Yeni nesil gençliğin okumakla pek alakası yok.Ellerindeki elektronik aletler ile “internet” dünyasında yaptıkları şuurlu, şuursuz geziler hemen tüm vakitlerini alıyor.Her bilgiye istedikleri zaman ulaşabileceklerine olan güvenleri, “öğrenme” bilgi ve becerisinden uzaklaşmalarına ve de bilgiyi sadece bulup kullanma, faydalanma şeklinde bir reflekse sahip olmalarına sebeb oluyor.
Dolayısı ile “düşünme” becerilerini kaybetmekle kalmıyorlar aynı zamanda “düşünmenin” en önemli seviyelerinden biri olan “ analitik düşünce” kabiliyetiniden de yoksun kalıyorlar.

Liberaller ve eyyamcılar tarafından “tu kaka” edilerek anlatılan 1980 öncesi nesiller, çatışan her ideolojik tarafıyla okuyan, okumayı seven ve düşünen, düşündüğünü analiz eden ve sahada pratiğini konuşarak, yazarak cesurca paylaşan bir nesildi.

Maalesef o günlerin neslini “Neokapitalist sistem”, 1980 askeri darbesi ile “Batı emperyalizminin” çıkarları için biçti, biçemediğini de darmadağın etti.

Şimdi sizlerle o günlerin ideolojik birikimilerinin hatırlattıklarının, bugün karşılaştığımız bazı gelişmeler üzerine düşen izlerini tartışmak istiyorum.

Marks ve Engelsin “Komünist” fikirlerinin pratiği olan “SSCB ve ÇİN” uygulamaları büyük bir hüsranla 20. yüzyılın sonunda kesin başarısızlıkla sonuçlandı.
Tüm dünyada yaygın ve etkin olan “Komünist”, yayım ve propaganda sektörünün yapıları, örgütleri insan potansiyeli ile birlikte çöktü ve büyük bir şokla savruldu.
İlk on yılı bu çöküşün sersemliğini atmakla ve “komünizmin” Ruslar elinde yanlış uygulamalar ve yanlış siyasi hedefler ve “bilimsel sosyalizmden” uzaklaşması sonucu çöktüğü bahanelerini söyleyerek “komünizmi”ideoloji olarak temize çıkarmaya çalışmakla geçirdiler.
Bu durum sadece bizim Türkiyeli komünist, sosyalistler için değil tüm Avrupalı ve Latin Amerikalı komünistler için de aynı seyri takip etti.
Şaşkındılar.”Bilimsel sosyalizm” nasıl çökerdi?
Marks ve Engels nasıl yanılırdı ?
1996 lardan sonra Avrupa basınında daha çok “üniversite merkezli” sosyalist düşünce mensubu akademisyenlerin “Anarşizm” odaklı makaleleri yayınlanmaya başladı.
Marksizm masaya yatırılıyor ve hatanın nerede yapıldığı araştırılmaya başlanıyordu ! 
Konuyu merak ederek inceliyecek olanlar için birkaç isim vereyim.Todd May (1994), Lewis Call (2002) Paul Chatterton (2002), Saul Newman 2010), Nik Heynen (2010), Rousselle ve Evren 2011.
Bunlar ve daha bir çok isim Marksizmin “Anarşizim” köklerine giderek “postanarşizim” üzerine kafa patlatmaya başladılar.Amaçları “bilimsel sosyalizme” nefes aldırmak ve yeni hedefler çizerek bir evrilmeyi, ideolojik dirilişi gerçekleştirmekti.

