Çocukken yarıklarına basıp kolumu kırdığım o toprağa… Üstünden sürü geçmiş, itler eşekler işemiş toprağa… Mezar sığmış, derinmiş—hiç fark etmez;
Toprağıma gömün beni.
Çocukken yarıklarına basıp kolumu kırdığım o toprağa… Üstünden sürü geçmiş, itler eşekler işemiş toprağa… Mezar sığmış, derinmiş—hiç fark etmez; çürük ot, zibil kokusu gelsin yeter ki. Horozlar daha gün doğmadan bağırsın. Köpekler, çöplerin arasında yuva arayan sersefil sürüler gibi dolaşsın başucumda. Dağın yamacından inen kurtlar, geceyi yırtan çakallar mezarımın yerini kokusundan tanısın. Börtü böcek, karınca, akrep, yılan— her biri gelip toprağımı yoklasın. Toprağıma gömün beni. Yağmur ilk baharda nasıl toprağı okşuyorsa öyle dokunsun üstüme. Sabah simit tepsisini bağırta bağırta taşıyan çocuklar duysun adımı, fırıncılar kepçelerini savururken, pazarcılar tezgâh açarken bilsinler orada biri yattığını. Kaportacıların çekiç sesleri, yalancıların yalanları— hepsi üstümden geçip gitsin. Türkçeyi zor bellemiş İslim’e teyze uğrasın arada; beni bilmez ama annemi bilir. Onu da bilmezse halamı tanır. Bir Fatiha okur, gider. Siz gömün buraya. Şuraya. Bak, tam buraya... Gösterdiğim bu çıplak toprağa. Sarıksız şeyhler, cüppesiz dindarlar, fal bakanlar, parti başkanları— hepsi birer sevap umarak dua eder ya hani, işte o dualar da değsin toprağıma. Gömün beni. Gömün buraya.