Bir radyo sesiyle başlardı günlerimiz… Sabah haberlerini dinler, ardından çalan bir türküyle kahvaltıya otururduk. Radyo sadece bir ses değildi...

RADYO SESİ

Bir radyo sesiyle başlardı günlerimiz…
Sabah haberlerini dinler, ardından çalan bir türküyle kahvaltıya otururduk.
Evimizin köşesinde duran o küçük kutu, sanki koca bir dünyayı misafir ederdi odalarımıza.

Radyo yalnızca ses değildi;
bir evin kalbine yayılan sıcaklıktı.
Çocukken kulağımı iyice yaklaştırır,
cızırtıların arasından gelen şarkılara kendimce eşlik ederdim.

Hafta sonları ise bir başka olurdu.
Saat 10’da başlayan radyo tiyatrosu,
heyecanla beklenen bir an demekti.
Karakterlerin sesleriyle hayallere dalar,
hikâyelerde kaybolurduk.
Ve hemen arkasından gelen “Arkası yarın”,
gözlerimiz ekranda değil, kulaklarımızda hayat bulurdu.

Sonra büyüdüm, yol aldım, gurbete düştüm.
Yabancı sokaklarda, tanımadığım seslerin arasında,
bir frekansta yakalanan eski bir tiyatro oyunu,
memleket yollarını açar gibi oldu gözümde.
Bir anda annemin yemek kokusu,
çocukluğumun sokağı,
evimizin o sıcacık hali gelir doluverirdi içime.

Velhasıl radyo sadece şarkı çalmaz, haber taşımaz,
o, bir hafıza kutusudur.
İnsanı yıllar öncesine, çocukluk günlerine,
evin neşesine ve gurbetin sessiz hüznüne götürür.

Biraz cızırtı,
biraz müzik,
bir tutam hüzün…
Ve koca bir ömür…

Hepsi, bir radyo sesinin ahenginde gizlidir.
Gönülden gelen gönüle varır bir kalbe dokunduysa ne mutlu Recebiye Çatak Sezer.