“ Erkekleri iğdiş edilerek-köleleştirilip/susturulan toplumlarda;Kadınlar da şey’lerini kesip-kızgın ateşte cızbız yaparak-sokak çocuklarına ikram eder ya da onu dağlayarak ve örtülerini de erkeklerinin üstüne atarak-Onlara ait toplumsal rol ve misyonu üstlenirler!”

“ Erkekleri iğdiş edilerek-köleleştirilip/susturulan toplumlarda;Kadınlar da şey’lerini kesip-kızgın ateşte cızbız yaparak-sokak çocuklarına ikram eder ya da onu dağlayarak ve örtülerini de erkeklerinin üstüne atarak-Onlara ait toplumsal rol ve misyonu üstlenirler!”

HAZAN-I BAHAR         

   (Baharda hazanı yaşamak)

---------------------------------------------------------------

“Nev’baharda  hazanı yaşamak bende vardır,

Bir kar’da var,bir nar’da,bir de seven de vardır..”

 

Bahar gelmiş dediler, dedim benim neyime;

Mevsimlerin içinde (HAZAN) benim mevsimim.

Ömrümün azgın devi ateş vermiş elime,

Karelere sığmıyor artık hiçbir resimim..

 

Yüreklerin içine hapsedilmiş hasletler;

Ciğerleri dövüyor nedamet ve eyvahlar.

Gözlerin mihverinde tükeniyor hasretler;

Neden geri dönmüyor-kabre giren seyyahlar ?..

 

Ufkumun ötesinde açılıyor bir boşluk;

Nerde hayat iksiri, hani dosdoğru hatlar?

İdrakleri sarıyor (EZELİ) bir sarhoşluk,

Bir türlü geçmiyor,ah!dakikalar, saatler..

 

Bir gaflet çukuruna kurulmuş salıncaklar;

Üstünde divan durmuş (PUT’LARA) baş eğenler.

İnsani hasletlerden sıyrılmış insancıklar;

Eğilince- sökülür inandığım değerler..

 

Çaresi yok- sürecek bu ezeli yolculuk;

Vuslata amadedir yapılan her merasim.

Gönüllerde güverir o(EBEDİ) sonsuzluk;

Kalbe çile düştükçe- her yılda,her dört mevsim..

 

Hiç yaşanmamış gibi bütün eski hayatlar;

Azat olmaya mahkum edilmiş ruh-u cismim.

            Acılara gebedir (BİLDİĞİM) hakikatler;

Bir gün anılmayacak-Senin ve benim ismim..

                                       (İHB-l5.Nisan.2005-Adıyaman)

Toplumların özgürlüğü,bireylerinin özgün ve özgürlüğüne bağlıdır..

Bunun için de;Bireyin önce özgün,yani-kendini bilmek ve kendi kendisi olmak zorunluluğu vardır..Eğer bir birey,kendine özgü(AİT) zengin varlığını ve varlığının yaratılış sebebini ile ona yüklenen “evrensel/insani görev ve sorumluluk” normunu bilemiyor ve bunları kendi yaşam biçiminin tanımlayıcı ve tamamlayıcı bir şartı haline getiremiyorsa,Onun “Özgün” olması da, iş ve eylemlerinde fikrini “ifade,ikame ve idame” ettirerek “özgür” olması da asla mümkün değildir..

Zaten kendini bilmeyen bir bireyin,kendisini yaratanı da,Onun yarattığını da bilmesi,tanıması, ona yaklaşıp/yanaşması ve koruması da muhaldir..                                                                         Bu nedenle de; “kendini bilmeyen-Allah’ı ve Onun İlmini de bilemez! ” denilmiş..

Şüphesiz ki,kendileriyle çevrelerine lakayt,aciz/ucube bireylerin oluşturdukları toplumlar da,  bu bireylerin yapacakları “iş ve Eylemlerin” bir tezahür biçimi olacağıından,böyle toplumlar her bir şeye-lakayt/aciz,ucube-ve ”insani erdemlikten” yoksun “Toplumlar” olacaklardır..

Bu durumun da medeniyet ve onun algılama biçimiyle ilgili olduğunu düşünüyorum..

