Allah(C.C.)ın şah damarımızdan daha yakın olduğunu söylediğimiz hâlde, bu söylediğimizin ne kadar farkındayız?

"Yaşam tarzı, yaşamı nasıl sürdüreceğimizle ilgili temel seçimlerimiz ve genel hayat görüşümüzdür." "İslam, hayatın her alanında söyleyecek bir sözü olan ve insanla alakalı hangi alan varsa bu alanların hepsinde bir yöntem ve yaşam tarzı ortaya koyan sırat-ı müstakîm-geniş bir cadde misali tüm zamanları ve mekanları kaplayan bir ilahi sistemdir." "İnsanlık tarihi, insanın Rabbi ile olan alakası ve bu alakayı tesis edip etmeme tarihidir. diyebiliriz. Bu gerçek hak ve batıl arasındaki mücadele olarak insanlık tarihinde hep var olagelmiştir. Allah Teâla’yı hayatlarının her alanında hatırlayıp (zikr), madde ve manasını O’nun getirdiği dine göre tanzim edenler hakk yolunun neferleri; bunun tam zıddı bir yolu tercih edip Allah’a karşı kendi heva ve heveslerinin doğrultusunda hayat tasavvuru geliştirenler ise batıl yolunun şakîleridir. Ta ilk insandan günümüze kadar gelen bu mücadele her asırda farklı zemin ve şartlarda tezahür etmiştir. Bunun örnekleri Kur’an’da birçok ayette ifade edilmektedir." Meseleyi daha iyi açıklayabilmek için Sami Büyükkaynak isimli bir yazarın "İslâmî Hayat Tarzı"yla alakalı bir yazısını paylaşmak isterim.
İslâm’ın kendine ait bir hayat tarzı olduğu muhakkaktır.
Zira İslâm; yemekten oturmaya, uyumaktan gezmeye hattâ eğlenmeye, içtimâî münasebetlerin keyfiyetine, şahsî ihtiyaçların giderilmesine varıncaya kadar kendine has bir hayat düzeni inşa etmiştir. Bu nizam; sadece dünde kalan durağan bir yapı değildir. Bilâkis asırlar aşacak, kıyâmete kadar sürecek bir kıvamda şekillenmiştir.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisine bahşedilen «hikmet» çerçevesinde Kur’ân’ı bizzat fiiliyata geçirmek sûretiyle Allâh’ın murâd ettiği hayat nizamını tesis etmiştir. Bu hayat nizamında, sınırlar bellidir. Ya İslâmî çizgidesinizdir ya da İslâm dışı çizgidesinizdir. «Biraz oradan biraz buradan sebeplenelim.» şeklinde bir anlayış, İslâmî hayat tarzına mugāyirdir.
Bugün yaşadığımız şartlarda, müslümanların kendilerini en fazla aldattıkları husus, İslâmî hayat noktasındaki gelgitlerdir.
Modernitenin tahakkümü altında olduklarını bilen müslümanlar; «modern müslüman hayat tarzı» diye, uydurma, adına İslâmî dedikleri liberal bir dünya görüşünün peşinden gitmeye çalışıyorlar. Âdeta ortaya karışık, içerisinde katılmadık bir şey kalmayan, yenmesi mümkün olmayan bir «türlü» gibi… Biraz İslâm’dan ama çoğunlukla modern olandan, liberal kafayla pişirilmiş bir türlü…
Bu sistem, bir yerlerde pişirilip müslümanların önüne getirilen bir projenin ürünüdür. Meselâ bu sistem, İslâm’ı vicdanlara hapseden bir dile sahip… «Kalbim temiz, annem hacı, dedem hoca…» gibi sığınmalara sebebiyet verecek bir dille karşı duruşa, bahaneye sığınmaya insanları sevk etmektedir. Bu, tıpkı Hıristiyanlığın protestanlaşmasında uygulanan bir projeye benziyor. Bu projenin tesiriyle dünyevîleşme alıp başını gidiyor, liberal düşünce hayatı kuşatıyor.
Dünyevîleşmekten kasıt, hayatı, âhiret hayatı yokmuşçasına yaşamak; liberalleşmekten kasıt, herkesin her istediğini serbestçe yapabilmesinin önünü açmaktır.
Neticede modernite ve postmodernite bundan âzamî istifade etmekte, onun ekonomik getirisi de kapitalizmi körüklemektedir. Zira dünyevîleşen, liberalleşen her fert; çoğunlukla kendisini tüketime verir. Tüketim, modern mabedleri (alışveriş merkezleri) oluşturur; tüketmek, kapitalizmin kaynaklarını artırır. Çılgın bir hayat, aşırı tüketim, sınırı belirsiz azgınlık…
İslâm, bu hayat tarzına müsaade eder mi?
