1998 yılında Refahyol hükümeti çoktan düşürülmüş ve 28 Şubat darbesinin hışmı üzerimizden leopar tankı gibi geçiyordu.
Sistemin yanlışlarını eleştirdik. Genel-geçer insan hak ve hürriyetleriydi savunduklarımız. Kişisel inanç hürriyeti de buna dahil.
Bu arada CHP ve avanesinin bize dayattığı resmi tarihle ilgili itirazlarımızda vardı elbette!
Bu meşru itirazlarımız ve inanç özgürlüğü bağlamında taleplerimiz o günün kudretlileri tarafından tehlikeli bulunduğu için linç edildik ve soluğu mahkemeler de ve nihayet hapishane de aldık. (Son yıllarda maruz kaldığımız darbe teşebbüslerinden sonra ortaya çıktı ki, 28 Şubat darbesi de, özünde bir CİA, MOSSAD VE FETO tezgahından başka birşey değilmiş. Bunuda bir not olarak düşelim tarihe)
Asıl yıkıcı gelen ise şu ki; Dönemin darbecileri o denli korku yayıyordu ki, benim davamda haklılığımı bilen, benimle aynı düşünceleri paylaşanlar bile benimle ilgili birkaç cümle kurmaya ve gıyabımda beni savunmaya korkuyorlardı.
Oysa şimdi, muhakeme edildiğim ve aylarca hapis yatmama gerekçe gösterilen 312/b sayılı ceza maddesi bile ceza hukukundan kaldırıldı. Hatta, yargılandığım DGM bile lagvedilerek tarihe karıştı..
Zaman tüm hakikatleri ortaya döker. Birgün tüm söylediklerimizden ve söylememiz gerekirken söylemediklerimizden dolayı bizi sorumlu kılar tarih! Vicdan mahkemesin de yargılar ve mahkum eder ve utandırır zaman...
Hakikati söyleyenler hep aşağılanmış, hor görülmüş, meczup ilan edilmiş ve toplumun bir kesimi tarafından, sözleri ve düşünceleri çarpıtılarak itibarı linç edilmiştir. Ancak yıllar sonra gerçekler her zaman aşikar olmuştur.
Örnek mi? " İstiklal mahkemesi şehitleri, Adnan Menderes v.s" 
Bu zatların hepsi kendi döneminde benzer suçlamalarla idam edildi ya da hapisler de çürütüldü.
En yakın örneği Ahmet Kaya'dır. O gün onu linç edip, çatal bıçak atanlar, vatanına hasret bırakanlar, bugün kendi pişmanlık ve utançlarıyla yaşıyorlar...
Keza, zaman hepsini akladığı gibi, onlara bunu reva görenleri de kamu vicdanında mahkum etti.