19 ve 20. YY’da zengin ve güçlü ülkeler refah ve güvenlikleri için Emperyal yani sömürgecilik hedefli politikalar izledi. Emperyal devletlerin ideolojileri bu hedeflerinin sadece aracı idi. BATI bloğu ABD ve AB liderliğinde Liberal kapitalizmi; Rusya, Çin ise Komünizmi aslında sömürge imparatorluklarının aracı ideolojiler olarak yaydı ve kullandı.

Soğuk savaş yıllarında bu iki blok “nükleer silahların” oluşturduğu dehşet dengesinin şemsiyesi altında kendi hayat ve sömürge alanlarını korudular

Aralarında teknolojik gelişmeler açısından derin uçurum ve fazla farklılıklar yoktu.

Bu döneme klasik “konvensionel bilim” adını da verebiliriz.

O yıllar yani 20. Yüzyıl, araştırma, tecrübe ve Newton pozitivizminin hakim olduğu dönemlerdi.

20.Yüzyılda ABD liderliğinde ki BATI dünyası, Doğu bloğunun lideri SSCB’yi “konvensionel bilimde” yaptığı ataklar ile geçti ve sonucunda da yendi.

SSCB uzay ve yıldız savaşları teknolojilerinde daha gerilere düştü. Ekonomisi teknolojik yatırımları karşılayamaz hale geldi. Dünya ticaretinde bugün olduğu gibi o yıllarda da milyarlarca insana ulaşacak pazarlardan uzaktı. Dolayısı ile mal ve hizmet satışları ile ekonomisini güçlendirme imkanlarına sahip olamadı..

Çine gelince, Çin ile SSCB’yi karıştırmamak gerekir.

Çin, tarihi boyunca kıtalararası sömürgecilik geleneği olmayan “içerik bir kıta devletidir”. Yüzlerce yıl kendi coğrafyasında ki kalabalık nüfusunu beslemek ve korumak ve de kendi kültür gelenekleri ile Asya coğrafyasında kendine ait sınırlarında yaşamayı hedeflemiştir.

Son yüz yılda Japonların ve İngilizlerin istilalarına uğramış, yüz yıldan fazla sömürge olarak kalmıştır.

Çin’i, sürekli ABD’nin ve AB’nin siyasi rakibi olarak göstermek bir yanılsama ve BATI dünyasının propaganda hedefli bir algı yönetimidir.

Çin, hiçbir zaman BATI için siyasi ve emperyal bir tehdit değildir. Hiç bir zamanda olmamıştır.

Ekonomik güç olmak başka şeydir, genetik Emperyal siyasi kodlar taşımak başka şeydir.

Fakat eski SSCB ve bugünkü Rusya öyle değildir.

Kıtalar ve bölgeler arası ideolojik, siyasi ve ekonomik güç oluşturmayı başarmış ve bir çok ülkeyi siyasi tasarrufu altında almış ve egemenliği altında tutmuştur.

550 yıl önce “Moskova knezliği” şeklinde küçük bir şehir devleti iken “slav” kökenli halkları yıllar işinde birleştirerek, Asya topraklarında bin yıldan fazla hükümran olmuş; Türk Devletleri dağılıp, yıkıldıkça onların hakim olduğu topraklarda hükümran olmuştur.

Türklerin en çok ve en uzun savaşlar yaptıkları milletlerin başında gelir.

Osmanlı İmparatorluğu küçülürken, Rusya büyüyerek imparatorluk olmuştur.

Çin’den farklı olarak Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu ile mücadelesi, Rusların da devlet yapısında ve hedeflerinde bir imparatorluk olgusunu siyasi geçişkenlik sonucu oluşturmuştur. Çünkü önlerinde geçmiş tarihleri itibarı ile kendilerine ait bir örnekleri yoktur. İmparatorluktan Emperyal bir yapıya dönüşmelerinin de örneği o günkü Avrupa devletleri olmuştur. 1500 ve 1900 yıllar bugünkü Avrupa’nın dünyayı soyduğu ve köle pazarlarında insanları mal gibi alıp sattığı karanlık ve insanlığın yüzkarası bir tarihi dönemidir. Ruslar bu anlamda benzer özellikleri itibarı ile kabada olsa “Batılı” bir devlettir.