Bazı isimleri ve kısa bilgileri hatırlamamız gerekiyor.
“ANARŞİZİM” bir ideoloji olarak Marksizmden otuz kırk yıl önce doğmuş ve Marksizmin kaynağını oluşturan ilk kurulu düzene ve kapitalizme karşı protest fikirleri ve değerleri oluşturmuştur.
Proudhon, Pyotr Kropotkin ve Reclus “Anarşizmin” kurucu babalarıdır.
Marksı genç yaşında etkileyen isimlerdir. Proudhon, Markstan otuz yıl önce “artı değeri” tanımlamış, “faiz getiren sermayenin ortadan kaldırılmasının kapitalizmi yıkıma sürükleyeceğini, sahiplik ve özel mülkiyet kavramını ayırarak kooparatiflerin kapitalist şirketlerin yerini alması gerektiğini, emekçi sınıfların kendini özgürleştirmesi gerektiğini, mülkiyetin bir el koyma yolu olduğu ve başkasının emeğinin zapt edilmesi olduğunu, ortak arazi ve işyeri kavramlarını, bilimsel sosyalizme ihtiyaç duyulduğunu yazan ve tanımları ile birlikte anlatan kişidir.Proudhon “devletin” “sınıf hakimiyetinin” aracı olduğunu söylemiş ve Marks bu görüşü ondan öğrenmiş ve savunmuştur. Marksizmin temellerini oluşturan bir çok görüşün Proudhon tarafından önceden dile getirildiğine dair onlarca yayın ve belge mevcut.( Çoğrafyanın Anarşist Kökleri -Mekansal Özgürleşmeye doğru.SİMON SPRINGER.2018 syf 101-102-103.)
Reclus ve Kropotkin ise yine Markstan yıllar önce, kapitalist emperyalizmi, kolonyalizmi, militarizmi, milliyetçiliği, klasikçiliği, ırkçılığı, kavim merkezciliğini, şarkiyatçılığı, cinsiyetçiliği, toplumsal cinsiyetçiliği, yaşçılığı, çocukçuluğu, engelli karşıtçılığını, homofobiyi, transfobiyi, egemenliği ve devleti; hepsinin bir birini arkalayıp destekleyen boyutlar olduğunu ve eksiksiz hepsine karşı olunması gerektiğini açık açık yazmışlardır.(a.g.e)
İlk “Anarşistlerin” yaşadığı Avrupa coğrafyası sömürgeciliğin, sanayileşme ile başlayan kapitalist acımasız emek sömürüsünün ve hukukun üstünlüğünün değil “burjuvanın”, “devlet gücüyle” insanlığın sırtında adaletsizce tepindiği yıllardı.Kilisenin engizisyonundan “reform ve rönesansla” kurtulan “Avrupalılar”, bu sefer de coğrafi keşiflerin ardından sömürgeye ve talana dayanan sermaye birikimi ile kapitalizmin vahşi arenasının içine düşmüştür.
İşte sadece emeğin değil insanlığında haysiyetsizce, “ burjuvanın, sermaye ile birleşmesi” sonucu ezildiği bu yıllarda, “Anarşistler” tüm kural ve kuralcı yapılara savaş açtılar.
Devleti ve kurumsal yapılarını ve de otoriteyi merkezine alan her türlü sosyal yapılanmaları reddederek, “coğrafyaya bağlı tam özgürleşmek” hedefi ile kurulu sistemlerin tümüne karşı oldular.Fakat bu karşı oluş hiçbir zaman zor kullanmayı ve terörü önceleyen saldırgan bir metodu ne benimsedi ne de savundu.Tam aksine reddeti ve “barışcıl yollarla insanların, paylaşmaya, yardımlaşmaya, sınıfsal farklılık ve üst-alt rütbelenmesine ihtiyaç olmaksızın, “doğadaki canlı hayatının” ilk çağlardaki yaşam biçimlerinin örnek alınması ile gerçekleşmesini savundular.
Marks, Engels, “Anarşistler” ile “ Paris komünün’den” sonra I..Enternasyolden sonra yollarını ayırmıştır. 
Marks, kurumsal olarak “devlet ve üst yapılanmalara” karşı olmakla beraber bir ara döneme, bir geçiş dönemine ihtiyaç olduğunu söylüyordu.Bu dönemde “işçi sınıfının” önderliğine ihtiyaç vardı.
Bilimsel sosyalizmin, özgür, eşit ve sınıfsız toplum olarak gerçekleşmesi için “öndere ve partiye” ihtiyaç vardı.Zor kullanmak dahil her metoda baş vurulmalı idi.
“Anarşistler” ile yolları ayrılan Marksistler dönüp bir daha “fikrlerini” çaldıkları bu adamların ne yüzüne baktılar ve ne de yanlarına yörelerine soktular. Zaten onlarda “yıkmak olarak yola çıktığımız sistemin sınıfsal temelini değiştirerek yeniden “yöneten ve yönetilenin olduğu, sistemi korumak için yeni kanunların, ordunun, polisin olduğu, yeni bir farklı sömürü sistemine yol açacak bir rejimi kurmakla bizim bir işimiz olamaz” dediler ve kendi yollarına döndüler.
1991 yılında “Marksist- Komünist” pratik büyük bir başarısızlıkla çökünce, sağa sola savrulan başta Avrupalı sosyalistler olamak üzere Marksist elit “Anarşizmi” yeniden gündemine aldı.Daha doğrusu ideolojik pratiğin başarısızlığından sıyrılarak, Marksizmin fikri temelini oluşturan “Anarşist” ideolojiye teori olarak yeniden sarıldılar.
“Coğrafya temelli özgürleşme” başlığı altında; “çevre ve doğal hayat duyarlılığı”, “hayvan hakları”, “eşcinsel hakları”,”cinsel özgürlük”, “kadınların özgürleşmesi ve bağımsızlığı”, “azınlık hakları”, “dinsel özgürlükler”, “sivil insiyatifsizlikler”, “ vicdani reddicilik”, “eşitlik içinde ortak üretim”, “milliyetçiliğin reddi”, “ ateizm”, “deizm”, “gibi daha bir çok başlık altında “yardımlaşma ve eşit katılımcılık” ile sivil toplum hareketlerinin son yıllarda yaygınlaşmasının ve popülerleşmesi işte bu yeniden “Anarşizmin” sosyalist çevrelerde uyanmış olmasının bir neticesidir.

