Aşağıdakileri "Allah bir daha böyle acı yasatmasın," demeniz için yazmadım. Zira bir daha, bir daha, belki daha daha acısını yaşayacağız. Elbette acı temenni edecek değiliz. Ancak her acı insan olduğumuzu hatırlatır. Nasıl olmamız gerektiğini öğretir bize. Bu yazı bunları her zaman her yerde ve sürekli taşımamız içindir.

Depremi iliklerimize kadar hissetmiştik. Saat 4:17"yi vurduğunda o ana kadar ne varsa silinip gitmiş, yeni bir dünyaya yeni bir hayata ait yeni yeni kıvılcımlar atmaya başlamıştı beynimizde. Canımız hariç her şeyden vazgeçmeye hazır hissediyorduk kendimizi. Mal, mülk, para pul, makam, mevki dünyanın en değersiz şeyleriydi. Çaresizliğin yoksulluktan da beter şey olduğunu konuşuyor, çaresizliğin içinden ufacık bir çare bulmaya, çare olmaya, çalışıyorduk birbirimize. Kendilerini dışarıya atanlar yalın ayak ve beş parasız bir halde çığlık atarak enkazdaki yakınları için yardım isterlerken biz ne yapabileciğimizi haykırıyorduk hiç tanımadığımız bu insanlara. On binlerce ton ağırlığı kazıyarak çare olamazdık belki ama kar ve yağmur altında olduğundan bihaber çıplak ayaklarla sağa sola koşuşturanların sırtlarına hırka, ayaklarına pabuç gecirebilirdik belki. Ben, eşim ve çocuklarım elimize geçirdiklerimizi buralara taşımaya başladık. Ayakkabı, çorap, kazak, gömlek, palto, mont ne bulduysak artık. Markasına ve bedenine bakmadan giyiyorlardi kimin getirdiğine bakmadan. Hava aydınlandığında üzerimizdekilerden başka kıyafet kalmamıştı evde. Üşuyorduk. Kirlenmeştik. Açtık. Susamıstik. 1 yaşında torunum, 84 yaşında babam, beli ve ayağı kırılmış kardeşim, enkaz altındaki yakınları için dua eden onlarca aile, çürük bedenlerinin sızısıyla inleyen yüzlerce insan... Bir parça ekmek, bir yudum su bekliyorduk.