Rusya 20. yüzyılda “klasik bilim” döneminde yenildiği gibi, şimdi de BATI’dan gelen ve arayı kapatması çok zor hatta imkansız olan yeni bir tehditle karşı karşıyadır:

İçinde Kuantum fiziğinin başlattığı, yapay zekaya kadar uzanan nano teknolojiler, biogenetik ve moloküler biyoloji ile Matrislerin dünyası olan yeni bir dünya gücü ile karşı karşıyadır.

Rusya bu teknolojileri bilse bile, bunları dünya pazarlarında kendi markası ile hakim kılması ve rekabetçi bir güç oluşturması da bu yıllardan sonra artık çok zordur.

Batıyı hem yakalaması ve hem de geçmesi gerekir ki bunun gerçek olması hayal gibi bir şey.

Peki bu gerçeği bilen Rusya bugün ne yapmak istiyor?

Putinin beynimin yarısı dediği Aleksander Dugin Rus jeopolitiği üzerine yazdığı kitabında, kesin bir stratejik hedefi Rus Devlet aklının önüne koymuştur.

“Rusya Emperyal bir devlet olmak mecburiyetindedir. Kendi sınırlarına çekilir ve emperyal hedeflerinden uzaklaşırsa yıkılır!.”

İşte bugünün Rusyası bu stratejik hedefin doğrultusunda politikasını yürütmektedir. Gürcüstan, Kırım şimdi de Ukrayna’da Donbass !..

Fakat şunu çok iyi bilmektedir. Kendi coğrafyasına sınır eski Sovyet topraklarını taktik hamlelerle kontrolüne alması asla kendini emniyette hissetmesine yetmez.Yapması gereken şey, ABD ve BATI ile kapatamayacağı kesin olan “bilgi çağı teknolojik” açığını

kendisine tehdit olmaktan çıkarmak.

Yetişemiyorsan çelmele!.

Rusya, ya önümüzdeki 30-40 yıl içinde Emperyal devlet olma gücünü kaybederek sahip olduğu coğrafyada onlarca şehir devletlerine bölünecek ya da BATI’nın teknolojik gücünü önce durduracak ve sonra gerileterek, ABD ve BATI ile güç dengesini korumaya çalışacaktır.

Bunun tek yoluda savaştır. Çünkü Batılı devletlerin ekonomileri ve insan varlığı, psikolojik ve fiziksel olarak; yaygın, kitlesel ve uzun bir savaşı sürdürecek güçte değildir. Teknolojisi ve parası vardır, fakat cepheye sürecek insanları yoktur.

Savaşlarla yıkılmış şehirlerini yeniden inşa edecek enerjiyi bulmaları,bugün sahip oldukları savaşları sorgulayan az sayıda ki genç nesiller ile oldukça zor görünüyor.

Evet 3. Dünya savaşına Rusya’nın ihtiyacı var.

Eski medeniyetler arası savaşlara ya da yıkılışlara, bölgeler arası ekonomik dengesizlikler ve nüfusun çoğaldığı bölgelerden az olan bölgelere doğru olan göçlerin akışı sebeb olurdu.

Çok yoğun ortamdan, az yoğun ortama doğru hava akışlarında ki geçerli fizik kuralı, nüfus artışlarına paralel olarak sosyolojik bir gerçeklik olarak burada da karşımıza çıkar.

Bugünde Doğudan, Batıya gelen göç dalgasında hem ekonomik ve hem de nüfus potansiyeli olarak bu iki gerçeği görmek mümkündür.

Fakat 21. yüzyılda bir üçüncü ve bugüne kadar görülmeyen, bölgeler arası kapatılması zor farklılıklardan birisi olarak “Teknoloji Makası da” dünya savaşlarına sebeb olacak potansiyel bir tehdit olarak görmemiz gerekir.

