDP'li vekillere; övüne övüne anayasa yapıyorum, yeni bir devlet kuruyoruz diyordu. Türk'ü anayasadan çıkarmak demek, vatandaşların eşitliği yerine etnilerin eşitliğini koymaktır. Bunun anlamı Türk eğitimini Türkçe alıyorsa, ben de kendi dilimden alacağım, Türk'ün bayrağı, ayrı meclisi varsa benim de olmalı, Türkler kendini yönetiyorsa  biz diğer etniler de ayrı ayrı birbirimizden bağımsız olarak kendi kendimizi yönetmeliyiz, demektir.  Yani bir çatının altında ayrı ayrı devletçikler olmalı, tepemiz atınca da alıp başımızı gidebilmeliyiz. Böyle bir ülke, artık var olarak kabul edilebilir mi? 

Aslında AYM ile Yargıtay arasındaki suni krizin çözümü anayasada var. Bunu ülke gündemini birazcık takip eden her vatandaş bilir. Anayasanın 158/3 maddesine göre bu tip uyuşmazlıklarda Anayasa Mahkemesi kararı esas alınır. Hüküm, herhangi bir tefsire gerek duyulmayacak kadar açık. Bu kriz, kağıt üzerinde yazılı olandan ziyade uygulayıcıların tavrının daha önemli olduğunu bir defa daha ortaya koymuştur. Uygulamadıktan sonra anayasada neyin yazılı olduğunun bir önemi var mıdır? 

Son yıllarda AKP iktidarlarının izlediği yol takip edildiğinde sadece AYM'ye değil bir bütün olarak Türk yargısına güvenilmediği görülmektedir. Büyük ihalelerde Londra tahkiminin benimsenmesi - Türk yargısının denetiminden kaçırılması ve ona güvenilmemesi anlamına gelir. Türk mahkemeleri ve hukuku dururken niçin İngiltere tahkimi ve  hukuku? AYM Can Dündar ile ilgili "hak ihlali" kararı verdiğinde de CB Erdoğan çok sert tepki göstermişti.  

Aynı güvensizlik Türk Lirası için de geçerli. Büyük ihalelerin hep dövize endeksli yapılması TL'ye güvensizliğin bir ifadesi değil mi? Köprü, yol, hastane ve hava limanı ihalelerindeki garantilerin neredeyse tamamı dövize endeksli. Vatandaş dövizini bozdurmaya teşvik edilirken, ihalelerde TL'yi devre dışı bırakmak, döviz toplama çağrılarını da anlamsız hale getiriyor. 

Her seçim önemlidir, ancak demokrasi ile sorunu olanlar için -eşik seçim- anlamına gelen önümüzdeki yerel seçimler çok daha önemlidir. Bu seçim,demokrasi ile sorunu olanların  ya önünü iyice açacak yahut heveslerini kursağında bırakacaktır.  

Şunu unutmamak lazım;ilk üç madde ve vatandaşlıkla ilgili DEM Parti ile aynı çizgide olan başka partiler de var. Bu düşüncede olanlar tarihte hiç olmadığı kadar mecliste bir sayısal yeküne ulaştılar.Siyasal İslamcılıkla bölücü Kürtçülüğün birleştiği birçok nokta var. Çözüm sürecinde, iki tarafın çıkarları bu grupları bir araya getirdi, Atide tekrar bir araya gelmeyeceklerinin garantisi yok. Onun için önceden -anayasal denetim yapan- AYM'yi iyice işlevsizleştirmek istiyorlar.Hukukun olmadığı yerde her şey mümkündür.  Onun için kararları hoşumuza gitse de gitmese de anayasaya ve AYM'ye sahip çıkmak gerekir.