6 yaşında Ankara’da gurbette görev yapan polis babası, 1960 Nisanında 27 Mayıs öncesi öğrenci yürüyüşlerinde ki bir çatışmada şehit olmuştu.
İki oğlan kardeş yetim kalmışlar ve dedeleri tarafından büyütülmüşlerdi.

Çocuk yaşta anlamlaştıramadığı babasız kalışı kim bilir hangi fırtınaları estirdi küçücük yüreğinde?...
İhtimaldir ki az konuşması, anlamlı sesizliği ve tedbirli ve şüpheli kısık bakışları o günlerin izi olarak vakur duruşunun bir parçası oldu.

Kendini hep garip hissetti.Fakat asla çaresizliği ve ezikliği kabul etmedi.
Belki de bu yüzden kendini en iyi ifade edeceği “Er meydanlarına, Kırkpınar çayırlarına” atacak olan yolu seçti.
Yağlı güreş yapacak, dik başını, bükülmeyen bileğini orada gösterecekti.
Gösterdi de !..

Henüz askere gitmeden Kırkpınarda ”destede” birinci oldu.
İlk bakışta boyu ve kilosu pek Başpehlivan olacak gibi görünmüyordu.
Ama oldu !..
Hayatının ikinci sert virajını babasının şehadetinden sonra askerde yaşadı.
20 Temmuz Kıbrıs barış harekatında Kıbrısa çıkan “mehmetçiklerden” birisi de oydu.
Girne’den Gazimağusa’ya piyade olarak savaşa savaşa gittiler.
Beşparmak dağlarını geçerken sarp kayalara, dikenli makilere pençelerini elense atarcasına savuruyordu..
Çok nadir yaptığımız “Kıbrıs” sohpetlerinin bir keresinde “ne hissediyordun?” o anlarda dediğimde:

“Hayal gibi bir şey.Çok şey düşünemiyorsun.Mantık, muhakeme yok.Sadece yenmek ,kazanmak var!...Er meydanının hakikisi, gerçeği orasıydı !..
Ödülü kemer, kupa değildi.Hayatındı!..Yaşamındı!..
Yenilirsen ölürsün !..
Kazanman şart !..
Yaşamak ve yaşatmak için ölmeyeceksin. Düşmanı kovalayıp, yakalayıp boğacaksın.”
“Sonradan Başpehlivan iken bir kez daha Kıbrısa gittim.Daha kuvvetli ve güçlü idim. Fakat hem gözüm kesmedi hem gücüm yetmedi. Beşparmak dağlarına aynen harekatta çıktığımız yoldan gitmeye çalıştım. Daha Beşparmak dağlarının eteklerinde kaldım.O gün başkaydı.O gün bizde başkaydık!..”

A 6 Otomatik ağır silah kullanıyordu.G 3 Piyade tüfeğide sırtında asılı idi. Belinde de kısa 9..
Bu kahraman gazinin hikayesini yazmamın sebebi Kıbrıs savaşında Türk’ün namusunu korumak için kendisine verilen bu üç güçlü silahın 65 yaşında unutularak başına gelen acı ve ibretlik bir olayı yazmak içindir.Devletin ve hepimizin ayıpını yüzümüze vurmak için.
Biraz daha sabredin ve hikayeyi sonuna kadar okuyun lütfen.Çünkü sonunda sizede isterseniz bir görev düşecek ..

Gazimizin ibretlik hayat hikayesinden kısa anektodlara devam edelim.