Ne yazık ki-günümüzdeki toplumlar da medeniyet kavramını,genellikle dünyevi zenginlik ile onun nimeti şeklinde-algılayıp/anlamlandırdıklarından,bireylerini ile bireylerin-sosyalleşmek adına-oluşturduğu kültürel toplum katmanlarını da “özgün ve özgür” yapamamakta,onu  kısır bir döngüde debelendirip “insanileşmek” erdeminden de hızla uzaklaştırmaktadırlar..

 

Böyle olunca da,genel toplumsal hayat katmanlarında; sadece kendisi ile midesini düşünen “bencil,lakayt, pısırık,ne yaptığını ve yapacağını kestiremeyen/kişiliksiz” insani erdemliği törpülenerek-bastırılıp/yozlaştırılmış birey ve güruhunu görmek mümkündür..

Bu da marazi bir toplum demektir ki,böyle bir toplumun oluşturabileceği her yapısal norm ve desenin de marazi ve hastalıklı olduğunu/olabileceğini söylemek kehanet değildir..

Devletler;toplumlarını bu marazi hastalıktan kurtarmak adına, sürekli projeler geliştirip-buna çareler arasalar da,insanda var olanı “insani/yaratılış hasletini ” ona “erdemlikle” sunup, vermedikçe-ne “sağlıklı” bireylerini,ne de onlardan oluşacak çağdaş/paylaşımcı ve medeni”  bir toplumu asla inşa ve ifşa edemezler..

Zira;Bir toplumun ilmi ve teknolojik norm ve desenlerle buluşturulup-inşa edilerek-çağdaş ve medeni bir seviyeye ulaşması,öncelik ve özellikle bireylerinin “özgün ve özgür” olması  ile devlet yapısının da “buna göre dizayn edilerek” kurumsallaştırılmasına bağlıdır..

 

Eğer bir devletin genel kurumsal düzeni içerisinde bu yapı oluşturulamamışsa,o devletin idari yönetim biçimi ne olursa-olsun,onun “İleri Demokrasi Düzeni -bağlamında” çağdaş,medeni ve kalkınmış olduğu ile bireylerinin erdemli ve mutlu/müreffeh kılındığı ileri sürülemez.. ………………

Bununla ilgili olarak Ülkemizdeki insani “hak ve hürriyetlerin” varlığı ile bunun topluma yansıtılmasıyla oluşacak “medeniyet ve kalkınma “normunun genel tarihi siyasal sürecine baktığımızda şunları görmemiz mümkündür..

Mesela; 

Atatürk ve Silah arkadaşlarının “askeri” iradesiyle kurulan “Cumhuriyet” yönetimi; ilk bakışta ülke insanını “teb’a ve kul’luktan-yurttaşlık erdemliğine” taşımış gibi görünse de, Kurtuluş savaşının beraberinde ülkeye getirmiş olduğu yokluk ve yoksunluk sebebiyle bunun pek mümkün olamadığını görürüz.Bu bağlamda;bunun bir devamı niteliğinde değerlendirilen “İsmet İnönü’nün-Milli Şeflik dönemini” de 2.dünya savaşının getirdiği olumsuz şartların ile devletin bunu algılama ve topluma yansıtılma biçimi kapsamında mazur görmek gerekir..

Bu manada..

Ülkemizde; ilk kez bireyi onurlu bir yurttaş manasında değerlendirerek-onu “millet-devlet” ülküsü etrafında “Yeter Söz Milletindir!” veciz ifadesiyle buluşturup/toplamaya çalışan ilk devlet adamı  “1946’da kurularak-1950 yılınsa tek başına iktidar olan Demokrat Partisi Genel Başkanı-Başbakan Adnan MENDERES” olmuştur..

Ancak Onun da ömrü,iyi niyetine rağmen-sonradan meydana gelen siyasi hataları nedeniyle bu anlamlı yapıyı hayata geçirmeye yetmemiştir.

