Beni anlamak her yıl “On Kasım Günü” taşıp-ağlamak değil!!” Ey! Türk Milleti dinle; Dünya İlme koşarken, Sen “KENDİ KARDEŞİNLE” neden ayrı saftasın?

ATATÜRK DİYOR Kİ…

“Beni anlamak demek; Coşup- çağlamak değil,                                                                 

  Her yıl “On Kasım Günü” taşıp-ağlamak değil!!”

 Ey! Türk Milleti dinle; Dünya İlme koşarken,                                                                  

Sen “KENDİ KARDEŞİNLE” neden ayrı saftasın?                                                                               

  Uygar dünya, “BİRLİĞİN” nimetiyle coşarken,                                                                            

Sen hala “IRKÇILIĞI” yapacak bir gaftasın!

Beni anlamak demek; Ayrı ve gayrı değil,                                                                        

   Her “On Kasım Sabahı” akla aykırı değil!!

 Daldığınız düşlerden silkinin ve uyanın!                                                                                      

  Ben “ÇAĞDAŞ UYGARLIĞI” hedef göstermedim mi?                                                                 

Utanın! Ataletten sıyrılın ve uzanın!                                                                          …

Tembellik iflah etmez! Diye- uyarmadım mı?

Beni anlamak demek; Yatıp-uyumak değil!                                                                      

Her  “On Kasım Sabahı” atıp- avunmak değil!!

 Hayatta en hakiki mürşit ilimdir-dedim,                                                                       

  …

  Aklın anahtarını size emanet ettim…                                                                        

 O nunla cehaleti kökten boğun- istedim.                                                                                

  Ve sarın Uygarlığı! Diyerek akıp-gittim…

Beni anlamak demek; Yapışıp-dalmak değil,                                                                       

Her “On Kasım Sabahı” apışıp- kalmak değil,

 Benim naçiz bedenim bir gün toprak olacak;                                                                                

Bu sözümle “gerçeğin altını” çizmedim mi?                                                                               

  Fakat bu aziz vatan hep payidar kalacak;                                                                           

   Diyerek-hasretimin şartını dizmedim mi?

Beni anlamak demek; Bu baki kelam değil,                                                                              

   Her “On Kasım Sabahı” afakî selam değil…

 Kalk-Çalış-güven-öğün; Zira ki-Sen zekisin!                                                                           

 Diye- itimadımı sürekli kılmadım mı?                                                                                      

  Fakat Zekâna rağmen, baktım ki- afakîsin!                                                                              

Onun için “CEHLİNİ” sökerek-almadım mı?

Beni anlamak demek; cismime yanmak değil,                                                                        

  Her “On Kasım Sabahı” ismimi anmak değil.

 Ben çalışın dedikçe, Siz gaflete daldınız,                                                                                       

   Mefkûremin üstüne “METHİYELER” dizdiniz                                                                                        

  El uzaya giderken, Siz yerlerde kaldınız,                                                                        

Çağdaş medeniyeti ”DÜŞLERDE” aradınız…

Beni anlamak demek; Serpuşla- poşu değil!                                                                              

  Her “On Kasım Sabahı” gaflet sarhoşu değil!!

Yetmez mi gafletiniz bitmez mi bu uykunuz?                                                                         

Ne oldu “YURT SATHINDA” Parlayan şahikalar?                                                                               

 Ne zaman ısıtacak, ışıyarak- ufkunuz?                                                                                          

Nerde kaldı dualar “RUHUMA” Fatihalar?

Beni anlamak demek; Kadehte-mey’de değil,                                                                             

 Her” On Kasım Sabahı” siren de ney’de değil!!

  “Ruhu Şad, Mekânı cennet olsun”

   İHB-10.Kasım.2008-ADIYAMAN

……………..