Gezi olayları ve Ovacıkta başlayıp Tuncelide komünist başkan resmi ile gündem oluşturan romantik sosyalist rüzgarın aslında arkasındaki silüet “Anarşizmin” ayak sesleridir.
1.Enternasyonel çöktü. Yaşasın yeniden “Paris Komünü”.
Sınıfsız, imtiyazsız, devletsiz, ordusuz, üstsüz, astsız, dinsiz, akitsiz,anayasasız,kanunsuz,nikahsız,milliyetsiz, kurumsuz, örfsüz, kimliksiz, mülkiyetsiz, velhasıl “doğada özgürce yaşayan tüm canlılar gibi özgürce üretip paylaşarak, yardımlaşarak yaşamak.
Ve bu bilinci sabırla yavaş yavaş küçük gruplar halinde yaşayarak sayısız örneklerini çoğaltarak toplumu “Paris Komününe” taşımak.
Neoliberal sistemin sömürüsü, adaletsiz devlet yönetimleri, savaşlar ve işgaller, çözümsüz siyasal ve sosyal sorunlar, ekonomik eşitsizlikler vs. eski sosyalistlerin yeni “Anarşistlerin” mümbit yeşerme alanlarını, “habitatlarını” oluşturuyor.
Evet sosyalistler ve eski tüfek komünistler ilk şoku atlattıktan sonra “evrimsel” dönüşümde başa döndüler ve gündemleri artık dolu ve çalışıyorlar.Ve de mutlular.Bir “ Gezi başarıları” ve “Komünist başkanları” var.

Biz Türk Milliyetçileri 21. Yüzyılda hangi yeni çizgi ile yeni nesillerin önüne yeni hedefleri koyacağız?
Deizmin ve Ateizmin gençler arasında yaygınlaşmasının tek sebebinin “siyasal islamcılığın” nefret uyandıran uygulamalarının olduğunu söylemek tek başına ne kadar doğrudur ve gerçekçidir düşünmemiz lazım derim.
Bu açmaya çalıştığım pencereden gündem izin verdikçe bakmaya çalışacağız inşaallah.

Hakkı Şafak Ses
——-
Bu yazım bu hafta yayımlanan Milli Devlet Gazetesinde yer almıştır.