Gazimağusa ve Maraş alınmış.Ateşkes ilan edilmişti.
Ocağında pişerken sıcak bırakılmış yemeklerin olduğu bir çok Rum evine girilmiş.Toplanmasına fırsat bulunmayan ziynetler ortalara saçılmıştı.
Kuyumcu dükkanları olduğu gibi bırakılmış, çarşı esnafının para kasaları ve çekmeceleri öylece kala kalmıştı.
Hiçbir zaman Beşparmak dağlarının aşılacağına ve yaptıkları tahkimatların yıkılacağına inanmamışlardı.
Fakat her şey birkaç günde hızlıca olmuştu. Türk askeri yıldırım olmuş, şimşek olmuş Gazimağusaya inmişti.
Gazimizi dinleyelim:
“Hepimiz, tim komutanlarımız dahil benim bulunduğum birlik, tek bir kıymetli eşyaya, ziynete ve paraya dokunmadan zabıtlı olarak bölük karargâhına teslim ettik.
Tezkereme az kalmıştı.Bir gün bölük komutanı çağırdı. “…… evladım size Rumlar tarafından terkedilen ev ve bahçelerden tahsis edilmesi için karar çıktı.Sanada şu mahallede ki 7 dönüm narenciye bahçesi olan villalı evi ayırdım.Hakkındır.Helali hoş olsun.İstersen kalıp Kıbrısa yerleşebilirsin.Size Kıbrıs gazisi olarak haklar ve özel kimlik verilercek.” Dedi.
Sustum.
Birden “Hayır komutanın sağ olun. İstemiyorum. İsteyen başka arkadaşım varsa ona verin.Ben Manisaya memleketime döneceğim” dedim.
“ Tezkerene iki gün var.İyi düşün.Kararını sonra ver” dedi tekrar Komutanım.
Selam verdim odadan çıktım.
Bir an bile kalmayı ve ne O villayı ve nede narenciye bahçesini düşünmedim.Yerini bile merak etmedim.Gitmedim.Görmedim.
Tezkere günüm gelmişti.Arkadaşlarla helâlleşip kucaklaştık!
Komutanım tezkeremi verirken, “ düşündün mü? Gidecek misin, villayı istemiyor musun dedi?
“Hayır komutanım sağ olun” dedim. Sonra birden aklıma geldi ve Komutanıma sordum: “Komutanım siz “ganimet” olarak ev aldınız mı ?” dedim.”Ganimet” adı ağzımdan birden çıkmıştı.
Komutanım döndü ve gülerek “Hayır” ben de almadım.Zaten kimse almıyor.Kayıtlara adınız yazıldı.Ya siz alacaksınız yada Türkiyeden gelecek ve Kıbrısa yerleşecek vatandaşlarımıza verilecek”.
Sarıldık.Selam verip ayrıldım.
Ercan hava alanından kalkan uçakla İzmir Çiğli havaalanına indim.
Cebimde 100 lira vardı.Başka tek kuruşum yoktu.
Birde ufak birkaç parça kirli eşyamın olduğu çanta !..
Havaalanı çıkışında yeni şavrole taksiler vardı.1971 bir impala ilk sırada idi.
Şöföre yanaştım.” Selamün aleyküm, abi Manisaya gideceğim kaç para?” dedim.
“150 liraya olur. Biladerim”dedi.
Cebimde 100 lira vardı.Duraksadım.
“Ne oldu biladerim çok mu geldi ? dedi” taksici.
“Yok abi benim sadece 100 liram var.Kıbrıstan geldim.Askerim.Tezkere aldım.” Deyince,
“Vay benim gazi kardeşim, atla arabaya hiç vermesen de olur” dedi.

“1971 impala Manisa’ya gitmek üzere Menemen yoluna girerken aklıma, Kıbrısa ilk giderken Mersine otobüslerle gelişimiz ve Mersinden gemilere binerken halkın sevgi seli uğurlamaları ve bizlere ikram edilenler anaların, bacıların yiyecek vermeleri geldi.Hele Mersinde bir günlük izinde hiçbir esnafın bizden tek kuruş almadan yedirip içirdiklerini sorma gari”.
Bisikletten bozma üç tekerlekli camekanda tatlı satan ihtiyarın ikram edip yedirdiği tatlı gibi bir tatlıyı hiç yemedim desem yalan olmaz.”
1971 impala 22 Sultanlar sokağına girdi ve evimizin önünde durdu.
100 lirayı zorla Taksiciye verdim.
“Kıbrıs gazisi olarak gördüğüm karşılıksız son hediye bu şöför arkadaşın jesti oldu.”

Manisalı Başpehlivan Erden ÖZYİĞİT’in sonraki hayatı er meydanlarında geçti.Başpehlivan oldu.Başpehlivanlardan dostları arkadaşları oldu.Hayat boyu en dikkat ettiği şey, “minnet ve mihnet” altında kalmadan dik ve dosdoğru olarak inandığı gibi yaşamak oldu.
Gazilik berat ve ünvanlarını, madalyalarını hiçbir zaman bir menfaat ve istismar aracı yapmadı.
Tezkereden bir yıl sonra Manisa Askerlik Şubesinden çağırdılar ÖZYİĞİT’i
“Erden sana Kıbrıstan bir arazi ve villa ayırmışlar.Kabul edip devir almamışsın.Son kez bir daha soruyorlar. İstemiyor musun?
“Hayır istemiyorum”
“O zaman bu evrağı adını soyadını elyazınla yaz imzala.”
İmzalar ve çıkar askerlik şubasinden.
Niye imzaladın.Almadın.Reddettin diye sorduğumda verdiği cevabı kaç müslümanım diye geçinen bugün verebilir acaba: Ben, “ahiretimi dünya malına değişmem Hakkı hoca!..”

Şimdi gelelim kendisinden habersiz yazdığım bu yazının sebebine.

Geçen gün beni aradı. Ara sıra memleketin durumundan, insanlarımızın halinden dertleşir, konuşuruz.
Ee ne de olsa serde “ülkücülük” ve “ülküdaşlık” hukuku var !..

Sesi dertli idi.
“Hakkı hocam, yüreğim yanık.İki ruhsuz kadına kendimizi ezdirdik.” Dedi.
“Hayırdır” dedim.
Anlatmaya başladı.Hırsından sesi titriyordu.Belliki yüreği cayır cayır yanıyordu.Serde başpehlivanlık olamasa zırıl zırıl ağlayacağı sesinin titremesinden belli idi.