Süleyman DEMİREL bunu hayata geçirmek için “Vatan-Millet Sakarya” deyip-meydana çıkmış,akabinde “Yasaksız Türkiye” nidalarıyla “DARBELERE KARŞI” direnmiş,buna rağmen “6 kez gelip,7 kez giderek” milleti etkileyerek-kendini ”Cumhurbaşkanı” seçtirmiş ve nihayetinde “28 Şubat 1997’de Necmettin ERBAKAN-Tansu ÇİLLER” hükümetini de, bizzat Demirel-kendisini 40 yıldan beri getirip/götüren –DARBECİLERLE-İşbirliği yaparak-alaşağı edip-onunla, bir bakıma da “kendi misyonuyla beraber” tarihin derinliğine gömülmüştür.

 

Öncesinde “Bu Düzen Değişmelidir!” Ve ”Toprak işleyenin,Su kullananındır!” sloganları ve “Karaoğlan/ECEVİT” patentiyle meydanlara çıkan CHP (1977)Lideri Bülent ECEVİT, ülkemizde hala dillendirilen “Köy/kentler” projesinin de isim babası olmuş,ama-ne Düzeni değiştirebilmiş ne de Köy/Kentleri” hayata geçirememiş olarak-sonradan kendisini düzene uydurmak zorunda bırakarak-dar-ı bekaya göçüp-gitmiştir..

 

Arkasından bunu bir dönem de “Turgut ÖZAL” denedi.Ama,o da sadece dışa açılan ülkenin kabuğunu kırarak-Türk işgücünü dünya ile buluşturabilecek cılız ve muğlak hamleler şeklinde ham,yarım/yamalık yapılarak-sonunda derdest edilip/akim ve atıl kalmak zorunda bırakıldı....

 

Milli Görüş Lideri Necmettin ERBAKAN ise “ADİL DÜZEN” diyerek-bu insani haslet ve hasretin 40 yıl mücadelesini vermiş,lakin-Onun da ömrü kafi gelmemiştir..

 

2002’den itibaren de “28 Şubat sürecinin-tepkisel bir tezahürü olarak-iktidar’a gelen” Onun Çılgın/pervasız Prensleri(10 yıldır)Recep Tayyip ERDOĞAN Liderliğindeki Ak Partisi Hükümeti ile ” seksen yıldan beridir devlet’e sirayet ettirilerek-milleti (halk katmanlarını) bizar eden ceberut/derin (devlet) düzenini değiştirerek-yerine hakça bir düzeni kurmak ve bunu topluma sunmak adına bir (ölüm/kalım) mücadelesini veriyorlar..

Şimdi, Onlar;

Bir taraftan (30 yıldan beri ne adına sürdürüldüğü meçhul olan) PKK terörü,diğer taraftan da “illegal/derin güçlerin” devletin içine çöreklenerek-oluşturduğu “Vesayet” rejiminden kaynaklanan (gizli)devlet Terörü ile uğraşmak ve onu sonlandırarak-ülkeyi demokratik bir zemine oturtmakla meşguller..

Birkaç yıldan beri Ülkemizde; devlet ve hükümet gücü tarafından yapılan ve yapılmakta olan “Yasal düzenlemelerin, demokratik açılımların, KCK operasyonlarının,Ergenekon terör örgütü tutuklamalarının ile Yeni Anayasa paketinin” İş ve İşlevinin genel tasarrufunun da buna yönelik olduğunu görmek gerekir,diye-düşünüyorum...

.  

Bunu başarırlar mı/başaramazlar mı?Şimdiden kestirmek kolay değil..

Bugün Mevcut tabloya baktığımızda;: Askeri,Yüksek/yargı ile Bürokratik (VESAYET) sisteminin(yapılan özel/yasal düzenlemeler sonucunda)çökertilerek-kısmen olsa da-kontrol altına alındığını görmekle beraber;

-Lider sultasının hala devam ettiği/ettirildiği,

-Seçmen iradesinin “demokratik bir biçimde” sandığa yansıtılmadığı/yansıtılamadığı,

-Basınının sustuğu ya da susturulduğu,

-Üniversite ve Aydınlarının konuşmadığı ya da konuşamadığı,

-Sivil Toplum ve Örgütlerinin olan/bitene sadece seyirci kalabildiği,

-Siyasal Muhalefetinin adeta yok olduğu ya da yok sayıldığı,

-Yargı erkinin bağımsızlığından kuşku duyulduğu ya da öyle olduğunun sanıldığı,

-Yasama ve Yürütme erki’nin tek iradede(AK Parti’de) toplandığı ya da öyle algılandığı,

Bir toplumsal düzende yukarıda sıralanan hayati öneme haiz devasa problemlerin çözümünün pek kolay olmadığını da görmek gerekir.

