Türk sinemasının jönler döneminin en yakışıklı oyuncusu hiç kuşkusuz Cüneyt Arkın’dır. Onu diğer jönlerden ayıran en önemli yanı erkeksi bir güzelliğe ve duruşa sahip olmasıdır. Diğer jönler her ne kadar onun gibi yakışıklı olsalar da onun keskin çizgilerden oluşan burun ve çene yapısı yüzüne bambaşka bir erkeksilik vermektedir. Sportmen yapısı, erkeksi duruşu, geniş omuzları ona güçlü erkek görünü vermektedir. Yüzüyle fiziği böylesine uyumlu çok az jön vardır. Cüneyt Arkın’ı dünya sinemasında Alein Delon’a benzetirler. Oysa Cüneyt Arkın Alein Delon’dan daha yakışıklı ve daha erkeksidir. Alein Delon’un yüz çizgileri bebeğimsidir.

Örneğin Yeşilçam sinemasında yakışıklığı ve boyunun uzunluğuyla öne çıkan Tarık Akan’ın bebeğimsi yüzünde, Kadir İnanır’ın kabadayı davranışında bile Cüneyt Arkın’da olan o duruş ve eda yoktur. Tarık Akan yakışıklılığı ve boyunun uzunluğuyla dikkat çeken bir oyuncu olmasına rağmen, özellikle sinemaya girdiği ilk yıllarda fiziki görüntüsü sırık gibidir, daha sonraki yıllarda aldığı kilolar ve çevirdiği ideolojik filmlerle bu görüntüsünü değiştirmiştir. Kadir İnanır ise ortalama Türk erkeğinin temsili olarak önemlidir. Cüneyt Arkın’ı ilk keşfeden Halit Refiğ, onun “Gurbet Kuşları” filmindeki ikinci dereceden rolüne hayran kalmış, fiziği ve duruşu dikkatini çekmiştir. Cüneyt Arkın, büyük çoğunluğu Balkan göçmeni jönlerin tersine bir Anadolu çocuğudur. Köylüdür ama zarif ve şehirli bir yüze sahiptir. Genellikle çirkinlikle tasvir edilen köylü yüzünün tersine o bir salon erkeği gibidir. Böylesine oturmuş ve güzel bir yüze sahip olması oldukça nadirattandır. Onun çok iyi ata binmesi, filmlerinde dublör kullanmaması sporculuğundan olduğu kadar köylü çocuğu olmasından kaynaklanır. Yakışıklılığıyla ve oynadığı rollerle yeri doldurulamaz bir oyuncudur.

Cüneyt Arkın ile birçok filmde oynamış Türk sinemasının sultanı Türkan Şoray, bir kadın gözüyle onu anlatırken; “duruşu, bakışıyla çok etkileyici bir aktör; yunan heykelleri gibi. Cüneyt Arkın, Alain Delon’dan çok daha yakışıklı, daha karizmatik. Birlikte çektiğimiz filmlerde benim oynamadığım sahnelerde kameranın arkasında, beni görmeyeceği bir yere geçip onu hayranlıkla izlerdim” diyerek hayranlığını belirtmeden edemez. Bütün Türkiye’nin hayran olduğu kadın (Türkan Şoray), Cüneyt Arkın’a hayran olmaktan kendini alamamıştır. Cüneyt Arkın’ın bir diğer farklılığı hem erkek hem kadın seyirciler tarafından fazlasıyla sevilmesidir. Kadın duyarlılığıyla Cüneyt Arkın’a hayran olanların aksine, erkek izleyiciler onun bu erkeksi, kavgacı, yiğit duruşunu sevmişlerdir. Cüneyt Arkın kadar erkek ruhunu derinliklerindeki öfke ve öcü filmlerinde yansıtan başka bir aktör yoktur. Tabi çocukluğu Cüneyt Arkın ve Yılmaz Güney filmleri izlemekle geçmiş biri olarak, onu aşkları ve kavgalarıyla sevdiğimi söyleyebilirim. Bizans saraylarında seviştiği Rum dilberleri erkeklik ve Türklük ruhumuzu kabartırken, filmlerinde sosyal adaletsizliğe kafa tutup, ezilenlerin ağzı dili olmuştur. O kendi kurallarıyla yaratmış olduğu “Cemil” karakteriyle silinmez izler bırakmıştır. Türk toplumunun adalet arayışını, mücadeleci yönünü temsil etmiştir. Ezilip haksızlığa uğramış, insanların kahramanlaştırdığı Cüneyt arkın Türk erkeğinin yiğit ve mücadeleci ruhunun temsilcisidir. Onun filmlerini izleyip de mücadeleci/kavgacı olmayan kimse yok gibidir. Sokaklarda kalanların, ezilenlerin, adaletsizliğe uğrayanların sesi olmuş, toplumsal sorunları devletin çözemediği yerde nasıl çözüleceğini o göstermiştir. Onun filmlerinin temel konu “intikam” dır. Kötülükle savaşımızda intikam bizim ruhsal boşalmamızı sağlar. Cüneyt Arkın işte bu yönüyle her Türk erkeğinin gönlünde adalet ve cesaretin sembolü olmuştur.

