Van Denizi sahilince uzanan DSİ misafirhanesindeyiz. Gevaş’a birkaç yüz metre. Akdamar kilisesi tam karşımızda. Tekne korkum yüzünden gidemiyorum. Ayağım yere basacak illa ki. Uçaktan da bu yüzden korkarım.

Nasıl olacak, bilmiyorum!

Misafirhane harika. Bizim için ayrıca hazırlık yapmaları daha da güzelleştirmiş. Yemekler, çaylar, oyun masaları, sahil, odalar ve kusursuz hizmet...

Vizontele ekibi de burada kalmış bu yüzden.

Platonun yakınlığı da etkili olmuş muhtemelen.

Gevaş meydanını süsleyen canavarın birkaç yüz metre ilerisinde ihata edilmiş alanda çekilmiş film. ‘Deli Emin’in evi ve platoyu birkaç arkadaşla gezdik daha sonra. İki üç dönümlük yer koca bir şehir filimde. Başkan’ın evi, sinema, kahve, çarşı, Pazar ve dağ... Artos... Kavvuşahap dağlarının en yükseği. Deli Emin’in güvercinleri... Aşık Mahsuni... Çeşmi Siyahım...

Yılmaz Erdoğan’la ilgili bir anekdot hepimizin canını sıktı.

Akşam yemeğinden sonra herkes odasına çekilmiş dinlenirken, bir baba, yanında on on iki yaşlarında oğluyla Yılmaz Erdoğan’ı görmeye gelmişler. Odasında dinleniyor demişler, ama çocuk bu, dinler mi, ağlayıp sızlayınca haber vermişler çaresiz. Muhterem, hışımla gelmiş, çocuğu da babayı da bi güzel haşlamış. Neymiş efendim, yarınki çekimlere çalışıyormuş da rahatsız edilmek istemiyormuş.

Tesis çalışanları nefret sözcükleriyle anlattı yaşananları. O günden sonra bakış açıları değişmiş hepsinin.

Biz de alakasız kalmadık Yılmaz Bey’e!

Artos Dağ’ının eteklerine yaslanmış Gevaş’ı ve insanı büyüleyen havasıyla Van Denizini, Ahlat’ı, Adilcevaz’ı gözyaşları içinde anlatan Kültür Müdürünün duygulu konuşması Yılmaz Erdoğan öfkesini bastırdı.

Üflesen tarih fışkırıyor.