-El-Vâlî İsm-i Âzam’ının hürmetine-

Bir ömür o Sevgili’nin firâkıdır bizi yakan

O'nla vuslat dileyene aşk ateşli yürek mekân

 “Nefsin terbiyesi” ve “kulun kulluğunu idrakı” için insanın ömrü boyunca aldığı her nefesi anlamaya, anlamlandırmaya çalışması meselesi her daim gündemimde olmuştur, karınca kararınca. Bu  sebepten olacak; edebiyat alanı içindeki eserlerden yola çıkarak tanıştığım ‘tasavvuf’u daha derinden anlama ve idrakim, çabam ölçüsünce pratik hayatıma aksettirme gayretim daima vardır ve var olacaktır.   Diğer taraftan,  eksiği  fazlası da olsa gayretini ve samimiyetini elden hiç bırakmayan her kul gibi ben de kendisini kullukta ve insanlıkta nasıl geliştireceği noktasında kafa yoruyor ve yürek terletiyorum, naçizane. Bana göre; Yaratan’a  layıkı ile kul olmayı arzulayan (kul olabilen) ve aynı anda yaratılmışların dünyasında (yokluk dünyası) ‘insanlık’ basamaklarında yürüyen (insanı kamil basamaklarını aşan) her ins / nisa,  Kur'an-ı Kerim'in emirleri doğrultusunda nefsini terbiyeye ve hayatını anlamlandırmaya gayret gösterendir. Böylesi  “Büyük ve Tek Rehber”le yola revan olanlar ancak; kibirden, gönül kırmaktan, hak yemekten, her türlü kötülük ve fenadan geri durabilirler, kanaatimce…

İnsanın, nefsinin terbiyesi ve kulluğunun idrakı mertebelerine ulaşabilmesi için en sağlam kaynaklar ve bu kaynaklara kavuşma çırpınışları insanlık var oldukça her zaman olmuştur. Tabii ki bu ulvî çırpınışta insan için (az evvel de zikrettiğimiz üzere) gür ve temel tek kaynak, Kur’an-ı Kerim’dir.  Bizzat Allah (c.c)’ın emirlerinin, İsim ve Sıfatlarının ömrümüze, kâinatımıza tecellîlerini kavramak; O’nun Habîbi, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammet’in (s.a.v.) sünnet ve hadislerini öğrenmek, anlamak ve yaşamak; en nihayetinde de “Oku” emrinin sırrına mazhar olarak kalp gözü açıklığı ile Kur’an-ı Kerîm’i,  Esma’ül Hüsna’yı ve tecellîlerini,  insanları, kalpleri, hayatı, ”ömrü”müzü,  iki cihanı, on sekiz bin âlemi okumak ve idrak etmek biz insanları hem kullukta hem de ‘insan” olma yolculuğunda ön saflara götürür.

Milli Eğitim Bakanlığının çeşitli kademelerine ve okullara yönetici atamaları gündemden uzun zamandan beri düşmezken okulların, sınıfların yöneticiliği bahsi ile ülkemizin gündeminde olan yerel yöneticiler ve yöneticilerde olması gereken vasıfları bahsi zihnimi tekrar tekrar işgal ediyor. Bize verilen sınıfların “sınıf yöneticiliğini” üstlenen öğretmenlik yönümüzle (buna bir yönetici adayı olduğum gerçeğini de ekleyebilirim) birlikte okulların, diğer eğitim birimlerinin yöneticilerini de düşündüğümde; bugünlerde beni daha sıkı kuşatan, Esma’ül Hüsnâ’nın El-Vâli ism-i âzamı oldu Rabbimizin “oku” emrini yerine getirmek arzusu hep içinde olan naciz bir kulu olarak “yöneticilik nedir” yeniden okumak, anlamak diledim. Ve ‘okurken’ ‘anladıklarım’ı da siz okuyucularıma aktarayım istedim.

Allah (c.c)’, “El-Vâli”dir. Yani, kâinatı, kâinatta vukû bulan hadiseleri tek başına idare edendir. Yöneticiler, şu yeryüzünde, “Vâli” isminin tecellîsi ile “Allah’ın izin ve iradesi” dairesinde, kendilerine verilen “vazife” çerçevesinde / çeperinde idareleri içindeki insanları yönetirler. Birçok sultana akıl ve gönül hocalığı yapmış İbn-i Arabî Selçuklu sultanları ile de daima temas halinde olmuştu. Ve onlara, “yöneticilik” hakkında sık sık şunları söylemişti:

“Eğer vali olursan, insanlar arasında hakka göre hüküm ver, sakın hevaya uyma. Heva, seni Allah yolundan saptırır. Allah’ın yolu, kitaplarında ve Resûllerinin sözlerinde şeriat olarak indirdiği hükümlerdir. Resûlullah (s.a.v.) buyurur ki ‘Sorgulanmadan önce nefsinizi, sorgulayın.” (Kur’ân Mührü, Syf. 176)

Nefsimizi hesaba çektiğimiz her şuurlu günde -hele ki öğretmen olarak baktığımda benim için bir dersin, bir öğrencinin notunu takdir ettiğimiz günlerde- ben kendi hesabıma, hissemi aldım bu nasihatten. Değil mi ki, çapı küçük de olsa beş ya da altı sınıfın yönetimi bana verilmiş! İnşallah, verdiğim bütün hükümlerde hak ve adaletten şaşmamışımdır. Ama şundan eminim ki pır pır eden yüreğimle dikkat ve rikkatim tamdır. Bunca hassasiyete rağmen eğer ki bir noksanım da varsa, Rabbime sığınırım…

Sadece bir yazar, bir eğitimci, bir yönetici adayı, bir anne, bir vatandaş olarak değil yüreği küçük bir serçe gibi çarpan bir kul, bir “okuyucu” olarak dilerim ki yöneticilerimizin her biri insanlar arasındaki hakka göre, adil hüküm versinler. Yönetilenlerse, Allah’ın ‘Vâli’ isminin hükmü ile yöneticilik yapanlardan hakkaniyet, rıza ve hoşnutluk ile emin olsunlar. Ve kul olabilmişlerin / kalabilmişlerin  her biri Resûlullah (s.a.v.)’ın şu hadisini hiçbir vakit unutmasınlar:

“Eğer, yöneticiler zulmederlerse, bu, sizin lehinize, onların aleyhinedir. Eğer adil olurlarsa hem sizin, hem de onların lehinedir.”

Aklıma ve elbette yüreğime,  şu günlerde, neden Allah’ın güzel isimlerinden ‘öncelikle’ El-Vali ismi damlayıverdi? Şöyle bir hasbıhal ettim kendimle… Zannediyorum evlerine ya da memleketlerine yakın olsun dileği ile il içi tayin isteyen öğretmenleri; okullarımızın, il ve ilçelerimizin beklenen / yeni işinin başına geçmiş yerel yöneticilerini, gündeme bir gelip bir kaybolan –ve bendenize göre mutlaka uygulanması gereken- öğretmenlerin rotasyonunu derin derin düşünmek veya  yönetmek ve yönetilmek adına büyük bir özlemle eğitimimiz, okullarımız; diğer yönetim birimlerimiz ve insanımız için en güzelini arzuluyor olmak, bana böylesi bir yazı yazdırdı.

“Yazdıran”a hamdolsun.

Saygılarımla…