Dilerseniz öncelikle hep birlikte bir “yolculuğu” gözden geçirelim. Sıradan da olsa bir yolculuğa çıktığımızda yolculuğun üç önemli aşaması vardır: Yolculuk hazırlığı, yolculuk süreci, varılan nokta ve bu noktada gördüklerimiz… İnsanların –yekpare- hayat yolculuğundan beklentilerinin varlığı gibi yaptıkları irili ufaklı her bir yolculuktan (iç ve dış hat seferlerinden) bekledikleri de vardır. Ve bu beklentiler farklı farklıdır. Beklentilerdeki bu farklılık yolculuğun aşamalarını da önem sırasına göre derecelendirir. Kimileri için yol hazırlığı önemliyken kimileri için yolculuğun kendisi, kimileri içinse varış noktası en önemlidir. Bazen öyle yolculuklar vardır ki bu yola girmeden önceki beklentilerimiz, yolculuğun son noktasında hayal kırıklığına dönüşür. Bazen de kısa sürecek bir serüvenin başlangıcı olarak hesapladığımız yolun sonunda “gittiğimiz o yer” geri kalan hayatımız için bir “kalış noktası” olabilir.

İnsanların “yolculuk”tan anladıkları da farklıdır: Kimimiz için başlangıç ve bitiş noktaları önemlidir. Katedilen yol sıkıcı ve zaman öğütücüdür. Onun için de yolculukta çoğu zaman uyunur. Kimimiz için yol, sadece eğlencedir; hatta her mola verilen yerde tıka basa karın doyurmaktır aslolan. Kimimiz içinse -böylesine insanlar nadir bulunur- yolculuğun her “ân”ı hayatın vazgeçilmez serüvenidir. Yeni fark edilen bir tarihî yapı, bir çeşme, farklı yaşayışıyla çıplak gözle bile hemencecik keşfedilen küçük bir köy; bir kır bahçesinde kendiliğinden oluşan ve “o ân”dan itibaren hayat yolculuğunun en nadide parçası olarak kurulan dostluklar, hiç ummadığınız yerde bir yabancıya yapılan yardım veya bir yabancıdan görülen iyilik hep bu serüvenin birer parçasıdır. Hepsinden de güzeli, “ân”ı yaşamanın zevkine varanlar, bu ânı ölümsüz kılarlar bir fotoğraf karesinde…

Bazı insanlarsa yolculuk boyunca gitmek istedikleri yerde yapacaklarının hayallerini kurarlar. Aslında ne gidecekleri yerin şartlarını tam olarak bilirler, ne de kendi dağarcıklarında üretip de varılan yere katkı sağlayacakları görüşleri, o yere götürecekleri yaşam paketleri vardır ellerinde. Ulaşılacak yerin içi varsayımlarla dolu pembe kaplı hediye paketidir onları cezbeden. O yer, geçmişteki tüm sıkıntılarını ortadan kaldıracak ya da kısa bir süre unutturacak ve onlara nasıl olsa güzellikleri sunacaktır. Onun için vaat edilen güzellikleri düşünmekten başka yapılacak ne vardır ki yolculuk sırasında? Birçok insan için de sadece varış noktası önemlidir. Hatta gittiği yere gitmiş olmaları, görevi yerine getirmeleri yeterlidir onlar için. Aslında, yolculuğa hiç çıkılmasaydı da olurdu, böyleleri için. Onlara göre hareket etsen de dursan da değişen bir şey yok ki şu hayatta. İlk bulundukları nokta ile vardıkları nokta arasında en ufak bir değişiklik göremezler. Bu yeni yer(/durum) ne değiştirmiştir ki hayatlarında? Hayatlarını değiştirecek, dünyalarını renklendirecek o sihirli değneği, işte bu yolculuk sonunda da bulamadılar. Bir yolculuk daha bitti, hayaller ve değişiklikler bir dahaki yolculuğun ardında; yani bir bakıma Kaf dağının ardında kaldı. Bu tip insanlara göre Kaf dağına da yolculuk edilmez ki canım. Öyleyse yolculuklar birilerinin bize işaret ettikleri bir görevden başka bir şey değildir. Görev yerine getirilir ve yolculuk biter. ”İşte geldim, geldiysem, geldiğim yerden de sıkıntı duyabilirim.” şeklindeki iç sıkıntıları ve sızlanmaları sürer, gider. Hiç yolculuk etmeyenleri, yolculuktan nefret edenleri anlatmaya ise gerek yok sanırım. – Onlar konu edilmez, çünkü onlar henüz ‘nefes’in anlamını fark edememişler. Yazık!-