Aslında Ak Pati hükümetinin genel/siyasal gücü ve TBMM’deki sayısal üstünlüğü ile “Ulusal ve Uluslar arası” genel şartlar da bunu yaparak-hayata geçirmeye uygundur..

Ak parti’deki bu avantajlı ve prestijli siyasal üstünlüğün “Ak Partisi siyasal vesayet rejimini mi oluşturuyor? Sorusunu akla getirse bile,gündeme taşıdığı yapılarla  “devletsel/toplumsal değişim ve dönüşüm reformlarına” devam etmek zorunda olduğunu düşünüyorum..

Bu manada;her şeye rağmen,umudumu muhafaza ediyor ve başarmalarını diliyorum..

Zira bunu bir kez daha erteleyip-ötelemek de ülkemize pek çok şey kaybettirecektir..       Bu nedenle de “başarmaya mecbur ve mahkum olduklarını düşünüyor ve umutlu olmak 

istiyorum..

…………

Bunları hatırlattıktan sonra,yine başa dönersek;

Diyebilirim ki,yazıp/çizdiklerimin çoğu; insanın kendini bilmesi,tanıması ve kendine biçilen dünyevi/insani “bireysel ve toplumsal” rolünün gereğini yapmasına yöneliktir..

 Bu misyonu ne kadar başarıyla ifa ediyorum,muhataplarım bunu nasıl karşılıyor,ne kadarını algılayıp/anlam yükleyerek-hayatlarına adapte edebiliyorlar-doğrusu bilmiyor ve bu konudaki düşüncelerini ile benim için ne dediklerini de hiç merak da etmiyorum..                                                                                                              Ben sadece insan olmanın ve bunun da ancak paylaşmaktan geçtiğini bilerek-bir bakıma, kul olmanın “kulluğumun” bana verdiği rolün gereğini yerine getirmeye çalışıyorum..

Evet,insan olmanın birinci şartı,Sende var olanı (akıl/bilgi ve mal/mülk zenginliğini) hiç bir karşılık beklemeden-çevrendekilerle paylaşmaktır..Erdemlik dediğimiz şey de budur

Şüphesiz ki,bunun kolay bir şey olmadığının da farkındayım..Ama,yaratılmış olmaktan öte, kul olmanın da, kul’a (bana)yüklenilen ağır “emanet” yükünün de,onun insanoğluna biçtiği “misyon yüklü” fikirsel ve eylemsel rolün de farkındayım..

Emanet dediğimiz şey-de akıldır..

Aklınız yoksa,mazur ve masunsunuz;Sizden,ne yaratıcının ve ne de onun yarattıklarının bir şey istemeye hakkı ve haddi yoktur ve olamaz!..

Aklınız varsa, mesul ve mecbursunuz;Varlıkların sahibine karşı da,Onun yaratıklarına karşı da mesulsünüz ve Sizden isteneni yerine getirmeye de mecbursunuz!

İnsan olmak-demek,bunu-anlamak ve gereğini yapmak- demektir..

Yaptıklarım ve yapmakta olduklarım bundandır-umarım ki-yapacaklarım da bundan olacaktır.

Bu bağlamda;

Bunca yazıp/çizmeme rağmen,yine de bazı dostlarımız belki de beni kendilerince sözde açıp, yüreklendirmek  adına “Sen her zaman kendi doğrularınla olup/biteni yazar-ilgililerin de dikkatine sunarak-eleştirirdin!Ne oldu sana ki,bugünlerde şiir’e,aşk’a/meşk’e dalarak, nesir’den koptun!” diyorlar..