İslâm; biraz îman, biraz ibâdet, biraz da ahlâktan ibaret bir Müslümanlığı kabul edemez. Bilâkis İslâm; îmandan ibâdet ve ahlâka hayatı tamamıyla şekillendirecek, bu şekilde fiiliyata yansıyacak bir müslüman duruşuna onay verir. Dünyevîleşmiş, hayatı sadece «bu hayat» olarak gören, âhiret diye bir kaygısı olmayan, başkalarının sırtına basarak büyüyen, diğerlerini büyüdüğü imkânlardan istifade ettirmeyen; «Herkes her yerde dilediğini yapabilmelidir.» diyen bir yapı, İslâm ile entegre hâle getirilemez. Bu yapının adı, ılımlı İslâm olarak dillendiriliyor. Batı, bu ifadeyi İslâm toplumlarına yerleştirmek için çok uğraştı. Hattâ bu uğraşısında Türkiye insanını kullandı, kullanmaya da devam etmektedir. Zira Türkiye’de çekilen dizi filmler, şarkı klipleri; İslâm dünyasının her köşesine bir ideal uğruna dağıtıldı, yayıldı. Bu; «Bakın sizin gibi müslüman olan Türkiye’de bu şekil hayatlar var, kızlar, erkekler bu şekilde giyiniyor, aile hayatları bu minvalde, siz de bu şekilde olabilirsiniz, bir sakınca olsaydı Türkler bu şekilde yaşamazlardı.» bahanesiyle İslâm dünyasını etkileme çabasıydı. Televizyon programları, reklâmlar, bu proje için birer vasıta oldu. Bu vasıtalarla; aile, toplum, saç, sakal, kıyafet, hayat tarzı, içtimâî ilişkiler, ekonomi, batının istediği tarzda şekillendirilmeye başlamıştır.
Müslümanların bu dayatmalara karşı, duruşlarını gözden geçirmeleri gerekiyor. Gelin, İslâmî hayat tarzıyla veya modern hayatın enjekte ettiği hayat düzeniyle irtibatımızı, kendi kendimize şu soruları sorarak muhasebe edelim:
Meselâ;
Kabul ettiğimizi iddia ettiğimiz İslâmî hayatın neresinde duruyoruz?

Allâh’ımız hayatımızın neresinde duruyor, her an bizi görüp-gözeten Allâh’ın varlığını ne kadar hissediyoruz, fiillerimizi kirâmen kâtibîn tarafından kaydedildiğini idrak ederek mi yapıyoruz, yoksa; «Kıyıda-köşede kimse görmez.» diye yaptığımız fiillerle kendimizi mi kandırıyoruz? Allâh’ın şahdamarımızdan daha yakın olduğunu söylediğimiz hâlde, bu söylediğimizin ne kadar farkındayız?
Modern-postmodern dünya anlayışı bizi ne kadar etkiledi, ibâdetlerimiz bize derinlik kazandırıyor mu? Hayatımızı şekillendiren iletişim araçlarına verdiğimiz önemi, zamanı, ibâdetlerimize verebiliyor muyuz?
Helâl-haram hassâsiyetimizi yitirip, kapitalizmin esiri mi olduk? Ceplerimizde, çantalarımızda taşıdığımız cüzdanlarımız kime hizmet ediyor? Paralarımız anamızın ak sütü gibi helâl mi yoksa içinde bin türlü karışım mı var?
Akraba, komşu ilişkilerimiz modernitenin istediği biçimde; «Olsa da olur olmasa da olur, örterim kapımı, kimseyle içli-dışlı olmam, kendi hayatımı kendim yaşarım.» tarzına doğru değişim geçirdi mi?
«Sokaktakinden bana ne, herkes kendi hayatını yaşar, sokak çocuğundan bana ne, dilenci mi, o da kim, yaşlı mı tanımıyorum…» hayat anlayışıyla alâkamız var mı?
Hayatımızın Kur’ân ve Sünnet ölçülerinden uzaklaşma emâreleri var mı? Başka inanç ve değer unsurları hayatımıza giriyor mu?
Aile hayatımızda İslâm’ın oranı ne kadar? Düğünümüzde, nişanımızda İslâm ne kadar var, yoksa nişan yüzüğünün cinsini belirleme noktasında dahî söz sahibi değil mi?
Çocuklarımızın şahsiyetli bir müslüman olarak yetişmesi noktasında çabamız ne? Onları; «Aman, iyi yerlere gelsin, doktor olsun, mühendis olsun, kariyer yapsın!» diye dünyevîleştirerek mi yetiştiriyoruz, yoksa; «Aman yavrum! Âhirette birbirimizden ayrılmayalım, cennette beraber olalım.» diyerek âhiret eksenli mi yetiştiriyoruz?
İş hayatımızda, İslâm dîni ne kadar müessir? Fâizli bankalarla içli-dışlı mıyız, alım-satımda kapitalizmin izinden giderek fâizi kolaylıkla alıp veriyor muyuz? «Ben âhiretimi hebâ edemem, az olsun, İslâmî olsun!» mu diyoruz yoksa; «Daha fazla zenginleşeyim, daha çok istihdam sağlar fazla zekât veririm.» diyerek kendimizi mi kandırıyoruz?
Son soru:
Allâh’ın huzûrunda savunulacak bir hayat defteri için mi; yoksa aşağıların aşağısına sürükleyecek hayat defteri için mi çalışıyoruz?