İki Atatürk Ve Onu kendilerine muhatap alıp amade olan üç insan tipi var;                                                                                                                            

  Birisi; “akıl ve ilme inanan/mütedeyyin,dünyadaki yeni teknolojik gelişmelere açık, cevval/araştırıcı,düzenleştirici ve geliştirici, çağdaş ve modern bir insan olarak” gelişen dünya’nın uygar nimetini ülkesi ve insanıyla buluşturup, onu uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmayı hedefleyerek-ülkesindeki bütün insan katmanlarını “medeni bir millet yapmak” idealiyle hayat bulan “birleştirici,üretici,paylaşımcı ve kalkınmacı” bir fanidir..                       Yani;İçi sevgi dolu bir asker/komutan,toplumuna candan inanan,güvenen ve onu yüceltip, ilerletmeyi hedefleyen akıllı,bilgili, medeni ve gelişmeci bir devlet adamı,dünyadaki bütün gelişmeleri yakından izleyen duyarlı bir siyasetçi,sanat ve bilime aşık/sevdalı bir kişilik, eğitim ve öğretime önem veren çağdaş bir eğitimci ile bütün bunları yüreğinde taşımasını bilen çok yönlü bir deha..

Ötekisi ise;“Sanal/suni dogmalarla,üzerinde hiç konuşulmayacak şekilde tabulaştırılmış, dediği ve yaptığı her iş ve işlevinin doğru ve yerinde/uygun karşılanması öngörülerek, yaptıklarından dolayı kendisiyle tartışılmayacak kadar sert ve katı,bildiğini okuyan ve yapan,astığı/astık,kestiği/kestik” EFSANEVİ-DİKTATÖRYAL/CEBERRUT bir insan..                                                               

  Yani;Yaptıkları eleştirilip/tartışılmaz,üzerinde konuşulmaz,toplumundan kopuk ve adeta sırça köşk’te, bildiği ve dilediği gibi yaşayan donuk,durgun ve eylemsiz bir şahsiyet..

Peki,Atatürk böyle miydi??

Yani;Yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden (Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi) genç/dinç ve dinamik bir devletin temelini atarak-dünya’nın taktirini alarak-bir çok “mazlum millete” de örnek olmuş bir dahi insan “Mustafa Kemal ATATÜRK” gerçekten de böyle miydi?

Hiç,ama-hiç sanmıyorum!!                                                                                     …………….                                                                                                                                

 Benim “Atatürk’üm” birincisidir!                                                                                       

  Çünkü,ikinci Atatürk’ü de-yaptıklarıyla-çok iyi anlıyor ve yaşadığı dönemin namüsait,zor ve kısır şartlarında ve o şartların beraberinde getirdiği toplumsal gerçeği irdelediğimde mazur ve masum da görüyorum..

Bütün bunlara rağmen,acaba;Sizin “Atatürk’ünüz” hangisidir??                                                                      

 Doğrusu çok merak ediyorum..                                                                                     ………….

Ölümünün üzerinden “80 yıl” geçmiş..

Biz hala hangi “ATATÜRK” diye-boşlukta- gezinip/duruyoruz..

Bilinmelidir ki,her faninin eksiği/gediği,fazlası ve idrak üstü halleri olabilir..Hiç bir fani insan (KUL) hatasız ve dört/dörtlük değildir..

Atatürk de günahı ve sevabıyla geçmişimize anlamlı bir damga vurarak-ışığını günümüze de yansıtarak-aydınlatan ve umuyorum ki,bundan böyle de aydınlatarak-anlam katmaya devam ettirecek bir ışık adamdır..

Buna rağmen, geçmişte ve bugün hala Onu; kendi ikballerine muhatap ve mesnet edip sığınan,karşı duran ya da umursamayarak-lakayt kalan(3) insan tipi var..