Ben de diyorum ki;Şiir nesir’in özetidir..Nesir’le sahifelerce yazılabilecek bir tema,tanı ya da konuyu şiirin 3-5 dörtlüğünde terennüm etmek mümkündür..Bazı(kaz)kafalılar bunu algılayıp

anlayamadıkları için bunu (nesir’le) ve haddinden de fazla uzun yazıyorum..Yine de yazılanı kavrayamıyor ve anlamlandıramıyorlarsa,beyinlerinin içine de sokamam ya!

Hem, aşk ve meşk dediğiniz, herkesin de öylesine sarınıp-hemhal olacağı bir şey değil ki..

Eğer içinizde;                                                                                                                    Gönlünüzdeki alevle tutuşup/devinerek-gözünüze sirayet ettirilip/ püskürtülecek eşk(gözyaşı) volkanınız yoksa-Siz’de aşk ve meşk’e dair bir kadre-i haslet de yok! demektir…

Haslet ve hasretten yoksun olana da insan(adam) değil,insancık (ham/hayal adam) denir..

Zaten yapmak istediğim şey de,İnsancıkların-insanileşerek(Adam) olmasına katkı sunmaktan başka bir şey de değildir..

Girdiğim bu yolda;Ölçü budur,had/hesap ve hak budur..

………….

Denebilir ki, şimdiye kadar yaptıklarının toplumsal bir etki ya da katkısı oldu mu ki?

Onu da ancak,kendime muhatap aldığım bireyler ve toplumsal katmanlarla ilgililer bilirler..

Bildiğim-bilmediklerimin çokluğunadır ki-sürekli onun peşinde seferberim..Bu nedenle de ardımda olup/bitenle meşgul değilim..

Zira,Ben sadece bildiğimi ekip-geçiyorum..Onu biçen ben olmayacağımdan,biçenleri izleme şansım da olmuyor..

Amacım;insanları hem yaratıcı ve hem de yaşamış oldukları toplum karşısında özgün ve özgür kılarak-onun “bir kul’a yakışır/yaraşır biçimde” insanileşmesine katkı sunmaktır..

Çünkü;kendisini (kendi zengin varlığıyla) tanımlayıp/tamamlayamayarak(özgün)olamayan ve idrakini (akli/fikirsel ve eylemsel varlığını) dışa vurup/ifade ederek (özgür) kılamayan bir insanın “ ne kendisine,ne toplumuna,ne evrene ve ne de onun sahibine” bir fayda ve yararı yoktur ve olamaz...

İnsan; eğer dünyayı imar ve inşa etmekle görevli ve sorumlu bir “eşref-i mahlukatsa”,onun yaptığı ve yapacağı “iş ve eylemlerinin” de bu şerefli payeye uygun olması gerekir..

Zaten insanı-hayvanlardan ayıran en belirgin özelliği de,onun“hayvanlardan farklı olarak” sahip olduğu “aklı ve fiziki” durumu değil,aklını “ne zaman,nerde,ne kadar,nasıl ve niçin” kullanabileceğinin-öngörü ya da ferasetini-gösterebilmek özelliğine sahip olmasıdır..

Peki, insan-bunu yeterince gösterebiliyor mu?

Sanmıyorum..

Eğer,insan bunu yeterince sergileyebilseydi,yeryüzünde hiçbir olumsuz iş ve eylem de olamazdı..

 

O halde, insanı-bunu yapmaktan alıkoyan nedir ki-yapamıyor?

İnsanı,yalnız bunu yapmaktan değil,onu insanlıktan da çıkararak-hayvanileştiren yegane şey, yaratılışıyla beraber “aklına” muhalif olarak-ona musallat ettirilen nefsani “Şeytan”dır..

Ki,bu da yaratılış hikmetinin “dünyevi/imtihan sırrının” bir gereğidir..

Yani,yaratılışta-insan ruhuna beden giydirilirken,ona“akılla” beraber “nefis ve şehvet” denilen “şeytani” olgular da nakşedilmiş..

Buna rağmen insan “akıl ve feraset ile nefis,şehvet ve Şeytan arasında” tercih yapmak yolunda (hesabını vermek üzere) özgün ve özgür bırakılmıştır..

Zaten “dünya imtihanı” dediğimiz olgu da budur..

………..

