Son yıllarda sosyal medyadaki paylaşımlarda Ehli Sünnet, Maturidi, Selefi, Eşari, Şafii, Şii, Alevi, Mutezili vs. itikadi ve fıkhi kavramlar oldukça dolaşımda. Bu kavramlar üzerinden tanımlamalar, tasnifler, siyasi ve ideolojik ayrımlar yapılıyor. Bu kavramları kullanarak bir takım çıkarsamalar yapanların ne kadarı ilahiyatçı yahut ne kadarı bu alanda derin şekilde bilgi sahibi bilemiyorum. Ayrıca sıradan halkı da bu işe katarak, sanki bu kavramların bilincinde hareket ettikleri zannıyla söylem geliştirmeleri oldukça manidardır.

İster Sünni, ister Şii, ister Şafii, ister Alevi olsun, halkın, dini bilgileri ve itikadi görüşleri bir ilmihal bilgisinden öteye geçmez. Kulaktan duyma veya aileden işittiği birkaç cümle ve eylemle Hanifi, Şafii, Alevi olduğunu bilen vatandaşı bir teolog gibi görüp tarihte kalmış kitabi bilgilerle ahkam kesmek, yahut onları bir teolog gibi düşünüp üzerlerinden fikir üretmek/yürütmek cehaletin danıskasıdır. Halk abdest veya güsül almasını, kelime-i tevhidin anlamını dahi bilmezken bu konuları konuşmak insanları ayrıştırır. Bu ayrıştırıcı tanımlara bugün en çok dikkat etmemiz gerekir. Çünkü bu kavramlar vahdet'i, kesret'e dönüştürür. İslam tarihinde bunların ortaya çıktığı dönemlere bakınız neler yaşandığını daha iyi görürsünüz. Şahsen imam hatip mezunu biri olarak bu konuları kitaba bakmadan konuşamadığım halde halkın önünde bunları konuşmalarını yanlış buluyorum. Zira halkın ibadet ederken mezhep kaygısı güttügünü düşünmüyorum. Anne ve babasından ne nörmüşse onu uygular yalnızca. Eğer bunların konuşulması, bilinmesi gerekiyorsa Milli Eğitim Bakanlığı müfredatına dahil edip ders olarak okutmalıdır. Yoksa her önüne gelen gelişigüzel ahkam kesmesin! Çünkü bazı konular derinlik ve hassasiyet gerektirir....