Nazım Hikmet’in kim olduğunu bilmiyordum.

Girdiğim sosyal medya platformlarında her taraftan karşıma çıkınca neyin nesidir kimin fesidir bi bakayım dedim.

Biliyorsunuz, çok sağlam okumalar yapan ve okuduklarını da gayet iyi anlayan biriyimdir.

Yaptığım okumalara göre Selanikliymiş ama Türkiye’de okumuş.

Kısmi askerlikten sonra Kurtuluş savaşına katılmış.

Öğretmenlik yapmış, Türkiye’nin değişik vilayetlerinin cezaevlerinde yatmış; neden cezaevine girdiği bilinmiyor tabi.

Kimi düşüncelerinden dolayı dese de Türkiye gibi demokratik, insan haklarına ve düşünce özgürlüğüne saygılı bir ülkede bu gerekçe pek akla yatkın görünmüyor.

Karı-kız meselesinden hapse düştüğü daha makul ve mantıklı geliyor mesela... Piraye miraye derken işler pek birbirine karışmış gibi görünüyor çünkü. Kan davası yüzünden de olabilir gerçi, hatta nizalı bir arazı meselesinden de girmiş olabilir içeri, sonuçta pek tekin bir adama benzemiyor.

Parası pulu olmadığından belki de han niyetine kullanmıştır ülkemin değişik vilayetlerindeki güzelim cezaevlerini

Velhasıl-ı kelam derken Rusya’ya kaçmış ve anarşik düşüncelerinden dolayı vatandaşlıktan çıkarılmış. Kaçmasa anasından doğduğuna pişman edilirdi zaten. Var mı öyle memleketin ekmeğini yiyip bir de üzerine çemkirmek.

Kaldı ki Selanikli biri nasıl Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olabiliyor orasını da pek anlamış değilim. Selanik nire, Türkiye nire kardeşim. Her nereli olursa olsun her hâlükârda ajan olduğu anlaşılıyor.

***

Bazı rivayetlere göre şiir yazdığı söylense de yaptığım okumalar neticesinde pek de iyi bir şair olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.

Kendisi bu konuda benimle hemfikir midir değil midir diyecek oldum ki, okuduklarımdan bundan çok vakit önce öldüğünü anladım...

Hakkında yazılan bazı metinlere bakılırsa iyi bir adama benzediği de söylenebilir. Birçok yerde, “ışıklar içinde uyu” deniyor çünkü.

Hayır, niye “ışıklar içinde uyan” değil de “uyu.” Pek yatmadı aklıma burası.

Işıklar içinde uyusa ne olacak, şiir mi yazacak rüyasında?

Işıklar içinde uyansa kalkıp şiir yazacak belki de...

Şiirlerinin o kadar kötü olması hep karanlıkta yazıyor olmasından da kaynaklanıyor olabilir.

***

Hakkında yazılanları, bir de amatörce yazmış olduğu birkaç şiirini okuyunca içim ısınır gibi olmuştu. Garibandır, fakir fukara dostudur, memleket çocuğudur, sahip çıkmak lazım böylelerine gibisinden saf düşüncelere kapılmıştım ki, birden komünist olduğunu öğrendim.

Eyvah! Dedim, eyvah! Ben ne yaptım?

Bunca yıl şiir yazan, iyi kötü birçok şairi okuyan ben, komünist birinden şair olamayacağını nasıl anlayamamıştım.

Dünyanın neresinde görülmüş bir komünistin şair olduğu?

Solcu birinin şairliği bile çekilmezken, komünist, hem de azılı cinsinden komünist olan birinin şairliğini siz düşünün artık.

Değil şairlik, yazarlık bile yapmaları mümkün değil bunların.

Ama solcu da olsalar komünist de olsalar sonuçta insan olmaları hasebiyle okuryazar olmalarının önünde bir sakınca olmaması gerektiğini düşünüyorum.

Sonuçta eğitim özgürlüğü diye durum var ve ben özgürlükçü bir insanım, fakat bu, onların diledikleri gibi düşünecekleri, hele ki düşündüklerini yazıya aktaracakları anlamına gelmez.

Sonuçta hak var hukuk var, göz var, izan var…

Var mı öyle üç kuruşa beş köfte!

Komünist şair nedir lan! İyi bir şeymiş gibi bir de…

***

Bir de anlayamadığım komünist olanın hangisi olduğu; Nazım olan mı komünist, Hikmet olan mı? Yoksa ikisi birden mi?

Yani bu Nazım’la Hikmet ikizler mi, kardeşler mi, arkadaşlar mı yoksa dost hayatı mı yaşıyorlar orası pek bi karışık geldi bana.

Neyse de ne işte.

