Mert insan: Doğruluğun, cesaretin, samimiyetin, güvenin, sırlarını verirken bir katre bile düşünmeden açılabileceğin, senin zor gününde yanında olan, öyle bir gönül içinde kâinatı bile sığdırabilecek kadar geniş erdemli insan demektir. 
Öyle bir durumdayız ki neredeyse her günümüz sırtımızdan hançerlenmenin verdiği acıyla uykulara dalıyoruz. İnsan bir beden üzerine ruh mudur sadece, kana kana doya doya güvenebileceği, sırdaş ve insanlığa kendini adamış bir ruh arıyor. 
Mert insan olduğu gibidir, eğrilik içinde bulunmaz, dümdüzdür, saf ve temiz niyetlidir ama bu onun kullanılabileceğini de göstermez. O etrafta dönen her şeyin farkındadır, sadece zamanını bekler ve yeri geldiğinde herkesten daha gaddar olabilir ama bu yolu seçmez çünkü mayası buna müsait değildir.
Mert insanın gönül bahçesi ne kadar büyük olsa da girmesi o kadar da zordur.
Dağları aş dersen dağı aşar, öl dersen sevdikleri için ölür. Onun sevdikleri bazen ailesi, bazen sevdiği gönül verdiği yâri bazen de kutsal vatanıdır. Onlar ölüme koşa koşa giden gözü korkusuz yiğitlerdir, bu yüzdendir ki simalarında bir nur görünür. 
Kelimelerin yetmediği anlar oluyor, durmadan şaşırdığımız, hayrete düştüğümüz, umudumuzu kaybettiğimiz, hayallerimizi yerlere serdiğimiz anda aniden içimizden bir mertlik türküsü söylemek geliyor. Ruhumuz da ranzalarda gömülmek. Hep bir kurtuluşun anahtarıdır mert insanlar. Cömertlik silsilesinde en baş rol onlarındır, yaptıkları iyilikler de arkalarına bakmazlar. İnsanları bir damla bile incitmekten korkarlar, onlar ulvi insanlardır. Buna en güzel örnek aşağıda ki hikâyede yazılmıştır.
Mertlik ile ilgili bir hikâye:
Geçmişin büyük bilginlerinden biri, yorgun bitkin bir halde uzun bir yolculuktan dönmüş, ter ve kir ağırlığı da buna eklenmişti. Yurduna yuvasına kavuşan bilginin ilk işi hamama gidip kendisine en fazla rahatsızlık vermiş olan kir ve terden kurtulmak oldu.
  Hamamda kendisini yıkayan tellak görgüsü kıt biriydi. Yıkanma kesesine dolan avuç avuç kirleri suya tutacağına; "Ne kadar kirlisin" der gibi bilgin zatın önüne yığıyordu, keseleme işi devam ederken, tellak keselediği şahsın ilim sahibi biri olduğunu öğrenince;
  - "Efendim madem siz derin bir bilginsiniz 'mertlik nedir?' bana açık seçik anlatır mısınız?" dedi.
   Yıkanmakta olan büyük bilgin tellaka bir incelik dersi vermenin fırsatını yakalamıştı ve şöyle dedi:
  - "Mertlik, kimsenin ayıp ve kusurlarını yüzüne vurmamak, kirlerini kendisine göstermemektir."
İşte hikâyenin anlattığı gibi gece gibi kusurları örten ulvi insanlardır.

Mertlik içlerinde deli taylar koşturan ama bunu hak için yapan er yiğitlerdir. Onlar namertlerin sofrasında her daim fazladır, yürüyüşlerinde hep bir huşu vardır. 
Mert adam dünyada, bu düzende hep kaybetmeye namzettir ama bir gün kazanınca da dünyanın altını üstüne getirebilir belki de üstünü altına.
Hep bir şeyler eksik kalır ya hayatımızda, adını koyamayız, tutsak ederiz kendimizi içimizde. Çözüm aradıkça çözümsüzlük yokuşunda kayboluruz. Zaman küllenip aşmış olur kendisini. Biz büyük boşluklar içinde savruluruz, tutunacak bir dal ararız eğer bu dal namert insana düşerse ölümden ölümü beğeniriz, dalını kesip alır seni cansız bırakır, lakin mert insana düşersek bizi sımsıkı saracaktır yüreğimizde canımızda yaşamanın huzurunu göreceğizdir. 
Mertlik ile ilgili yazdığım şiir:


ER MEYDANI
Mertlik destanında yazılmış çizgimiz
Saf temiz dipdiridir özümüz
Aklı selim canı pektir dilimiz
Alemi cihanda gümbür gümbür işitilir sesimiz

Gel desen meydana, yiğit vurur közüyle
Çıksalar er meydana namertler kaçar iziyle
Alnında nur var heybetinde ulviyet
Mert insanların olduğu yer de daima hürriyet

Dağları aş dersen onun için ne zahmet
Ölür sevdikleri için bekler kabirleri Karacaahmet
Yiğitlik serdedir alınlarında alemi nur-i Ahmet
Tekbir getirir alnındaki hakkaniyet

Son sözlerimi tamamlarken üstatlar üstadı Mevlana Celaleddin Rumi ‘ den bir sözle yazımı tamamlıyorum: 
Geçti bizden, geçti bizden. Zevk-i sefa geçti bizden. Mertler için köprü olduk, namertlerde geçti bizden. – Mevlana Celaleddin Rumi