İçişleri Bakanlığı, rakam vererek, İBB'ye içinde PKK/KCK ve DHKP-C'lilerin de bulunduğu terör bağlantılı kişilerin alındığını iddia ediyor.

İmamoğlu, bu iddiaları ret ederek, 86 bin çalışanının yanında olduğunu ifade etti.

Muhalefet partileri de İçişleri bakanlığının açıklamasına tepki gösterdiler.

İBB'ye gerçekten terör bağlantılı kişiler girmiş mi, bilemiyoruz. Kimsenin, terör örgütleri ile bağını sürdürenlere toleransla bakması mümkün değil. Çünkü o bağ sürdükçe, örgüte hizmet, devlete hizmetin önüne geçer.

Hiç bir devlet içini oyan,gövdesini kemiren oluşumlara izin vermez. Türkiye de vermemeli.

Sorun şu ki, bu ülkede terör suçlamaları devleti veya toplumu koruma hassasiyetinden ziyade muhalifleri bastırmak amacı ile kullanılıyor. Tenkitlerinde biraz ileri giden, en yetkili ağız tarafından HDP veya FETÖ ile iş birliği yapmakla suçlanabiliyor. Onun için iktidar cenahından gelen suçlamalar toplumda hep tereddütle karşılanıyor, inandırıcı bulunmuyor.

İnandırıcılık sorununun bir nedeni de işe alımlarda izlenen yöntem. Resmi kurumlar işe alımlarda mutlaka sabıka belgesi istiyor. Devletin bir kurumunun verdiği temiz kağıdı ile işe alınan insanları -terörle iltisaklı- olarak göstermek aynı zamanda o belgeleri verenlerin de aynı davaya hizmet ettiklerini iddia etmektir.Belediyeler istihbari çalışma yapmazlar, adliyenin verdiği sabıka belgesi ile iktifa ederler. İBB, işe alımlarda bu belgeleri istemiş ona göre işlem yapmışsa -işe alınanların- bir yerlerle bağlantısı olsa bile herhangi bir suçlamanın muhatabı olamaz.

İşin bir başka yönü de şudur, işsizlik, aylaklık, terör örgütlerine yönelişi artırır.Bu yönde yapılmış birçok bilimsel araştırma ve yayın var. Kendi bölgemden bir örnek vereyim: Elazığ'ın Sivrice ilçesi geçmişte en çok adli olayların, kavgaların olduğu ilçelerden biriydi. Buraya Azot Fabrikası yapıldı, ilçeden birçok insan işe girdi, ilçenin gelir düzeyi yükseldi, herkes bundan bir şekilde istifade etti, netice olarak olaylar büyük oranda azaldı. İnsanların refah düzeyi yükseldikçe kavgadan, terörden uzaklaştıkları gözlendi.

Terör örgütleri ile hiyerarşik ilişki içinde olanlar hariç, şu veya bu partiye sempati duyduğu için insanları işinden edip, sokağa atmak örgütlere malzeme sunmaktan başka yaramaz. Bu tür operasyonlar sempatizanı militan haline getirir, bu tarafa çekilmesi gereken insanları karşı tarafa iter. Örgüt partisinden başka sığınak bulamaz hale getirir.Doğru politika, insanları milli bütünlüğe kazandırmaktır, bölücü odaklarla duygu bağlarını kesmek, onları yabancılaştırmak isteyen çevrelerin oyununa gelmemektir.Mağdur sayısını artırmak düşman sayısını artırmaktır.Devlete düşman kazandıran hiç bir politika doğru değildir.

HDP'den Kayyuma devredilen belediyelerin çoğunda PKK/KCK sempatizanları çalışıyor. İşe alımlarda, daha önce PKK ölülerinin ailelerine, cezaevi çıkışlı olanlara ve yakını dağda olanlara öncelik tanınıyordu. Bugün o kadroların hepsi hala iş başında. Kimse de çıkıp sizin PKK/KCK ile iltisakınız var demiyor. İçişleri bakanlığının gerçekten böyle bir duyarlılığı varsa işe önce kayyuma devredilen belediyelerden başlamalıdır.

Bu gibi durumlarda yapılması gereken, bakanlığın elinde somut bilgiler varsa bunu kamuoyu ile paylaşmak değil, ilgili belediyelerle paylaşıp gerekenin yapılmasını istemektir. Bunu yapmak yerine kamuoyu ile paylaşmak, maksadın terör değil, belediye başkanı ile ilgili algı oluşturmak olduğu anlamına gelir. Bir belediye başkanı somut bilgilere rağmen terör bağlantılı kadroları tasfiye etmiyorsa o zaman bir sorumluluktan söz edilebilir. Böyle bir uyarı veya yazışma yoksa sorumluluk da yoktur.

Ahaliye yönelik açıklamalar, belli ki esas amacın, seçimle alınamayan İstanbul'un kumpasla alınması, bu olmadığı takdirde adı CB adayları arasında geçen İmamoğlu'nun yıpratılmasıdır. Hedef hangisi olursa olsun sonunda yıpranan iktidar olur.Çünkü PKK/HDP/FETÖ suçlamaları o kadar ölçüsüz kullanıldı ki, toplumun önemli bir kesiminde bu tip ithamların inandırıcılığı kalmadı.