İnsanların, yolculukların hangi aşamalarını benimsediklerini, bu aşamaları nasıl önemsediklerini ve algıladıklarını şöyle bir hatırlatmaya çalıştık… Pekiyi, yolculuk aşamalarına karşı takındığımız tavırda, kişiliğimizin, kimliğimizin, duygu ve düşüncelerimizin, hayat görüşümüzün izlerini fark edebildik mi? Yolculuktan sıkılanlar, yolculuğu neşeli bulanlar, yolculuktan bir şeyler öğrenip yolculuğa katkıda bulunanlar, yolculuğu hiç sorgulamadan bir görev sayanlar, yolculuğun her aşamasında bilincini yitirmeyip varış noktasına götürecekleri ve o noktadan alacakları olduğunu bilenler… Aslında hepsi de hayat denen yolculukta takındıkları tavrın aynısını takınıyorlar, sıradan sayılan yolculuklarda da…

Hazır, söz hayat yolculuğuna gelmişken; hayata karşı duruşunuzu, insanlara yönelik tutumunuzu hiç sorgular mısınız? Nefes alan bir varlık olarak, bir insan, bir milletin ferdi, insanlık tarihinin vazgeçilmez bir parçası, şu ândaki dünya sahnesinin önemli bir aktörü, toplumunuzda sosyal ve meslekî statüsü bulunan bir vatandaş, evde, okulda ve çevrede yüklendiği görev ve sorumluluğu bilen biri, bir ‘insan’ olarak hangi çizgidesiniz? Kısacası ‘ben kimim, neyi nasıl yaparım, hayattan ne bekler, hayata ne veririm’ tarzında iç hesaplaşmaya sahip misiniz? Kendisine güvenli olmayı, mutluluk ve başarıyı hedeflemenin yanında erdemi ve gelişmeyi, yararlı insan olmayı hedefleyen bir insan mısınız? Yani hayat denen yolda rotanız nedir? Bu yolda yanınızda götürdüğünüz hazine nedir?

Bu tür sorulara verilecek ya da çok önceleri verilmiş cevabınız, hayat yolculuğu için rotanız, amacınız, tedbirleriniz varsa, hiçbir yolculuk (planlı / plansız,  ani, iradeniz içinde ya da dışında gelişen hiçbir sefer) sizi sarsmayacaktır. Belki de gerçekleştirdiğiniz, işte tam da bu yolculuk sonunda, vardığınız yere aydınlık ve bereket götüreceksiniz. Belki de o âna kadar keşfedemediğiniz bir hazineyi hayatınıza / hayatlara katacaksınız. Hayat yolculuğunda –kendinize ve insanlara itiraf etmemiş ve herkesten saklayabilmiş bile olsanız- rota tutturamamış, hazine sandığınıza değerli taşlar dolduramamışsanız böylesine bir yolculuk sonunda erir, bitersiniz. Bunun siz de farkındasınız…

İster ‘iç seferler’de (maneviyat, akıl, yürek, vicdan, karakter, hayata bağlayan ilgi ve uğraşılar) ister  “dış seferler’de (akıl, yürek aile hayatı, dostluk, meslek, kariyer, sosyal statü) gibi büyük yolculuklar, iki türde insan için önemsiz ve anlamsız olacaktır: Dünya hayatında yaşamanın ve gelişmenin sırrına erenler ve bu gelişmeyi herhangi bir mekân ve zamanda sınırlamadan gerçekleştirebilenlerle oturdukları yerde bile niçin nefes aldığının farkında olmayan insanlar. Birinci tür insanlar, otururken ve hareket halindeyken evrenselliği, daha önemlisi ‘insan’ oluşu yakalamış insanlardır. İkinci tür insanlar ise niçin yaratıldığının sırrını anlamadan kendisine biçilen altmış yetmiş yılı sadece soluyarak tüketenlerdir. Sözün özü; bize hediye edilen hayatta bir durum karşısında ne yapıldığından çok, o durum içindeki fiilin nasıl, hangi niyetle, hangi ‘farkındalık’la yapıldığı önemlidir. Yani her ne yaparsak yapalım; bilinçli, kararlı, duyarlı, ayakları yere sağlam basan ve donanımlı birer insan mıyız? İşte, asıl sorgulanması gereken…

Bunu sorguladığınız ân; nefes sonsuz bir mânâ katacaktır, insana ve hayatına.

İyi yolculuklar…

Rânâ İSLÂM DEĞİRMENCİ

Eğitimci/ Şair-Yazar

ANKARA