Son yüz yıldır cahil belediye reisleri, tarihle bağ kurmayan valiler ve duyarsız halk yüzünden kadim şehirlerimizde ancak üç beş tarihi eser ayakta kalabilmiştir. İstanbul, Bursa, Konya gibi başkentlik yapmış şehirlerimiz yalnızca fiziki olarak şekil değiştirmemiş, aynı zamanda ruhlarını da kaybetmişler. Konya'da Selçuklu ruhu Mevlana'ya sıkıştırılmış, Bursa'da Osmanlı Orhan Gaziye, İstanbul'da Süleymaniye'ye... Koca imparatorluklar bir minyatüre dönüşmüş adeta.

Bugün diğer kadim şehirlerimizin de bu şehirlerden farkı kalmamıştır. Bu şehirlere baktığımızda ya tarihi sembolleri Roma ve Bizans kaleleri, ya Abdülhamit devrinde yapılan saat kuleleri yahut cumhuriyetin anıtlarıyla kendilerini tanımlıyorlar. Bunların dışındaki tarihi hanlar, hamamlar, evler yıkılmıştır. Bu cehalet ve köksüzlük, modernizmi ne kadar içselleştirmişse tarih ve geleneğe o denli düşman olmuştur. Bunlar yeni şehirler inşa edemediklerinden hep kadim şehirleri yıkıp dönüştürmek istemişlerdir. Bunlar eğer Allah'tan korkmasaydılar camileri dahi yıkarlardı.

Tarih, tarih diyorlar ya şimdi. O tarihin ne anlama geldiğini ancak Avrupa'nın kadim şehirlerini gördükten sonra anladılar. O çok eleştirdiğimiz Avrupalılar coğrafyamızda arkeolojik kazı yapıp toprak altındaki Roma ve Bizans yapılarını, şehirlerini ortaya çıkarırken, bizimkiler yeryüzündeki İslam, Selçuklu ve Osmanlı eserlerini yıkıp, yaşayan şehirleri toprağa gömdüler. Onlar mezar kazıcılıktan müze şehirler yaratırken, bizimkiler yaşayan şehirleri yıkıp müzeye dönüştürmek için yarışıyorlar.