Sonuçta ikisinden biri ya da her ikisi birden komünist işte.

Ön tekerlek misali biri nereye yuvarlanmışsa diğeri de arkasından sürüklenmiş

ve ikisi birden ya da ikisinden biri ölmüş gitmiş işte.

Bazı rivayetlere göre Nazım Hikmet’in, birinci adını dedesinden, ikinci adını babasından aldığı söylense de bu bana pek mantıklı gelmiyor.

Mantıklı olan Nazım’la Hikmet’in iki ayrı kişiyken birbirinden ayrılmak istememeleri sonucu isimlerini birleştirmeleri ve tek bedende iki can gibi yaşamaları.

Bir diğer ihtimal, ki bu pek akla mantıklı geliyor bana; Nazım ve Hikmet'in tıpkı Kerem ile Aslı Leyla ile Mecnun gibi Ferhat ile Şirin gibi sevgili olmaları...

Nazım adını dedesinden almışsa, Hikmet nenesinden neden almış olmasın?

***

Bu kadar şişirilecek, sosyal medyada bu kadar gündem olacak ne yapmış olabilirler ki?

Nasıl hayırlı bir iş yapmış olabilirler ki bu kadar minnetle şükranla anılıyorlar.

Hepi topu şiirleri 50 dile çevrilmiş deniyor bazı rivayetlere göre.

Hangi 50 dil, orası ayrı bir muamma.

İkisi bir araya gelip o kadar yazmışlar, o kadar ödül almışlar da ne olmuş, ne geçmiş ellerine?

Hani geride bıraktıkları hanlar, hamamlar, apartmanlar?

Nerede onlardan kalan yazlıklar, kışlıklar, otomofiller.

Ne kalmış onlardan geriye? Üç beş kıytırık şiir.

İnsan kendini değilse bile çoluk çocuğunu düşünür, aile efradını düşünür.

Sonuçta ölümlü dünya; kim gözü açık gitmek ister ki öbür dünyaya.

Neyse, bunlar bizi ilgilendiren konular değil.

***

Bütün yazdıklarını toplasan bir Nilgün Bodur, Bir Şeyma Subaşı, Bir Kahraman Tazeoğlu eder mi? Bir Nagehan Alçı, bir Yiğit Bulut, bir Cemil İpekçi kadar itibari var mı onu söyleyin

Bunca güzel faideli eserler veren vatanperver şairimiz, şairemiz varken millet neden 70 yıl öncesine takılır kalır anlamış değilim.

Kaldı ki bir yerde, marifetmiş gibi “Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ” diyor kendi ağzıyla. Lan yaşıyor mu yoksa? Vallahi bu komünistlere hiç belli olmaz. Zaten birçok yerde "ölür ölür diriliriz, bir gider bin geliriz" demiyorlar mı?

Değilse ülkedeki hainlerin sayısı, ülke nüfusunun bir fazlası olabilir miydi?

Bir vatan haininin bunca popüler olması da ayrıca vatana ihanettir şahsi düşünceme göre.

Birçok konuda olduğu gibi bir uzman olarak bu Nazım’la Hikmet’e ilişkin düşüncelerimi de bu akşam katılacağım GERÇEKTÜRK haber kanalında izleyicilerimizle paylaşacağım.

Eğer yaşıyorsa bu akşam beni izlesin; ne kadar pis pas kirli çamaşırları varsa hepsini delilleriyle ortaya dökeceğim ve hukuk çerçevesinde yapılması gereken neyse sonuna kadar takipçisi olacağım.

***

Yav böyle söylüyoruz ama sonuçta bir ölmüşün arkasından kötü konuşmak bize yakışmaz.

Pek iyi bir şair olmasa da belli ki şiirle uzaktan da olsa gönül bağı olan birisi.

Buna hürmeten şiir yazma çabasına saygı duyabiliriz ama hainliğini af etmemiz mümkün değil tabii.

Sen kalk Selanik’te doğ, Türkiye’de oku, öğretmen ol, sonra da gül gibi mesleğini bırak komünist ol, Rusya’ya kaç, iyi bir haltmış gibi, ben vatan haini oldum, de.

Oldun da ne oldu, başın göğe mi erdi ey hain Nazım Hikmet!

***

Şimdi ölmüş bir adamı af edip etmeme konusunda bir ikircik yaşıyorum doğrusu.

Sonra da diyorum ki, biz af etsek nolacak, etmesek nolacak; önemli olan Allah’ın af etmesi.

Allah af etsin…

***

* Bazı yerlerde ne demek istediğimizin tam olarak anlaşılamamasının nedeni Çekoslavakça'dan çevrilmiş olmasındandır... Değilse ben son derece anlaşılır düzgün bir Türkçe ile yazmıştım...