Tabi Cüneyt Arkın 70’li, 80’li yıllarda Türkiye’deki ideolojik çatışmanın sembolü olarak sağ, Yılmaz Güney ise solda yerini almış veya toplum bu iki oyuncuya böylesine bir rol biçerek, dönemin ruhuna

uygun olarak “Cüneytçiler” ve “Yılmazcılar” ayrımına gitmiştir. Hiç unutmuyorum 12 Eylül’den önce Cüneyt Arkın ve Yılmaz Güney filmleri büyük ilgi görürdü. Bir yanda Cüneyt Arkın’ın tarihi ve sosyal içerikli filmleri, diğer yanda Yılmaz Güney’in Doğu gerçekliğini konu edinen sol içerikli filmleri. Henüz 12 Eylül darbesinin olmadığı, 80’lerin başında on, on bir yaşlarında iken gittiğim sinemada Yılmaz Güney’in “Ağıt” filmi oynarken ses bombası patlamış, seyirciler büyük bir izdihamla salonu terk etmişlerdi. CHP iktidarı döneminde TRT de ilk defa Yılmaz Güney’in “Seyithan” filmi gösterilmiş, filmin başlamasından beş on dakika sonra tüm şehirde elektrikler kesildiğini hatırlıyorum. O yıllarda sağ-sol çatışması Yeşilçam filmleri üzerinden de yapılıyordu.

İdeolojik ayrımın toplumu bıçakla keser gibi ikiye ayırdığı bir dönemde sinema da payını almış, Cüneyt ile Yılmaz iki farklı kesimin figürü olarak temsil edilmişlerdir. Cüneyt Arkın’ın “güzelliği” karşısında Yılmaz Güney’in ancak “çirkinliği” söz konusu olabilirdi. Doğu gerçekçiliği filmleriyle Türk sinemasına yeni bir soluk getiren Yılmaz Güney, Cüneyt Arkın karşısında “Çirkin Kral” olarak yer almıştır. O yıllarda bu ikisinin kavgasından bahsedilir, kimin kimi yendiği tartışmaları muğlak kalırken, gerçekte o yıllardaki toplumsal kavganın kazananı darbeciler olduğu ancak yıllar sonra anlaşılıyordu.

Yoksul bir köylü çocuğu olarak 1937 yılında Eskişehir’de doğan Cüneyt Arkın’ın çocukluğu bir çiftlikte geçmiştir. Türk hikâye ve destanları okuyarak büyüyen Cüneyt Arkın, tıp fakültesinden mezun olmuş, Askerliğini teğmen olarak yaptığı ve “Şafak Bekçileri” filminin çekimleri sırasında yönetmen Halit Refiğ ile tanışmıştır. Askerlik dönüşü sinemaya geçen Cüneyt Arkın’ı babası bu fikrinden caydırmak için aşağılamış, buna rağmen o sinemadan vazgeçmemiştir. 60’ların ortasında şöhreti yakalayan Cüneyt Arkın üç yüz filmde oynamıştır. 1972 yılında Altın Koza Ödülü’nde jüri tarafından Yılmaz Güney birinci, Cüneyt Arkın oynadığı film ikinci seçiliyor, fakat ideolojik sebeplerden dolayı Yılmaz Güney’in birinciliği iptal edilip birincilik Cüneyt Arkın’a veriliyor. Cüneyt Arkın "o ödül Yılmaz Güney’in hakkıydı. Şimdi Yılmaz bunu bilirken, aklı başında herkes bunu bilirken, o ödül bana yakışır mıydı? Yakışmazdı” diyerek ödülü reddetmiştir.

Önceleri salon filmlerinde genç kızların yüreğini hoplatan rollerde oynamış, daha sonra “Malkoçoğlu”, “Kara Murat” gibi tarihi filmler ve toplumsal sorunları konu edinen polisiye filmlerle devam etmiştir. Halit Refiğ’in deyişiyle o yabancı dil bilip Amerika sinemasında oynamış olsaydı bir John Wayne, Burt Lancaster olabilirdi. Üç yüz filmde rol almış olan Cüneyt Arkın, bugün yeri doldurulmaz oyunculuğu ve kadınların aklını baştan alan yakışıklılığıyla nev-i şahsına münhasır bir jön olarak sinema tarihimizin başköşesinde yerini almıştır.