Dün bilimdeki gelişmelerin geç olsa da öğrenilmesi, taklit edilmesi ve herkesin gücü oranında kendi ülkesinde kullanılır hale getirmesi mümkündü. Ama bugün hızla gelişen ve karmaşık hal alan teknolojik gelişmelere kısa zamanda sahip olmak ve rekabetçi bir güçle öne geçmek mümkün gözükmüyor.

Rusya, ya da Çin, ABD ve AB ile bu gittikçe açılan “teknolojik makasta” nasıl yarışacak?

İletişim teknolojilerinde ve bu teknolojilerin hayatın her safhasında uygulanması için geliştirilen ve pazara sürülen her ürün ve hizmette ara açıldıkça açılıyor.

Çin bu yarışta henüz taklitçi ve fason sipariş üretim zincirinde belli mesafeleri almış gözüküyor. Ekonomik eşitliği olan kitlesel bir üretim yapmayı başarmış durumda.

Rusya’nın ise henüz esamesi okunmuyor.

Şöyle bir evinizde ve iş yerinizde veya çevrenizde satın alıp kullandığınız her hangi bir mal ve hizmetler arasında Ruslar tarafından üretilmiş olan bir ürün var mı? Gaz-petrol demeyin sakın. O İran’da var, Türkmenistan’da, Azerbaycan’da da var.

Dünya savaşına ihtiyacı olan ve isteyen sadece Rusya’mı?

Çin’de ABD ve Avrupa’yı geriletecek bir savaştan yana niçin olmasın? Ukrayna krizinde Çin niçin RUSYA’dan yana oldu acaba?

“Teknolojik kutuplaşmanın” sebeb olacağı savaşın bir başka bekleyeni ve hazırlananı da Teopolitik güç odakları.

Dinsel kabul ve amaçlar için “Kıyameti erkene almak” isteyen küresel bir gücün varlığı konuşulmakta ve bu noktada ki tartışmalarda zaman zaman medyanın gündemine gelmektedir.

Her ne kadar komplo teorileri olarak yadsınsa bile, gerek “covid salgını” ve gerekse “bitcoin” tartışmalarında “Teopolitik” odaklı bir küresel sermayenin yeni dünya düzeni

talebi ile insanlığı bir yerlere sürüklemekte olduğuna dair kanaatler gittikçe ciddiye alınmaktadır.

Sonuçta Dünya üzerinde çok yoğun olarak birikmiş bir “negatif enerji” olduğu açık.

Bu biriken “negatif enerji” masası üzerinde “emperyal güçler” arasında bir satranç oyunu çoktan başladı bile.

Rusya bu hali ile BATI’yı ve ABD’yi tehdit etmekten çok çok uzaklarda.

Kimse insanlık ve demokrasi adına ABD ve AB’nin Rusya’ya kızdığına ve cezalandırmak isteyeceğine bizim inanmamızı beklemesin.

Akdeniz’e yığılan, adalar ve Yunanistan üzerinden, Romanya ve Polonya’ya kadar ABD’nin kurduğu ve güçlendirdiği askeri cephe sadece Avrupa’yı, Rusya’ya karşı korumak için mi?

Dünya barışını korumak için mi ?

Kim inanır buna?

Dünyada her geçen gün artan bu “negatif enerjininin” bir yıldırımın düşmesi gibi yakacağı ilk coğrafyalar neresi sizce?

“Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözü ile ATATÜRK aslında hem Türk Milletine ve hem de Dünya’ya ne mesaj vermek istedimişti acaba ?

Bu konuda ki düşüncelerimi de bu yazımın bağlamında gelecek yazımda paylaşmak dileği ile, sağlıkla kalın.

(Bu satırları yazıp noktayı koyduktan sonra, Rusya’nın Ukrayna’ya girdiği ve savaşın başladığı haberi geldi.)

Hakkı Şafak Ses