“Benim evde bulundurma silah ruhsatımın süresi bitmişti.Taşıma ruhsatı için yüksek harç alındığından dolayı ruhsatımı evde bulundurmaya çevirdim. Son düzenleme ile Gazilerden harç alınması kaldırıldı.Bende ruhsatı yenilemek için müracaat ettim.Bir sürü evrak istediler.Bilirsin biz ilk okul mezunu cahil (!) bir pehlivanız.Zaten yediğimiz elenselerden kafamızda pek çalışmaz (!).Neyse bir polis emeklisi arkadaşla evrakları hazırladık.Heyet raporu için Manisa Devlet hastanesinin polikliniklerinde sırasıyla, kuyruğa girmeye başladık.Emekli polis arkadaş evraklar elinde sıramızı bekliyoruz.Döndü bana dedi ki “ya Erden, gazilere öncelik var çok bekliyoruz, ben içeri alan hemşireye senin gazi olduğunu söyleyeyim beklemeyelim” dedi.”
“Ya ayıp olur boş ver” dedim.
O ısrar etti.Psikiyatri polikliniğinin önündeydik.Bayağıdır kuyruklara girmekten yorulmuştuk.Sırada uzundu.Peki bir şansımızı deneyelim dedik.Hay demez olsaydık!..
Muayene odasının kapısı açılınca yarım adım içeri girdik.Hemşire sert bir şekilde durdurdu “çıkın”. dışarı dedi.
“Arkadaşım Erdem bey Kıbrıs gazisidir.Manisamızın başpehlivanıdır.Gazilerin önceliği yok mu ? dedi arkadaşım.
Hemşire aynı sertlikte bu sefer daha küstah ve kızgınlıkla ittirerek tekrar “ ben gazi mazi dinlemem çıkın dışarı” dedi.
O sırada içerideki Doktor hanım oturduğu masadan başını kaldırıp gürültüye baktı.Müdahale etmedi.
Bizi sonra hemşire ite kaka dışarı çıkardı.
Sıramızı bekledik.Sıramız gelince içeri girdik.Doktor hanım ekşimiş bir kara suratla “bunlar onlar mı?
dedi.Hemşire sinirli bir halde “evet onlar” dedi.
Doktor hanım, tamam çıkın dedi.Muayene bile etmedi.Tek soru sormadı.Ellerimin titreyip titremediğini dahi kontrol etmedi.Dışarı çıktık.Bir kahpelik olacağını hissetmiştim.
Bugünde heyet raporunu almak için hastaneye gittim.
Raporum reddedilmiş.Silah ruhsatını almaya uygun görülmemişim.”
Sustu.Lafları ağzına düğümlenmişti.
Birden son olarak şu cümleleri söyledi.
“Bu devlet bana Kıbrısta savaşırken A 6 ağır makinalı verdi.Omuzunda G 3 vardı. Belimde kısa dokuz tabanca.Şimdi evimde tek bir tabancanın bulunmasına müsaade etmedi.Bütün beratlarımı, gazi madalyamı Valiye göndereceğim.Alsınlar O hemşire ile kara suratlı doktora versinler.”dedi ve “görüşürüz” diyerek telefonu kapattı.
Donup kalmıştım.
Kimdi bu “gazi mazi tanımayan, hemşire ve doktor hanım?. Gaziden nefret eden “Türk’ten de” nefret eder.Bu iki küstah görevli MANİSA’da kime hizmet ediyor?.Acaba gizli nefretleriyle kaç hastaya yanlış uygulama ve tedavi yaptılar.
Kafamda deli sorular!..
Oturup sizlerle dertleşeyim ve yazayım dedim.
Pehlivan bunları anlatmaz.Yine sesizliğe bürünür.Bu haksızlık ve hadsizlik örtülür unutulur dedim ve bilinsin unutulmasın istedim.
Ey Manisalı hemşehrilerim, Ülküdaşlarım!..
Eli öpülesi hem “Kıbrıs” hem de 80 öncesi “Ülküsünün” Gazisi Başpehlivanın derdini paylaş duyur protestonu yap, hesabını sor!..

Söylemeye gerek var mı?
Manisanın sayın Valisi,
Sayın Emniyet Müdürü, bu densizliğin lütfen hesabını sorun ve Pehlivanın “evde bulundurma” değil “taşıma ruhsatını” elden veriniz. Silahını beline siz takınız lütfen.
Ve asla unutmayın ve emin olun ki o silah asla “Türk’ün kutsal savaşı” başlamadan belinden çıkmaz!

Pehlivan sende üzülme!..
Sen zaten “ahiretimi dünya malına değişmem” dediğinde 22 yaşında idin.
65 yaşında ahiretin kapısı önünde aralanıp yaklaşınca mı değişeceksin?.
Bırak herkes ayıbı ve sana olan “savaş” hakkının borcu ile ahirette önüne dizilsin.

Hakkı Şafak Ses