Bundan alabileceğimiz ders ile çıkarabileceğimiz sonuç şudur ki;Allah insanı yarattıktan sonra,onu (hesabını vermek şartıyla) iş ve eylemlerinde özgün ve özgür bırakmıştır..  Ama,insanlar nedense bunu birbirlerinden esirgeyerek-dünyanın geçici saltanatları adına birbirlerini iğdiş ederek-köleleştirip-susturmayı,işsiz ve eylemsiz bırakmayı tercih ediyorlar..

Gerçi,iğdiş etmek ya da edilmek “Osmanlı Saraylarında” kaldı,ama-demek ki,uçkursal bu gelenek hala bazılarının içinde yaşıyormuş ki-çağımızda da devam ediyor..

Ve,gerçi (Saraylarına aldıkları hizmetli erkekleri İğdiş etmeyi namus güvenlikleri için çıkar bir yol olarak gören) Osmanlı Devlet erkanını anlamak mümkün,ama-şimdikileri ile Onların karşısında(Makam ve İkballeri için)eğilip/bükülerek-iğdiş olmayı bekleyen insan güruhunu anlamak mümkün değildir..

Bunun için de,illaki bir şeyinin bükülüp/etkisiz bırakılması da gerekmiyor..                                     Eğer bir insan,çevresinde olan/biten uygunsuzluklar karşısında düzgün bir insani duruş sergileyeceği yerde,bunu görmezden gelerek-sırf dünya makamı için eğilip/bükülüyor ve köleleşmeyi  yeğleyip/susuyorsa,zaten o iğdiş edilmiş ve olmuş demektir..

İşte,Benim feveran ederek-karşı duruşum da bunadır..

Anlamak isteyen, beni anlar,istemeyen de varsın kendi anlamazlığıyla baş başa kalsın!

Ne çıkar.. 

…………

SON/SÖZ;

İnsan mükemmel ve mücmel bir eşref-i mahlukattır..Etrafında olup/bitene duyarsız ve bigane kalamaz ve oluşmuşsa-bozuk düzene karşı da eğilip/bükülerek sessiz ve suskun duramaz!

Buna rağmen;

İnsanlıktan çıkarak-gönüllü iğdiş olmayı yeğleyip/bekleyenler-istiyorlarsa-öyle olsunlar! Ama Toplumumuzun;kadınların bunca patırdı/gürültüsüne,erkeklerin yalan/dolan ve maskeli yalakalıklarıyla eğilip/bükülmelerine rağmen-sözde olsa da-ERKEK/EGEMEN bir toplum olduğunu bilmelerini ve bu (kadın’ca) aymazlıklarını sürdürdüklerinde ise,                                                      Yani;

Erkekleri iğdiş edilerek-köleleştirilip/susturulan toplumlarda; kadınların da şey’lerini kesip-ateşte cızbız-yaparak sokak çocuklarına ikram edeceklerini ya da onu dağlayarak ve örtülerini de erkeklerinin üstüne atarak-Onların rollerini üstleneceklerini de” asla ve kata unutmasınlar!

 

NOT;Bu yazıyı yazdığım sırada,yıllarca(İslam dininden beslendiğini söyleyerek) herkesi kandıran asrımızın Hasan SABAHI “HAŞHAŞİ/FETU “Şeytanının, devlete ve dünyaya sızmış olduğu “FETÖ/PYD’Sİ” henüz gerçek/çirkin yüzünü göstermemiş ve yağlı/ballı olduğu AK Parti Hükümetleriyle Karşılıklı olarak (iç/içe ve yan/yana)birbirlerini kendi kötü emellerine payanda etmenin gayret ve gafleti içindeymişler..

Ve ancak sonradan anladık ki,Örgütüyle beraber insanları(sahte diniyle aldatarak)ihya etmek üzere çıktığı yolda,Toplumu iğdiş ederek-kendisine derdest ettirmenin-de rol ve misyonunu yüklenmiş.. Lakin-toplum bunu geç de olsa fark etti ve Onu iğdiş ettirmek üzere-Örgütsel Güruhuyla-beraber hemen derdest etti;Şimdi güruhuyla beraber kaçıp sığınacakları bir delik arıyorlar-Ona ve Benzer “Din Taciri” İblislere de İbret olsun!.

Sevgilerimle..