Kimimiz, Onu-büyük bir gaflet ve delalet yalakalığıyla “Tanrı ya da peygamber” şeklinde niteleyerek-bir uluhiyet izafet etme basiretsizliğine kapıldık,kimimiz;Kendimiz ve ülkemiz için yaptıklarını görmezden gelerek ve o günün şart-ı şiarını da yok sayarak-O’na “deccal” sıfatını  yakıştırıp/yapıştıracak bir ferasetsizlik ve nankörlük örneği sergiledik, kimimiz de Onu;Ülke için yaptıkları ve yapacaklarıyla fark edemeyecek bir lakaytlıkla adeta yok saydık..

Halbuki Atatürk bunların hiç birisi değildi ve böyle anılmak gibi bir beklentisi de yoktu..

Ama,ne yazık ki;Devlete çöreklenmiş “o günün yalaka ve yağcı” takımıyla,kendini devletten soyutlamış “softa ve yobaz” güruhu Ona bu iki “kabul edilemez” yakıştırmada bulunmuştu.

Ama,bugün bunlar artık geride kaldı..                                                                                           Onu bugün anlamak ve gerçekten de yaptıklarından yararlanmak istiyorsak;Geçmişte yaşamış olduğu zamanın şart-ı şiarını ile bundan teberrüz ve tezahür ederek-milletin başına çöreklenen yoksunluk ve yoksulluk ikliminin namüsait atmosferine rağmen kurmuş olduğu”TÜRKİYE” devleti ile dünyanın o günkü durumunu bilmek ve anlamak durumundayız..

 “Eğer,20.yüz yılın başındaki dünya ile ona şekil veren devletlerin o zor,karışık ve yeniden var olmak mücadelesine sahne olan geçiş ve diriliş dönemini yeterince kavrarsak,belki-Onu ve yaptıklarını da, Onun neden-iki Atatürk ve iki kişilik şeklinde- lanse edildiğini de yeterince kavrayabiliriz belki.. “

 Evet,o zor,dağdağalı ve karışık dönem;Halkı eğitimsiz,fakir,yoksul,harap ve bitap düşmüş bir devlet; varlığına ve yaşamına kastedilmiş,çeşitli etnik ve dinsel katmanlardan oluşmuş ve batı emperyalist gücü tarafından kışkırtılarak-ayrıştırılıp/bölünmeye yönlendirilmiş çaresiz bir millet;Ve buna Atatürk’ün önderliğinde-bu kaskatı yokluk ve çaresizlik ortamına-karşı direnerek bir arada tutmaya-yeniden/diriltmeye-azmetmiş bir avuç elit, kararlı Ve inançlı insan.

 “Eğer bu olgular olmasaydı,sanırım ki-iki Atatürk- figürü de,Onun hayatına bir med/cezir gibi geçirilmiş olan Ondaki-iki kişilik-de hiç oluşmayacaktı.”.

         Bütün bu zor, kaygı verici olumsuz dünya şartları altında normal davranmak mümkün müydü ki; ATATÜRK GİBİ YALNIZ BİR ADAM da onu sergileyebilsin?

Derler ki!

Atatürk,Ülke’deki yurttaşlardan “Kürtleri,Ermenileri ve Sünni/dindarları” aldattı,Onlara iyi davranmadı ve onları; yaptıkları iş ve işlevleriyle mutlu edemedi, bilakis “Onları” büyük bir baskı altında tutarak-bizar edip/küstürdü..

Evet,ama!

Bunu; O dönemdeki toplumun sahip olduğu“ırksal ve dinsel demografik yapısıyla, yokluk ve yoksunluğuyla ve insanının cehaletiyle” başbaşa ve çaresiz bırakarak-kısır döngüsünde debelenip, imkansızlığına rağmen yol bulmaya çalışan yıkık/bitap ve yalnız bir ülkenin-puslu/karanlık penceresinden bakıp/değerlendirmek de gerekmez mi?

Bakalım!

Baktığımızda,o dönemde; Bir avuç seçkin “Elit” açıkgöz/göçmen(ki, bugün de onlar/Beyaz Türkler diye niteleniyorlar.) dışında (Anadolu/Trakya insanından) hiç kimse,hiçbir ırksal ya da dinsel/mezhepsel unsurların“Kürtler,Araplar,Lazlar,Çerkezler,Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ile Türk/Türkmenlerin vb. gibi” hiç birisinin de asla rahat yüzü görmediğini ve asla mutlu olamadığını da görürüz..

Evet..

“O dönemin gerçeği budur ve artık gerçeklerle de yüzleşmenin zamanıdır!”

Dedikleri ve sanıldığı gibi; O dönemdeki “Kürtler, Ermeniler ve Sünni/dindarlar” da pek “masum ve masun” değillerdi..

Buna itiraz edenlerin;“ATATÜRK’ÜN, Kürt ve gerçek bir Din Alimi olan Bediuzzaman Said-i NURSİ Hazretlerine, Onun muhalefetine rağmen neden hiç  ilişmediğini ve Onu saygıyla anarak değer verdiğini de bir düşünmeleri gerekir..”

Bu da (O) dönemin başka bir gerçeği..

Bu gerçekler var ve doğru oldukları için, bugün “Türkiye Cumhuriyeti devleti” vardır; Zira,“Türkiye Cumhuriyeti Devleti” bu gerçek küllerin üstüne bina edilmiş ve bu gerçekle yaşayarak günümüze taşınmıştır..

Şimdilik bu kadar..

…………………….

Evet

Yeni bir 10 Kasım’a doğru yaklaşmaktayız!

Atatürk’ü ölümünün 80. yılında (10 Kasım 2018’te) aramızdan yeni ayrılmışçasına yine anacağız..

Devletimiz ve Milletimizle,

Cumhurbaşkanımızla,

Başbakanımızla,

Bakanlarımızla,

Bürokratımız ve Askerimizle,

Devlet erkanımızla,

Vali ve Belediye Başkanlarımızla,

Ve tüm sivil halkımızla,

Milletçe yeniden anacağız..

Ve yine anlayacağız ki,ona bugün bile hala çok ihtiyacımız var..                                                        

  Atatürk,eskiden-zorda kalınca-sivil/asker herkes ve kesimin sığınacağı bir limandı,ancak bugün artık buna hiç gerek yok..

 - Çünkü dün Onu, kendi ikballerine yön verecek olan-makam/mansıpları kaygısıyla sığınıp, İlahlaştıranlar da,Onu-hayatlarına musallat ettirilmiş bir “deccal” gibi- algılama yanılgısına düşenler de artık(Olsalar bile..) yoktur,çünkü;Kendileriyle dedikleri teranelerinin şimdi artık pek bir değeri yok..

Zira bugün artık herkes ve kesim de Onu “gerçek yüzüyle” kavrayıp/anlamış durumda..

Bu nedenle de,bugün herkes ve kesimin de Onu hasretle anlamasını yadırgamıyorum artık! Çünkü; Onun dağdağalı/karışık hayat serüveninde;Herkesin de,kendince yararlanmak üzere çıkarılabileceği-çok anlamlı birer dersleri var..

Evet..                                                                                                                                            Sevsek Ve sevmesek de,O bir ışık adamdı,çünkü; Sadece bize değil,Fikir Ve eylemleriyle Bizim gibi bir çok mazlum millete de-örnek Ve önder olmuş-kişilik sahibi bir insandı O..

Ruhu şad,mekanı cennet olsun!

 SON/SÖZ;

Geçmişini ile geçmişine yön verenlerini unutamayanların, kendileri ile yaptıkları da asla unutulamayarak; ilelebet-yaşamaya ve yaşatılmaya-müstahak olur!

Çünkü ”Tarihe not düşerek-iz bırakanlar; Yaptıkları günah ve sevaplarıyla da öncelikle kendi toplumlarına ait olurlar!”

Sevgilerimle..